Kurtuba sokaklarında bir medeniyet tahatturu

Kurtuba, İspanya'nın, yüzlerce yıl İslam âlimi yetiştirmiş olup dünya mirasına sayısız ilim ve mimari hazine katmış en güzel şehri bana göre. Hatice Sarı yazdı.

Kurtuba sokaklarında bir medeniyet tahatturu

Endülüs’e has pencerelerin kenarına çiçek yerleştirilmiş beyaz evlerin bulunduğu sokaklarda yetişen turunç ağaçlarının arasından yürüyerek Guadalquivir (Vad’il Kebir) ırmağına yaklaşıyorsanız eğer, Endülüs Emevileri’ne 300 yıl başkentlik yapmış olan ve üç semavi dinin mensuplarının huzur içinde yaşadığı şehirdesiniz demektir; yani Kurtuba’da. İspanya’nın şimdilerde Cordoba diye bilinen ama özünde Kurtuba olan bu şehri, yüzlerce yıl İslam âlimi yetiştirmiş olup dünya mirasına sayısız ilim ve mimari hazine katmış en güzel şehri bana göre.

Bir kış günü bu Akdeniz ülkesinin sokaklarını adımlamaya başladığımızda hiç kuşkusuz ilk durağımız Endülüs’ün en güzel hazinelerinden biri olduğu halde 1226 yılında şehrin anahtarları Hristiyanların eline geçince katedrale çevrilen Kurtuba Camii oluyor. “Hristiyanlar için Ayasofya ne ise Müslümanlar için Kurtuba o demektir” diyor birisi. Madrid, Paris gibi bugünkü dünya şehirlerinin esamisi okunmuyorken, Kurtuba’da çok büyük bir medeniyet inşa ediliyor ve İbni Rüşd, İbni Tüfeyl, İbni Haldun gibi bugün Avrupa’da hâlâ kürsüleri var olan ilim adamları yetişiyor bu topraklarda. Kurtuba aynı zamanda ilk İslam üniversitesinin kurulduğu yer oluyor.

Mescid katedrali” oldu sana sadece “katedral”

Guadalquivir nehrinin üzerindeki Roman Köprüsü’nden geçerek Kurtuba Camii’nin olduğu yola doğru gidiyoruz. Cami katedrale çevrildikten sonra köprünün bitimine büyük bir kapı yapılıyor. Bu kapıyı farklı kılan çok büyük bir şey var; kapının üzerinde kabartma olarak işlenmiş insan figürleri mevcut. Burada Hristiyanlar şehri ele geçirirken Müslümanlara yapmış oldukları işkenceleri “bir Müslümanın kafasını kesen bir Hristiyan” şeklinde resmediyorlar. Kurtuba’ya Müslümanlara yapılan işkenceleri sergilemek için “İşkence Müzesi” kuran zihniyetin, aynı işkenceleri kutsal mabetlerinin mimarisinde kullanıyor olmasına şaşırmamak gerek aslında.

Caminin içine girerken bir şey dikkatimizi çekiyor. Geçen yıla kadar cami giriş biletlerinin üzerinde “Mezquita Catedral” (Mescid Katedrali) yazarken, bu yıl biz girerken elimize verilen biletlerin üzerinde “La Catedral de Cordoba” yazıyordu. Yani 1236 yılında işgal ile katedrale çevrilen bu cami, bu yıl isminde yer alan mescid kelimesini dahi kaybetmiş bulunuyor.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen içeriye girdiğinizde muazzam bir Emevi mirasıyla karşılaşıyoruz. Toplam 1293 sütundan oluşan caminin içi, kırmızı beyaz renkleri kocaman bir hurma bahçesini andırıyor bakıldığında. Tavanlardaki yükseklik, oymalı mermer mihrabı, minberlerdeki el işçiliği, Emevilerin muazzam taş oymacılığının belki de en zirve eserini yansıtıyor. Caminin en güzel yeri at nalı şeklindeki mihrabı. 1236’da katedrale çevrildikten sonra 1523 yılında caminin içine çeşitli eklemeler yapılıyor. Dönemin İspanyol lideri eklemeler ve yıkımların ardından mescidin son halini gördükten sonra bu yıkım emrinden pişmanlık duymuş, çünkü böyle eşsiz bir mimariyi yok etmek biraz canını acıtmış.

Büyük bir ilim hazinesi yok olup gitmiş İspanya’da

Mescidin katedrale çevrilip ibadete açılan bölümlerinde bazı tablolar dikkatimizi çekiyor. İspanyolların Kurtuba şehrinin anahtarlarını Emevi hükümdarından aldığı günün resmedildiği tabloda Emevi Müslümanlarının Hristiyan hükümdar karşısında diz çöküp anahtarları o şekilde teslim ediyor. Hristiyan gezginler Kurtuba’ya geldiğinde bu coğrafyayı gezerken, Müslümanların altın tabakla şehri kendilerine sunduğunu tahayyül ediyorlardır muhtemelen, her ne kadar tarih öyle demese de…

Mescidin ön tarafındaki Roman Köprüsü’nün altından akan nehirde o zamanlarda Müslümanların kanları ve kitapları akmış. Hatta günümüzde şöyle denirmiş; o dönemlerde medeniyetin başkenti olan Kurtuba’da İslam âlimlerinin eserleri yakılıp nehirlere atılmasaydı, şu an gezegenler arası yolculuk yapıyor olurduk. Öyle büyük bir ilim hazinesi yok olup gitmiş İspanya’da.

Şehrin sokaklarını gezerken çeşitli noktalarda Cervantes heykelleriyle karşılaşıyoruz. Cervantes ve büyük eseri Don Kişot bu coğrafyanın vazgeçilmezlerinden birisi. Cervantes’in 100 heykelinden 90’ında sol kolu yoktur, onun yerine pelerin ile örtülmüş bir şekilde durur heykeller. İspanyol rehberler kendi meşreplerinde insanları gezdirirken buralarda, “Barbar Osmanlı bu kolu kesti” derler. Miguel Cervantes, Don Kişot’un bir kısmını İstanbul’da yazmıştır. Hatta Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nin yapımında da çalışmıştır. Caminin müzesinde açık künyesi dahi bulunur. İnebahtı Savaşı esnasında kolunu kaybedince faturası Osmanlı’ya kesilmiş.

Tarık bin Ziyad’ın Cebeli Tarık’ta bütün gemileri yakıp burada tertemiz bir medeniyet kurmasının hürmetine, İslam topraklarına 300 yıl başkentlik yapmış bu güzel Kurtuba şehri. Bizim için de işkence ve acılarla yoğrulmuş Müslümanların hayatlarını dinlediğimiz bir şehir olsa da, Kurtuba sokaklarında yürürken sizi tanımayan Faslı, Cezayirli, İspanyol Müslümanların selamını almak çok güzel bir duygu.

Hatice Sarı yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
İspanya,ya gitmek isteyen biri.
İspanya,ya gitmek isteyen biri. - 4 yıl Önce

Çok küçükken okumuştumEndülüs'te yok edilen o kitapları. O zamandan beri hayalimdir gidip görmek oraları. Kaleminize sağlık, yazınız tekrar canlandırdı bu isteğimi.