Zilzal Suresi, Medine’de nazil olmuştur. Sekiz ayettir.
Meali:
1- Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı zaman,
2- Yeryüzü bütün ağırlıklarını çıkardığı zaman,
3 Ve insan "buna ne oluyor" dediği zaman,
4- İşte o gün bütün haberlerini anlatacaktır.
5- Çünkü Rabbin kendisine vahyetmiştir.
6- 0 gün insanlar yaptıkları kendilerine gösterilmek için bölük bölük dönerler.
7- Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür,
8- Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.
Bu sure mushaflarda Medine’de nazil olmuş olarak gösterilir. Rivayetlerin bazıları onun Medine’de bazıları da Mekke’de nazil olduğunu belirtir. Biz Mekke’de nazil olduğunu belirten rivayetleri tercih ediyoruz. Çünkü ifade ve üslubu, ele aldığı mevzuları bu görüşü teyit eder.
Bu sure, gafil kalblere ilişen şiddetli bir sarsıntıdır. Bu sarsıntıyı sağlamak için mevzu, sahne ve ifade tarzı bir insicam meydana getirmektedir. Kuvvetli bir çığlık yeryüzünü ve orada bulunanları sarsmakta onlar daha uyanır uyanmaz, hemen hesapla karşılaştırmakta çok kısa birkaç bölüm içerisinde ceza ve muhasebe sahnelerini önlerine dikmektedir. Bu özellik bu cüzdeki surelerin hepsinin ana simgesidir. Bu sürede ise çok daha kuvvetli şekilde ortaya çıkmaktadır:
Kıyamet günü
Bu gelen kıyamet günüdür. O gün yerinden oynamayan dünya sarsıldıkça sarsılır, oynadıkça oynar. İçinde bulunanları dışa atar. Gizlediği yüklerini fırlatır. Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri ve madenleri açığa çıkarır. Ve sanki uzun süredir omuzunda taşıdığı yüklerini atıp kurtulmak ister.
Bu tablo bu sureyi işitenlerin ayağının altında sarsılmaz gibi duran her şeyi oynatıp sarsmakta ve altlarındaki toprağın kayıp gittiğini vehmettirmektedir. Bu tablo, yeryüzünde değişmez ve sabit olarak kabul edilen bütün değerleri oynatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in tasvir ettiği bu gibi tabloların ilk verdiği duygu budur. Kur’an sahneye öyle bir hareket ve canlılık vermektedir ki eşsiz ifadesini kulaklar daha duyar duymaz hemen intikal etmektedir.
Ayet-i kerime gösterilen tablonun karşısında insanın durumunu tasvir edip heyecanlarını göstermekle bu tesiri biraz daha artırıyor: “Ve insan ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman.”
Bu soru görmediği ve alışmadığı bir şeyle aniden karşılaşan, anlamadığı bir şeyle yüz yüze gelen karşısında durmanın ve susmanın mümkün olmadığı bir hadiseye şahit olan kendinden geçmiş ve kendini yitirmiş insanın sualidir. “Buna ne oluyor?” Onu böyle sarsan ve yerinden oynattıkça oynatan şey de nedir? Ne oluyor şuna? Sanki eğilerek sırtında olan her şeyi atmak ve onun tutunmaya çalıştığı her desteği yıkmak istiyor. Çevresinde bulunan her şey oynuyor duruyor.
İnsan daha önce birçok depremleri ve volkanları görmüştür. Depremler ve volkanlar onda korku, dehşet, ürperti yaratır. Ama o kıyamet zelzelesini gördüğü zaman bununla dünya hayatında gördüğü depremler arasında bir benzerlik olabileceğini dahi düşünemez. Çünkü bu durum insanoğlunun bilmediği yepyeni bir durumdur. Esrarını anlamadığı, eşine rastlamadığı ve ilk defa vuku bulan gerçek ten dehşet verici bir durumdur.
“İşte o gün”, bu sarsıntıların olduğu ve insanın onu görünce aklını yitirdiği gün “bütün haberlerini anlatacaktır. Çünkü Rabbin kendisine vahyetmiştir.” Bu yeryüzü bütün haberlerini anlatacak halini ve macerasını söyleyecektir. Çünkü artık onun için olacaklar olmuş ve “Rabbin kendisine vahyetmiştir.” Sarsılmasını oynamasını, bütün ağırlıklarını atmasını buyurmuştur. O da Rabbinin emrine itaat ederek gerekeni yapmıştır. Haberlerini bildirmeye başlamıştır. Bu durum Allah’ın emrini belirten vahyini anlatan yeni bir durumdur.
Ve burada insanoğlu kendinden geçmiş bitip tükenmiştir. Ayetin ifadesi daha korkunç ve daha dehşetengiz olarak üzerine üzerine yürüyor. Daha büyük sarsıntılar ve oynaklıklar meydana getiriyor. O haldeyken, insan nefesini tutamazken, ne oluyor şuna dururken işte o anda Hakk Teâlâ onu haşir, hesap ve ceza günündeki tablo ile yüz yüze getiriyor:
“O gün insanlar yaptıkları kendilerine gösterilmek için bölük bölük dönerler. Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.”
Ve bir anda biz kabirlerden kalkış sahnesini görüyoruz: “O gün insanlar bölük bölük dönerler.”
Biz yeryüzünün muhtelif noktalarından sanki yayılan bir çekirge sürüsüymüş gibi bölük bölük gelen insan tablolarının görüyoruz. Bu tabloyu insan daha önce hiç görmüş değildir. Şuradan ve oradan kalkıp koşan nesillerin ve yaratıkların arz ettiği tabloyu hiç seyredebilmiş değildir.
“Yeryüzünün onlar için çabucak yarıldığı gün.” İnsan gözü nereye ilişirse orada hızlıca koşup gelen sağına soluna bakınamayan, boynunu döndüremeyen, gözleri dönmüş ve boynu bağlı olarak çağıran sese doğru koşan hayaller yığını görmektedir.
“Herkes için o gün kendisini müstağni kılan bir hal vardır.” Bu sahneyi beşer dili tavsif etmekten acizdir. Öylesine sarsıcı öylesine dehşet verici, öylesine korkunç ve öylesine utandırıcı bir sahne. Yukarda saydığımız ve lügatlarda yeri olan benzer kelimelerin hiçbirisi bu sahnenin hayal ettirdiği vasıfları anlatamaz. İnsan kendi hududu ve kabiliyeti nispetinde o gerçekleri kavrayıp tahayyül etmeye çalışır.
“İnsanlar bölük bölük dönerler”... “Yaptıkları kendilerine gösterilmek için.” Bu ise daha korkunç ve daha zor... Yaptıklarının kendilerine gösterileceği ve yaptıklarıyla yüz yüze gelecekleri yere doğru koşmaları. Öyle zamanlar olur ki insanın yaptığının yüzüne vurulması veya yaptığıyla yüzleştirilmesi her çeşit cezadan ağır olur. Bazen öyle hareketler yapar ki onu görmek istemez hiç. Karşısına getirilecek olursa duyacağı nefret ve iğrençlikten yüz çevirir. Bu durum pişmanlığın fayda verdiği ve dönme ihtimalinin bulunduğu zamanlardadır. Ya bir de herkesin gözü önünde azamet sahibi Mütekebbir ve Cebbar olan Allah’ın huzurunda yaptıklarıyla karşılaşırsa o zaman durum ne kadar daha korkunç ve feci olur.
Bu gerçekten akılları durdurucu bir cezadır. Yalnızca yaptıklarının gösterilmesi ve yaptıklarıyla yüzleştirilmeleri eşi bulunmaz bir ceza. Hem bu yaptıklarının gösterilmesinden sonra tartıya vurulmayan, cezası verilmeyen zerre miktarı hayır veya şerrin bırakılmadığı ince hesap anı gelir.
“Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.”: Zerre kelimesini eski tefsirciler sivrisinek diye açıklarlardı. Bir kısmı ise güneşli havada güneş ışığında göze çarpan küçücük toz par- çaları olarak tefsir ederdi ki, o güne göre zerre kelimesinden tasavvuru mümkün olan en küçük şeyler bunlardı.
Biz ise bugün zerre ile atom adı verilen ve güneş ışığında çıplak gözle görülen küçücük toz parçalarından çok daha küçük olan şeyi bilmekteyiz. Atom en büyük büyüteçler altında laboratuvardaki mikroskoplarla bile görülemez. Yalnız bilginlerin kafasında yer eden bir manzara halindedir. İlim adamları gözleriyle onu ne görebilmiş ne de büyüteçleriyle inceleyebilmişlerdir. Gördükleri sadece onun yaptığı şeylerdir.
İşte bu söylediğimiz veya ona benzer ağırlıktaki hayır ve şerri o gün sahibi hazır bulur ve cezasını görür. Ve o zaman insan yaptığı şeylerden hiçbirisini küçümsemez. İyi veya kötü olsun, bu önemsizdir hesap ve tartıya gelmez demez. Vicdanın yaptığı her hareket karşısında ürperir. Bir zerrenin bile o çok hassas terazinin kefelerinden birini ağır bastıracağını bilerek vicdanen hassas olur.
Bu ölçünün eşi ve benzeri mümin gönüllerden başka hiçbir yerde görülmüş değildir. Mümin kalb zerre miktarı hayır ve şer için ürperir. Halbuki dünyada dağlar kadar günah, isyan ve kötülük yaptığı halde hiç kımıldamayan kalbler vardır. Önünde dağ zirvelerinin hiç kalacağı hayır tepelerini tepip de müteessir olmayanlar vardır.
Bu kalbler yeryüzünün çamuruna batmışlardır. Hesap günü yaptıklarının ağırlığı altında ezileceklerdir.