Ihlamur Caddesi
Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı yamaçları arasında yer alan Ihlamur Vadisi’nden günümüzde sadece etrafına trafikten bir hendek kurulmuş bahçe kalmıştır. Beşiktaş İskelesi’nden yola çıkarsanız Ihlamur Caddesi üzerinden bu bahçe içindeki Ihlamur Kasırlarına ulaşabilirsiniz. Padişahların da dinlenmek için tercih ettiği Ihlamur Vadisi’nden 18.-20. yüzyıllarda aktığını bildiğimiz Fulya Deresi de günümüzde hendeğin öteki tarafında kalmış bir sokağın adıdır. İsmini çok sayıdaki Ihlamur ağaçlarından alan vadi, zamanının gözde mesire yerlerinden biriydi demek haksızlık olacaktır. Çünkü bölge günümüzde de cazibesini korumaktadır. Vadiden geriye kalan, Ihlamur Kasırlarını içeren bahçe özellikle ilkbahar ve sonbaharda açan erguvan ve akasya ağaçlarıyla sosyal medyanın da gözde mekânlarından olmuştur.
Bugün de keyfini çıkarabildiğimiz bu bahçe, Lale Devri padişahı Sultan III. Ahmed döneminde o zamanki sahibi tersane emirlerinden Hacı Hüseyin Ağa’dan alınarak devlet hazinesine katılmıştır. İmparatorluğun Gerileme Dönemi’nin başlarında padişahların Ihlamur Vadisi’ne yönelttiği ilginin II. Abdülhamid Devri’nde sarayın resmen Yıldız’a taşınmasıyla taçlandığını söyleyebiliriz.
Nüzhetiyye Kasrı
Ihlamur Kasırlarının yapımına 1849 senesinde başlanmadan önce de bu alanda padişahların dinlendiği ve misafirlerini ağırladığı bir av köşkü bulunduğu bilinmektedir. Fransız Şair Lamartine 1846 senesinde bu av köşkündeki misafirliği hakkında şu sözleri sarf etmiştir: “…Binanın karşısındaki bahçede güzel yemiş ağaçları ile bu vadiye ismini veren büyük ıhlamurlar vardı. Köşke çıkan üç basamaklı merdivenin önünde yasemin dallarını aşamayan küçük bir fıskiye, tatlı bir şırıltı ile mermer havuza dökülüyordu. Ihlamur, Padişah’ın en sevdiği köşktür; burada dinlenir ve mütalaa eder.”
Kaynaklarda “Nüzhetiyye” ismiyle anılan iki kasır, Sultan Abdülmecid devrinde, 1849-1855 yıllarında yapılmıştır. Yapımı 1846’da başlanan ve devleti Avrupa’dan borç almak durumunda bırakan Dolmabahçe Sarayına kıyasla Ihlamur Kasırları, boyutça gayet mütevazıdır. Kasırlara nüzhetiyye yani ferahlık, tazelik, neşe, sevinç namını hak ettiren esas unsur Lamartine’in de bahsettiği bahçeleridir.
İstanbul’daki kasırların en küçük örneklerinden olup küfeki taşı ve mermerden, 19. yüzyıl mimarisinin özelliği gereği barok ağırlıklı eklektik (karma) üslupta inşa edilmişlerdir. Ihlamur Kasırları uzun konaklamalardan ziyade günübirlik ziyaret ve dinlenceler için yapılmış biniş kasırlarıdır. Mimari ve dekoratif özellikleriyle adeta döneminin psikolojisini yansıtmaktadırlar.
İki köşkten bahçe girişinin karşısındaki yapı Mabeyn Köşkü’dür. Kaynaklarda Merasim Köşkü, Hünkâr Dairesi, Zat-ı Padişahiye Mahsus Daire olarak da geçen bu yapı, yüksek bodrum katına sahip tek katlı bir binadır. Girişindeki iki merdivenin arasındaki çeşmesi ve binanın tüm dış cephesi dönemin modasına uygun Barok süslemelerle işlenmiştir. Padişahın kaldığı ve zaman zaman misafirlerini ağırladığı bu kasrın eşiğinden adım attığınızda kendinizi sonsuz bir koridorda bulursunuz. Karşılıklı yerleştirilmiş iki aynanın oluşturduğu sonsuzluk, kasrın giriş salonuna uzay-zamansal bir genişlik katar. Aynalı Salon olarak anılan bu girişin solundaki oda kabul odasıdır. Bu mütevazı kabul salonu Sırp Kralı Petar ve Bulgar Prensi Ferdinand’ı ağırlamıştır. Kasrın içindeki perdeler ve halılar Türk malı olup 1843 yılında saray ve kasırların döşemelik-perde ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş olan Hereke Halı Fabrikası’nın mamulleridir. Kabul salonunun tam ortasındaki ahşap masanın üstündeki mumluk ise Japon işi olup figürler sağlık, mutluluk, uzun ömür gibi anlamları barındırmaktadır.
Sağ taraftaki oda ise müzik odası, zaman zaman da yazı odası olarak kullanılan çok amaçlı bir salondur. Kapının karşısında görülen “ya Erhamerrahimin” hattı, Hattat Mehmet Ensari’nin eseridir. Bu salonun muhtemelen en dikkat çekici yönü kolları ejderha başı şeklinde yapılmış avizesidir. Cephesi Avrupa usulü, mimarı Dolmabahçe Sarayı’nın da mimarlarından olan Ermeni asıllı Nikolos Balyan, içini süsleyen tefrişat Türk malı, bir odasında Japonya’dan esenlik dilekleri öbüründe bir başka Uzak Doğu miti… Avrupa hüviyetli çeşitli vazo ve şömineleri de sayarsak ortaya adeta bir kültür kazanı çıkıyor.
Maiyet Köşkü’nün vaziyeti de Mabeyn Köşkü’nden farklı değil. Vaktinde padişahın hareminin ve yanında çalışanların konakladığı bu köşk günümüzde kafe olarak hizmet veriyor. Mimarı ve dış işlemeleri kabaca Mabeyn Köşkü ile aynı olan Maiyet Köşkü ortak bir sofaya açılan dört odadan ibarettir. Bu özelliğiyle Türk mimari geleneklerine uygundur. Kalem işleri ve varaklarla süslenmiş duvarların yanı sıra Maiyet Köşkü’nde zahmetli ve zamanında az bulunan Avusturya stukosuyla kaplanmıştır.
Kasrın padişahları
Ihlamur Kasırlarını yaptıran Sultan Abdülmecid çok sevdiği bu kasırlarda vefat etmiştir. Vadinin Yıldız’a uzanan sırtlarında Sultan III. Selim (1789-1807) ile Sultan II. Mahmud’un (1808-1839) kemankeşlerle ok talimi yaptığı bilinmektedir. Yıldız Sarayı’nın banisi Sultan II. Abdülhamid ve Mehmed Reşad tarafından da kullanılmıştır.
İstanbul’un İşgal altında olduğu yıllarda Maiyet Kasrı Şehzadegan Mektebi olarak kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından Ihlamur Kasırları, Mart 1924’te 431 sayılı kanunla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlanmıştır. Kasırlar 1951 senesinde İstanbul Belediyesi’ne devredilmiş, restore edildikten sonra Merasim Köşkü, Köşk Tarihi Müzesi; Maiyet Köşkü, Tanzimat Müzesi adlarıyla 1952’de halka açmıştır.
Yaşanılan ama paylaşılmayan
Ihlamur Kasırları, bahar aylarında açan erguvan ve manolyalarla sosyal medyanın diline düşse de civara adını veren ıhlamurlar temmuz ve haziran aylarında açmaktadır. Bahçeden bakınca Beşiktaş civarındaki gökdelenler uzakta görülse de asırlar öncesinde Sultanların huzur bulduğu ıhlamur kokusu hayattan hala bir nefes borcu bulunanları beklemektedir.