“İslam mimarisinin içinde bir ruh gibi muhakkak rahle başında bir Kur’an sesi lazım,
o ses olmadığı zaman bu mimari kuru bir şekilde görünür.”
Yahya Kemal Beyatlı
Mimarinin yaşanılan bir sanat olmasının yanında önemli meziyetlerinden biri de kendi dışındaki diğer sanatları, kendinde toplayabilmesidir. Hat, tezhip, çini gibi sanatlar mimariyle bütünleşir ve muazzam bir duruşun yanında manalı bir bakış kazandırır. Tek başlarına birer sanat eseri olan bu yazı ve süslemeler birlikte de abidevi bir sanat eserini oluştururlar. Bir ses, bir musiki bile mimari eserin içinde mekânla bütünleşerek ruhu başka âlemlerde gezdirir.
Sanat gözlere güzellik verdiği kadar ruhlara da incelik verir. Osmanlı insanından bahsederken zikredilen vakıflarda ve hassasiyetlerde, tevhid inancı ve tevhidi simgeleyen bir sanatla birlikte yaşamalarının etkisi yadsınamaz. Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda Saray Nakkaşhanesi kurdurması Osmanlıda sanatın değerini ve konumunu açıkça göstermektedir. Bu nakkaşhanede kitap sayfalarından yapıları süslemeye kadar birçok sanat icra edilmiştir.1Nitekim İstanbul, Edirne, İznik ve Kütahya’da çini üretiminin yapılması ve siparişlerle desteklenmesi de buna örnektir.
Çini diyerek seyrettiğimiz sanat eseri, bir şehir ismiyle birlikte adlandırılarak günümüze “İznik çinisi” olarak gelmiştir. Şehirler için bir mertebedir, bir sanatla anılmak. Çini ise seramik sanatının ulaştığı zirvedir. İznik öncesi üretimi ilk Müslüman Türk devletlerine kadar dayansa da Osmanlı döneminde İznik çinisi farklılığı ve kalitesiyle daima öne çıkmıştır.
Çini kelimesi, “Çin’e ait” anlamına gelir. Osmanlılar döneminde Çin’den gelen porselenlere bu isim verilirdi. Çini eserler, eski kaynaklarda “kâşi” ve “sırça” olarak geçmektedir. Çin porselenlerinin Osmanlı topraklarına giriş yapmasından evvel üretilen üstü değerli kap-kaçaklara “kâşi”, bunları üretenlere ise “kâşiyan” denilirdi. Kâşi kelimesi ise İran’ın Kaşan şehrinden gelmektedir. Bu şehirde çok üretim yapılması ve yine bu şehirden gelmesi sebebiyle “kâşi” denmiştir.
Orta Asya’dan çıkıp Selçukluların aracılığıyla Anadolu’ya taşınan bu sanat, ilk uygulamalarında eşyada ve yapıların dış duvarlarında kullanılmıştır. Büyük Selçuklu yapılarına bakıldığında daha çok dış duvar, minare kaplamalarında görülen çini, Anadolu Selçuklu döneminde dış ve iç mekânda kullanılmıştır. Selçuklularda kubbe ve kubbeye geçiş elemanlarının kaplanmasında kullanılan çini, Osmanlının klasik döneminde iç mekâna girerek duvar tezyininde kendini göstermiştir. Klasik dönemin simge yapısı olan Süleymaniye Camii’ni kaplayan çiniler, İznik üretimidir. İznik, klasik dönemde payitahtın çini ihtiyacını karşılayan bir merkez olmuştur.
İznik’in geçmişine bakıldığında farklı dönemlerde öne çıkan bir şehir olduğu görülür. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin farklı dönemlerinde idarenin merkezi olduğu gibi Roma döneminde ilan edilmese de kentte bulunan bazı yazıtlarda başkent olduğuna işaret edilmektedir. Hristiyan dünyası için önemli toplantıların yapıldığı yer olmuştur. İznik’te bulunan Ayasofya, önemli kararların alınmasına şahitlik etmiştir. İznik, Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından 1078’de fethedildiğinde Türkler şehre ilk adımlarını atmış oldu. Haçlılar şehri almak için tekrar saldırdı ve kazandılar. Osmanlı devrine gelindiğinde Orhan Gazi’nin 1331 yılındaki fethi ile İznik tekrar Türklerin eline geçti. 1340-1344 yılları arasında Osmanoğulları Beyliği’nin merkezi İznik olmuştur. Bizans’ın Anadolu’daki en büyük yerleşim merkezi, Orhan Gazi devrinde İslâm’la tanışarak şenlendirilmiştir. Fetihten sonra Ayasofya, Orhan Gazi tarafından camiye çevrilmiştir. İmaretler, medreseler açılmıştır. Devrin önemli âlimleri ve sanatkârları şehre getirilmiş, talebe yetiştirmişlerdir. Osmanlı döneminde ilim ve kültür açısından en önemli gelişme, ilk medresenin İznik’te kurulmasıdır. Orhan Bey tarafından İznik medresesine getirtilen Davud-i Kayseri, Alaeddin-i Esved ve oğlu Şeyh Kudbeddin-i İznikî ve onun oğlu Mehmed Muhiddin İznik’in gelişmesine katkı sağlayan ilim insanlarındandır. Ayrıca Çandarlı sülâlesinden Mahmud Çelebi, İznik’te Mevleviliğin gelişmesini sağlayan bir şahsiyettir.
İznik’te Osmanlı erken dönem mimarisinin güzîde örneği Yeşil Cami bulunmaktadır. Minaresindeki çiniler, âdeta İznik’in yakın zamanda çininin başkenti olacağının habercisidir. Yapıldığı dönem Anadolu’nun doğusundan gelen gezici sanatkârlar meşhurdur. Minarenin, onların eseri olduğu düşünülmektedir. Klasik döneme gelindiğinde Mimar Sinan tarafından Ayasofya’ya onarım yapıldığı bilinmektedir. Yine bu dönemde şehir, çini üretim merkezi olmuş fakat daha sonra çini fırınlarının kapanmasıyla güzel zamanları geride kalmış, bakımsızlık ve talanlar sebebiyle İznik tahrip olmuştur. Evliya Çelebi’nin havasını ve suyunu tatlı bularak, şehirdeki imarı ve sosyal hayatı geniş bir şekilde anlatmasına karşın 20. yüzyılda şehre gelen seyyahlar, İznik için “ölü şehir” tabirini kullanmıştır.
Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlar tarafından işgal edilen şehir, en derin yaralarını o dönem almıştır. Ali Saim Ülgen o dönemin tahribatından bahsederken “en insafsız davranılan bölge” olarak tanımlamıştır İznik’i. Can kayıplarının meydana gelmesi, nüfusun dağılması ve şehirde bulunan tarihi mirasların yok edilmesi bu görüşü destekler niteliktedir. Geçmişinin derinlere indiğini gördüğümüz kadim şehir İznik’in günümüze yakın devirlerinde cansız ve neredeyse bilinmez bir şehir olması, şehirlerin de bir alın yazısı olduğunu düşündürebilir. Osmanlı’da olduğu gibi İznik’in de şimdiye kadar olan yazısında muhteşem devir, Osmanlı Klasik Devri’dir. Evliya Çelebi’de Anadolu’nun çini şehri olarak geçmektedir. Üç yüz kadar çini atölyesi bulunduğu ve buradan dünyaya çini üretimi yapıldığı aktarılmaktadır.
“Çiniden kâseleri, tabakları ve ibrikleri meşhurdur. Osmanoğulları ülkesinde ne kadar nakışlı çinili imaret var ise bu İznik şehrinde işlendiğinden Çîn-i Mâçîn-i Rum derler. Sihirli bukalemun nakışlı kâşîler (çiniler) işlenir ki anlatılmasında dil yetersiz kalır.”
Arşiv belgelerinde yapılan çinicilik araştırmalarında Osmanlı’da çinicilik ile uğraşan kişilere kaşîger dendiği görülmektedir. 17. yüzyıl Ehl-i Hiref Hâssa Defterleri’nde çini üretimi yapan grup ise “Cemaat-i Kaşîgerân-ı Hâssa” olarak yer almaktadır. İnşaatlarda kullanılacak çinilerin teminiyle ilgilenen kişinin çinicibaşı olduğu da kayıtlarda geçmektedir. 16. yüzyılın ortalarından sonra İstanbul’da mimari eserlere sipariş yetiştirilemediği için üretim tamamen İznik’e aktarılmış ve sayısı azalan ehli hirefe bağlı çini ustaları saray çinileri ile ilgilenmiştir. Yine belgelerden görülmektedir ki en düşük ücretle çalışan sanatkârlar kaşîgerlerdir. 1585 tarihli bir fermandan anlaşıldığı üzere, Topkapı Sarayı’nda yapılacak olan yeni hamam için istenen çinilerin istenilen tarihte gelmediği durumda çinicilerin başka sipariş almaları yasaklanmıştır. Aynı tarihli başka bir fermanda ise çinilerin temininin Karamürsel limanından gemiyle İstanbul’a taşınmasıyla gerçekleştiğinden bahsedilmektedir. Çini siparişi ve temini ile ilgili belgelerde, muhatabın İznik Kadısı olduğu görülmektedir. 1585 tarihli fermanda İstanbul’dan İznik’e gönderilen çinicibaşı ile ilgilenilmesi için İznik ve Karamürsel kadısı görevlendirilirken, 1595 tarihli bir fermanda, Saray-ı Amire ve III. Murad’ın Ayasofya arkasındaki türbesi için istenilen çinilerin üretimini hızlandırmak üzere çinicilerin tabak ve bardak üretimlerinin engellenmesi emri İznik kadısına verilmiştir. Topkapı Sarayı’nın birçok yeri İznik çinileri ile bezenmiştir. Payitahtın idare merkezi için verilen siparişler İznik’te üretimin canlı kalmasını ve kalitenin artmasını etkileyen unsurlardan olduğu düşünülebilir.
İznik çinisi; altyapısının, tekniğinin, desenlerinin ve renklerinin kalitesiyle farklılık göstermektedir. İznik’te “çok renkli sır altı” tekniği kullanılmış ve fîrûze, mavi, yeşil, kırmızı, lâcivert, beyaz ve bazen de siyah olmak üzere toplam yedi rengin sır altına uygulanmasıyla o güne kadar dünyada çini üretiminde görülmemiş bir teknik meydana getirilmiştir. İlk kez Süleymaniye Camii çinilerinde kullanılan kabarık mercan kırmızısı Türk çini sanatını zirveye ulaştırmıştır. Süleymaniye Camii türbeleri, İstanbul atölyelerinde üretilen çinilerle bezenmiştir. Aynı tekniğin kullanılması hasebiyle üretim yeri fark etmeksizin İznik çinisi olarak adlandırılmıştır.
Uzun zamandır restorasyonda olduğu için görülmeyen Rüstem Paşa Camii, İznik çinilerinin sergilendiği bir müze gibidir. Üretilen çinilerdeki zengin desenler camiyi tezyin etmektedir. Başka bir Mimar Sinan eseri olan Piyale Paşa Camii, Kadırga’da bulunan Sokollu Mehmet Paşa Camii ve Takkeci İbrahim Ağa Camii de İznik’in kaliteli çinilerinin sergilendiği önemli eserlerdendir. İçerisindeki mavi renkli çiniler dolayısıyla Mavi Cami (Blue Mosque) olarak bilinen Sultan Ahmet Camii, çini sanatının pek çok örneğinin bir arada bulunduğu son büyük yapıdır.
İznik çinilerinin, Osmanlı sınırlarını aşarak farklı kıtalara ulaştığı bilinmektedir. Kudüs başta olmak üzere birçok şehirde izlerine rastlanmaktadır. Venedik, Cenova ve Dubrovnik limanları gibi önemli ticaret rotalarıyla Avrupa’da yayılmıştır. Yapılan bazı sualtı arkeoloji çalışmaları da çini parçalarının deniz yoluyla diğer ülkelere ihraç edildiğini göstermektedir. Örneğin 2007-2013 yılları arasında Hırvatistan açıklarında bulunan ve 16. yüzyılda Venedikli tüccarların olduğu düşünülen batıkta sualtı arkeoloji çalışmaları yapılmıştır. Bu batık içerisinde İznik çinisi çanak ve çömlekler bulunmaktadır. Bugün de yurtdışında birçok müzede İznik çinileri sergilenmektedir. Bunlar kimi zaman mimari bir eleman olurken kimi zaman da evâni denilen eşyalardır. Tabak, fincan, çömlek, kandil gibi birçok örnekleri vardır.
17. yüzyıla gelindiğinde demiryollarının İznik’ten geçmemesi, ticaret yollarının değişmesi gibi sebeplerle İznik’te çini üretimi azalmıştır. Ustaların kaybı ve tekniğin aktarılamaması bu durumu tetikleyip İznik çinisinin sürdürülememesine sebep olmuştur. Çini üretimi devam etmiş fakat yeni uygulanan çinilerde zaman içerisinde bozulmalar görülmüştür. İznik çinisinin kalitesine ulaşılamamıştır. İznik ve İstanbul atölyelerinin kapanmasıyla, klasik devirden sonra yeni mekanlar için sipariş edilen Topkapı Sarayı’ndaki çinilerde görülen boya akmaları, pişirme sırasında yapılan hatalara dikkat çekmektedir. Renklerin canlı olmaması, motiflerin büyük ve kalın olması gibi durumlar, İznik çinisi estetiğinden de uzaklaşıldığını göstermektedir.
18. yüzyılda İstanbul’da üretim yapılması için Tefkur Sarayı, çini imalathanesi olarak kullanılmaya başlandıysa da 19. yüzyılın sonlarına kadar devam edebilmiştir. İznik çinisinin icrası kesintiye uğradı fakat günümüzde sınırlı sayıda da olsa kaliteli eser üretme ve geleneği devam ettirme amacı olan sanatkârlar vardır. İznik çinisinin tekniğine ulaşmak için uzun yıllar araştırmalar yapan Faik Kırımlı bu isimlerden birisi olmuştur. Türk çiniciliğine hem teorik hem uygulamalı katkılar sunmuştur. İstanbul’dan İznik’e giderek bir atölye açmış, çalışmalarını orada sürdürmüştür. İznik çinisinin bir başka üreticisi de Faik Kırımlı’nın talebeleri olan Nursen ve Güvenç Güven çiftidir. 16. yüzyıl İznik çinisi ürettiklerini belirtmekte ve eserlerini Ayvansaray’daki atölyelerinde sergilemektedirler.
Münire Rumeysa Çakan
Öğr. Gör. Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi
Düşünen Şehir Dergisi