Süleymaniye Camii, orta yaşlı bir kadın gibi... Bir ana gibi daha çok. Anamızı hatırlatıyor. Yani kökümüzü, bağımızı... Bu mübarek mekanın içi ve dışı, her yeri, ana karnı sıcaklığından bir esinti gibi…
Süleymaniye Camii, kulluk vazifesini ifa etmek isteyenlerin, payitaht İstanbul içinde, belki de en lezzet alacakları yapıdır. Lezzet... Taşı ayrı lezzet... Minyatürleri, kubbeleri, sütunları, şerefesi, minberi, kokusu, iman kokusu, abdest kokusu... Hepsi ayrı bir lezzettir.
İstanbul’un kalbinde...
Süleymaniye Camii, ceddimizin en haşmetli hükümdarlarından “Muhteşem Süleyman’ın”, yakınında ceddimizin en büyük mimarı “Mimar Sinan’ın” ve Süleyman Han’ın muhterem refikaları “Hürrem Sultan’ın” kabrine komşudur.
Süleymaniye Camii, avlusunda ellerini arkaya bağlayıp, ellerini önüne kenetleyip biraz dolaştığında, avlusunun arka kısmındaki manzarasını seyrettiğinde, sana “muhteşem” bir deneyim yaşatır. O iman nuru ve iman feraseti yapıya öyle nakış nakış işlemiştir ki, “kendi Kanuni deneyimini” yaşarsın. Birden ceddini, yüzlerce yıl öncesini hatırlar, adeta bir hükümdar gibi bakarsın etrafa. Allah’ın halifesi gibi bakarsın. Hissiyat dünyanın ummanlarında coşkular, terennümler başlar. Kendini kaptırır gidersin. Nefsinle bir mücadeleye girişirsin. Yaşadığın bu günkü hayat ile…
Allah’ı anlatan mabed!
Süleymaniye Camii, bir “iç yolculuğunun” hedefidir. Ve hedefine ulaşmıştır. Sen bu hedefte konaklar ve bundan sonraki yolculuğuna devam edersin. Ama “Muhteşem Süleymaniye’yi” hiç unutmadan. Nasıl unutabilirsin? Büyüklüğü boş ver, var mı böyle azametli bir yapı bu coğrafyada?
Süleymaniye Camii, en büyük sanatı hatırlatır. Üstad Necip Fazıl’ın: “Sanat Allah'ı aramakmış / Marifet bu / Gerisi yalnız çelik çomakmış” dizesini getirir gözünün önüne. Hedefi kulluk olan, “rıza” olan bir işin sonucuna bakarak, ihtişamdan ve ceddinin hakikat arayışından başın döner.
Süleymaniye Camii, Yahya Kemal’i hatırlatır, o büyük şiir. O ulu mazinin destanını anlatan şiiri ile Süleymaniye’de gezintiye çıkarsın.
Yüzyıllar öncesinde donup kalmış gibi...
Süleymaniye Camii, eski İstanbul beyefendilerinin Cuma namazlarını, bayram namazlarını hatırlatır. İhtiyar dedelerin misk kokulu ellerini ve sakallarını, meshlerini, köstekli saatlerini… Yaşı, kimyası ve dini diri olan gençleri hatırlatır, bu ulu mabedin içinde saf tutmuş…
Süleymaniye Camii, avlusunda gezinen Süleyman Han’ı, ustaları teftişe gelen Mimar Sinan’ı, içeride dikkatle çalışan Hattat Hasan Çelebi’yi, caminin ihtişamını görmek için Saray’dan çıkıp bir kafile ile ulu mabede gelen Hürrem Sultan’ı, camiye hayran hayran bakan ve ne yazacağını düşünen Evliya Çelebi’yi, kubbesinin altında yüzlerce, binlerce Allah dostunu, ins ve cinni, melekutu konuk etmiş, etmeye devam eden, bir gönül mabedidir.
Süleymaniye, hepimizden diridir ve canlıdır.
Gidip bakabilirsiniz.
Taha Süren çağırdı