Reisü’l-Kurra Abdurrahman Gürses sesiyle mest ederdi

Abdurrahman Gürses doksan yıllık ömrünü Kur’an hizmetine adamıştır. İstanbul-Arap tavrı karışımı tilavetiyle kendisine has bir okuyuş geliştirmiş ve Türkiye’de bu alanda bir ekol olmuştur. Gönlü Kur’an-ı Kerim’e ihtiramla dolu bir kişidir.

Reisü’l-Kurra Abdurrahman Gürses sesiyle mest ederdi

Yaşadığı dönemin önde gelen hafızlarından biri olan Abdurrahman Gürses Hocaefendi, 1909 yılında Sakarya’da doğdu. Babası aynı köyün caminde imam ve hatip olarak görevini yerine getiren Hafız Said Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Abdurrahman Gürses, küçük yaşta babası Hafız Said Efendi’den Kur’an-ı Kerim’i hıfzetti. 1922 yılında İstanbul Soğuksuyu Medresesi’nde eğitim gördükten sonra Hendek’e dönerek çeşitli hizmetlerde bulundu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında genç bir hafızken Menemen provokasyonu bahanesiyle bîzar edilenler arasında yer aldı. O yaşta, hiçbir suçu ve günahı yokken, hapishaneyle tanıştı. Ama o bunlara aldırmadı. Çıktıktan sonra yine aslî hizmetine döndü. Günübirlik kavga ve çekişmelerle hiçbir şekilde ilgilenmedi. Ömrü boyunca Kur’an’a hizmet etti. Binlerce Kur’an talebesi ve hafız yetiştirdi.

1957 yılında Fehmi Efendi’den kıraat öğrendi ve bu ilimde icazet aldı. Kendine has bir okuyuşa, özel bir yeteneğe, tavra ve kıraat icrasına sahipti. Abdurrahman Gürses Hocaefendi, bir müddet memleketi olan Hendek’e döndüğünde, özel dersler vererek talebe yetiştirmeye başladı. Bu sırada Gülizar adında bir hanımefendiyle evlenmiş ve bu evlilikten Kenan, Adnan ve Leyla isimli üç evladı dünyaya gelmiştir. Oğulları, Kenan ve Adnan, Hocaefendi’nin vefatından çok önce genç yaşta vefat etmişler ve geriye biricik kızı Leyla Hanımefendi kalmıştır.

Sesinin güzelliği tüm Anadolu’ya yayıldı

Sesinin güzelliği ve ahlakıyla sivrilmiş olan Hocaefendi’nin şöhreti tüm Anadolu’ya yayılmıştı ve okuduğu Kur’an-ı Kerim’i dinlemeye Anadolu’dan bulunduğu yanına oluyordu. Uluslararası Kur’an-ı Kerim yarışmasında birçok kez jüri üyeliği yapan Abdurrahman Gürses Hocaefendi, çeşitli ülkelerde de Türkiye’yi temsil etmiştir. 1979 yılında emekli olduktan sonra, Haseki Eğitim Merkezi’nde kıraat dersleri vermiştir. Gönenli Mehmet Efendi’den sonra “Reisü’l-Kurra” unvanı almış ve ölümüne kadar bu görevini sürdürmüştür.

Gürses imamlık vazifesinin yanı sıra Beyazıt Camii Kur’an Kursu, Nuru Osmaniye Kur’an Kursu ve İstanbul İmam-Hatip Okulu başta olmak üzere çeşitli yerlerde talim ve kıraat dersleri verdi. Pakistan, Endonezya, Malezya, Tunus, Cezayir, Libya, Lübnan, Irak gibi ülkelerde düzenlenen tilâvet programlarına okuyucu olarak çağrıldı. Fas’ta adına bir Kur’an kursunun açılmış olması onun kıraat ve tilâvet birikiminin uluslararası düzeyde tanındığını göstermektedir.

Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Haseki Eğitim Merkezi’nde 1976-1998 yılları arasında kıraat öğretti. Gayri resmi olarak icazet verdiği pek çok talebenin yanı sıra burada yüzden fazla talebeye aşere-takrîb icazeti verdi. Talebeleri arasında İsmail Biçer, Mehmet Çevik, Ramazan Pakdil, Mehmet Sevinç, Necati Kap, Sıtkı Gülle, Fatih Çollak, Mustafa Demirkan, Talip Akbal ve H. Osman Şahin gibi isimler yer alıyor. Okuttuğu talebelerine kıraat ilminin yanında Kur’an okumanın adabını da öğretirdi. Onlara mütevazı olunmasını, vakur olunmasını, temiz olunmasını, kılık-kıyafetine de dikkat etmeleri gerektiğini nasihat etti.

Kur’an okumanın adabını öğretirdi

Bunun yanında Kur’an tilâvetinde niyetin halis tutulmasını, Allah huzurunda O’nun kelâmını, O’na arz ediyorken huşu içerisinde olunmasını, aşr-ı şeriflerin, okunan meclisin gündemine uygun olmasını, tecvit ve kıraat ölçülerine çok dikkat etmeyi, makam ve name hatırına tecvid ve kıraat ölçülerinin ihlâl edilmemesini, manaya dikkat edilmesini manaya göre seslendirme yapılmasını öğretiyordu. Kur’an’ın; aşkla, şevkle, en güzel eda ve seda ile okunmasını, okuyanın Kur’an’ın etkisi altına girmesini tavsiye eder, kendi şahsında da bunları uygulamaya çalışırdı.

Vakarı, tok gözlülüğü, temiz giyinişi, Kur’an hizmetine gönül vermesiyle tanınan ve zihinlerde müstesna bir yer edinmiş olan Abdurrahman Gürses Hocaefendi, kıraat ilim mirasının Osmanlılardan günümüze intikalinde önemli bir görev üstlenmiş ve bu bağlamda bir kıraat öğretim usulü olan “Ahmed es-Sûfî” mesleğinin devam etmesini sağlamıştır. İleri derecede Arapça bilen ve yüzlerce talebe yetiştiren Abdurrahman Gürses, dünyanın en gözde hocaları arasında yer alıyordu. Emekliliğinden önce 1976 yılında açılan ve o tarihte başladığı Haseki Eğitim Merkezi’ndeki derslerini vefatından 11 ay öncesine kadar devam ettirdi. 10 Ağustos 1999 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Naaşı, vefatının ertesi günü, yaklaşık on bin kişinin katılımıyla kılınan cenaze namazından sonra kırk yıl imamlığını yaptığı Beyazıt Camii’nin bahçesinde toprağa verildi.

Emin Saraç Hocaefendi anlatıyor

Birlikte gittikleri yirmiye yakın hac yolculukları sırasında Hocaefendinin hususiyetlerini, meziyetlerini çok yakından tanıma fırsatı bulan Emin Saraç Hocaefendi, hâl ve hareketleri her daim edep üzerine olan Abdurrahman Gürse ile olan tanışıklığını şu ifadelerle anlatıyor:

Abdurrahman Hocaefendi ile yirmiye yakın kez hacca birlikte gittik. Yol boyunca Hocaefendinin hususiyetlerini, meziyetlerini çok yakından tanıma fırsatı buldum. Bir kere bütün gününü Kur’an-ı Kerim ile geçirirdi… Harem-ii Şerif’deki hâl ve hareketleri hep edep üzereydi. ‘Ehlu’l Kur’an olan kimse Allah’ın has kullarıdır.’ hadisi şerifi her hatırıma geldiğinde Abdurrahman Efendi gözümün önüne gelir. Çünkü bu Hadis-i Şerif Hocaefendinin hâline son derece mutabıktır. Hocaefendi belli etmezdi ama gözü çok yaşlı bir zattı. Medine’de kaldığımız süre boyunca gizli gizli çok yaş dökerdi.

Dünyaya rağbet etmeyen çok zahit bir kimse idi. ‘Her kim Kur’an-ı Kerim ehli olup da kendisini herkesten müstağni saymazsa o kimse Kur’an-ı Kerim’e hürmet etmemiş.’ olur mealindeki hadise uygun hareket ederdi. Hocaefendi ‘Kifafı nefs’ ile yaşamıştır. Parasının ancak geçinecek kadarını tutar, gerisini hep infakta kullanırdı. Ben de şimdi gerçi bizim şehadetimiz bir şey ifade etmez ama gerçekten de Abdurrahman Efendi bu dünyaya masum geldiği gibi masum, fazilet ve kemâl sahibi olaraktan ahirete göçmüştür.”

Mustafa Demirkan Hocaefendi’yi anlatıyor

Abdurrahman Gürses Hocaefendinin öğrencilerinden Mustafa Demirkan, Hocaefendi ile tanışmasını ve hatıralarını şu ifadelerle anlatıyor:

“İmam Hatip’te öğrenciyken Kur’an-ı Kerim müsabakası oldu. Orada birinci olanları bir geziye çıkardılar. Hocamızı o zamana kadar tanımıyordum. Tevafuk oldu yan yana geldik. Bana ‘Oğlum bu kıraat ilmi iki kanatlıdır. Biri bende diğeri sende. Bendekini de sana vereyim çift kanatlı ol.’ dedi. O yaz ilim almaya başladım kendisinden ve son nefesine kadar beraberdik. Allah, Abdurrahman Gürses gibi insanlarla Kur’an’ı muhafaza ediyor, bu gibi kişilerin kalplerine Kur’an-ı Kerim’i nakşediyor. Abdurrahman Hoca gibi insanların tevazu ve vakar sıfatlarını bir arada barındırırlar.”

Fatih Çollak, Abdurrahman Gürses Hocaefendi’yi yazmış

Gürses Hocaefendi’nin tedrisinden geçmiş, Kur’an hafızı, akademisyen Fatih Çollak tarafından hazırlanan “Abdurrahman Gürses Hocaefendi” kitabı, müstesna şahsiyet Abdurrahman Gürses’in hayatını anlatıyor. Fatih Çollak, kitabını hazırlarken Diyanet’in kaynaklarından muhtarlık kayıtlarına, şahsi dilekçelere, hastane raporlarına kadar zengin bir arşivden faydalanmış. Yine Hocaefendinin kızı Leyla Gürses’ten de babasına dair bilgiler alınmış. Hocayla yapılan söyleşiler, vefatından sonra kendisi hakkında yazılanlar da Çolak’ın kitabında yer alan başlıklardan. İslâmcılık ve Osmanlı kültürü üzerine yaptığı araştırmalarla bildiğimiz İsmail Kara ve Kur’an karileri arasında saygın bir yeri olan Ramazan Pakdil de kitaba şifahi bilgileriyle katkı sağlamışlar. Bir talebesinin hocasına vefası olarak ortaya çıkan bu kitap, son âlim çınarlardan birinin hayatına odaklanmak için muhteşem bir kaynak verebilir.

Fatih Çollak Hoca, Abdurrahman Gürses Hoca ile ilk dersini şu şekilde anlatıyor:

“Necati hoca bana dedi ki: ‘Bundan böyle dersini Hocaefendi (Abdurrahman hocayı kastederek) dinleyecek evladım.’ Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştım. Abdurrahman Hocaefendi’ye talebe olmak… Nasıl okuyacaktım, ne diyecekti, acaba bu işi başarabilecek miydim? Bu ve benzer sorular zihnimi meşgul etmeye başladı. Ertesi gün benim için çok zor bir gün olacaktı. Ertesi gün Abdurrahman hoca öğle namazına yarım saat kala kursa geldi. Kendisini ilk defa o gün gördüm. Takım elbisesi, kravatı ve fötr şapkasıyla dikkatimi çekmişti hoca. Çok şık giyindiği belliydi. Yüz hatları ve bakışları, sert mizaçlı biri olduğu kanaatini uyandırıyordu insanda. Yanına yaklaşılamaz ve konuşulamaz dedirtiyordu âdeta… Abdest alıp mihraba geçti. Cübbe ve fesiyle bütün heybeti ve ihtişamı üzerindeydi. Namazı kıldırdıktan sonra aşr-ı şerif okudu. Muhteşem bir kıraatti. Okurken hissediyor, yaşıyordu ayetleri sanki. Kıraat esnasında verdiği nefes aralıklarında etrafa bakıyor, bir sağa bir sola dönüyor, sanki bir manevi âlemden bir başkasına gidip geliyordu. Tam bir Kur’an kıraati.

Namazdan sonra tekrar kursa geldi. O güzel kıraat belli ki yormuştu hocayı. Makamına geçti ve bir süre nefeslendi. Necati Hoca bana işaret edip hocanın yanına gelmemi istedi. Huzuruna vardım ve elini öptüm. ‘Size bahsettiğim Erzurumlu genç, efendim!’ dedi Necati Hoca. ‘Öyle mi!’ dedi Hocaefendi. ‘Otur şöyle evladım.’ diye ekledi. Sordu sual etti. Erzurum’dan, orada birkaç talebesinin olduğundan bahsetti. O gün bana son söz olarak ‘Yarın sûre-i Leyl’i bana okuyacaksın, şimdi gidebilirsin.’ dedi Hocaefendi ve ben ertesi gün ‘Bed-i besmele’ ederek Kur’an hayatımın en önemli safhasına başlamış oldum. Artık resmen Abdurrahman Gürses Hocanın talebesiydim. İlk ders döneminin bir buçuk ayı Necati Hoca, bir ayı da Abdurrahman Hocaefendi ile geçmişti. İki buçuk ayın sonunda yaz tatili bitti ve ben okul için Erzurum’a geri döndüm.”

Deniz Demirdağ

YORUM EKLE