Hattat Ali Alparslan’ı hayır, rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Eski Türk Edebiyatı profesörü, talik (kendi ifadesiyle nestalik), celi talik, rik’a, divani ve celi divani yazı nevilerinde son dönemin en büyük ustalarından biri olan Ali Alparslan’ın doğum tarihi ile ilgili muhtelif mecralarda muhtelif tarihler var. Aynı keyfiyet doğum yeri ve ismiyle de ilgilidir. Doğum yeri ve tarihinden başlayalım. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Hattatlar’da Ali Alparslan’ın doğum yerini Çorum şeklinde yazınca, Son Hattatlar’dan beslenen kaynaklar, Ali Alparslan’ın doğum kaydını böylelikle Çorum’a almıştır.
Pek çok yerde Ali Alparslan’ın doğum yılı olarak 1923 ve 1924 tarihleri verilir. Ali Alparslan’ın vefatının 7’inci yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde düzenlenen anma toplantısına katılmıştık. Orada merhumun yeğeni Sinan Gürlen, “Nüfus kaydında 1923 yazmasına rağmen aslında 1922 yılında Bulgaristan’da, Demirhisar’da doğmuştur” diyerek dayısının doğum tarihine açıklık getirmiştir.
Muzaffer Ali Alparslan
Ali Alparslan’ın isminin evvelinde bir mim var. Pek çokları “mim”i Mehmet şeklinde yazıyor. Bu husustaki hata da İbnülemin’e dayanıyor. İbnülemin, hat sanatı için referans mahiyetinde olan Son Hattatlar kitabının 589’uncu sahifesinde muhatabımızın ismini “Mehmed Ali Efendi” şeklinde yazmış. Ali Alparslan’ın adının başında bulunan mim harfinin Mehmet değil; doğumu, cumhuriyetin kuruluşu dönemine rastladığı için, “Muzaffer” olduğunu yeğeni Sinan Gürlen’den öğrenmiştim. Nitekim, İstiklal Harbi’nin cereyan ettiği yıllarda insanlarımızın, -erkek olsun, kız olsun- çocuklarına Muzaffer ismini sıkça koyduklarını biliyoruz.
Muhacir bir ailenin evladı
Ali Alparslan, göç yıllarında dünyaya gelmiş. Tıpkı şimdiki zaman gibi… Türkiye göç yurdu oldu. Ortadoğu ülkelerinden mazlumlar Anadolu’ya göç ediyor. Bir asır önce de böyleydi. Osmanlı Cihan Devleti’nin son yıllarında Balkanlardaki Müslümanlar, oralarda tutunacak dalları kırılınca Müslüman yurduna doğru göç etmişti.
“Medeniyeti muhacirler kurar, devşirmeler devam ettirir” diyen iktisat gurusu Mustafa Özel haklı. Göçebeler göçtükleri yerde toprak ve sair üretim süreçleriyle rabıtalarını sıklaştırır. Asırlardır ülkelerinde mukim olanlardan daha fazla gayret sarf eder.
İşte böylesi zor göç yıllarında Ali Alparslan’ın ailesi Bulgaristan’ın Demirhisar nahiyesinden önce Çorlu’ya ve sonrasında da Yeniçiftlik köyüne taşınır. Ali Alparslan’ın ve ailesinin göç ettikleri ilk yıllarda parçalanmış bir aileden söz etmek mümkündür. Ailenin reisi Mehmet Çavuş mübadele şartları gereğince birkaç yıl daha Bulgaristan’da kalarak bir yandan evlatlarına, diğer yandan da anayurduna hasretlik çeker. Yeniçiftlik’te uzun bir süre kalmayan aile, Asitane’ye; “her gece camlarında yangın çıkan” Üsküdar’a taşınır. Annesi Atiye Hanım ve kız kardeşi Hikmet ile birlikte Küçük Ali’nin, babasının boynuna sarılabilmesi için tamı tamına 5 yılın daha geçmesi gerekir. Sınırlar açılınca İstanbul’a gelerek Üsküdar’ın toprağını öpen Mehmet Çavuş, Ali’yi ve Hikmet’i kucağına alıp başlarını okşadığında miladi takvimin yaprakları 1929 yılını göstermektedir.
İran, İngiltere ve ABD’de bulundu
İbnülemin, Son Hattatlar’da Ali Alparslan’ın ibtidai tahsilini Çorum’da yaptığını yazmış olsa da, o, ilkokulu İstanbul’da, Üsküdar 47. İlkokulu’nda; ortaokulu da yine aynı muhitte; Paşakapısı Ortaokulu’nda tamamlar, lise tahsili için Haydarpaşa Lisesi’ne yazılır.
Haydarpaşa Lisesi mezuniyetiyle birlikte edebiyata ve hurufata olan açlığını dindirmek için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydolan Ali Alparslan, buradan 1947 yılında mezun olur.
Okulu bitirdiği dönemde münhal asistanlık kadrosu bulamayınca hocası Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ın önerisiyle öğrenci değişim programıyla 1948 yılında İran’a; Tahran Üniversitesi’ne giderek yüksek lisansını Fars Dili ve Edebiyatı üzerine orada tamamlar.
İran’da 3.5 yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye döner ve akabinde askerlik vazifesini yerine getirir. Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü’nde memuriyete başlar. Başbakanlık’ta 11 ay çalıştıktan sonra Dışişleri Bakanlığı’na geçiş yapar. Hariciye’nin Protokol Dairesi’nde yaklaşık iki yıl çalıştıktan sonra 1957 yılının Şubat ayında Ankara’da akademi camiasına ilk adımını atar. Ankara Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi’ne Farsça ve İslam Tarihi asistanı olduktan dokuz ay sonra, -bilahare kendisini Boğaziçi Üniversitesi’ne de alacak olan- Prof. Fahir İz’in daveti ile İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü’ne geçer.
1963 yılında Londra Üniversitesi’nin bir birimi olan Şark Dilleri yahut Doğu ve Afrika Tetkikleri Fakültesi’nde 1967 yılına kadar Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verir.
1967-1968 ders yılında Prof. Fahir İz marifetiyle ABD’ye Chicago Üniversitesi’ne giderek, okulun Yakın Şark Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü’nde Türk Dili Ve Edebiyatı dersleri verir.
İstanbul’a dönüşünde 1968 yılında doçent olur. 1971 yılından itibaren 3 yıl kadar Boğaziçi Üniversitesi’nde hizmet eder. 1980 yılında İstanbul Üniversitesi’nde profesör olur. 1989 yılında emekli oluncaya kadar İstanbul Üniversitesi’nde bir yandan Eski Türk Edebiyatı, diğer yandan da isteyen herkese hat dersleri verir.
Hattı, Melek Celâl’in kitabıyla sevdi
Ali Aparslan’ın yazıyla, İslâm yazısıyla ünsiyeti lise yıllarında, Haydarpaşa Lisesi’nin son sınıfında tahsil görürken başlamıştır. Okulun kütüphanesini sık sık ziyaret ederek kitaplarla haşir neşir olan Ali Alparslan, bir gün kütüphanede Melek Celâl’in kaleme aldığı bir kitabı görür ve elinden bırakamaz. Böylelikle içindeki yazı aşkı günden güne büyümeye başlar. Mezkûr kitap, 1938 yılında Kenan Basımevi ve Klişe Matbaası’nca yayınlanan Reisülhattatin Kamil Akdik serlevhalı eserdir.
İstanbul Üniversitesi’nde edebiyat tahsili gördüğü yıllarda Necmeddin [Okyay] Efendi’yle tanışır ve kendisinden hat meşk etmeye başlar. Önce rik’a, akabinde de nestalik yazı nevilerinin inceliklerini öğrenir. Hurufata karışarak gece-gündüz hocasının öğrettiği gibi yazmanın gayreti içerisinde bulunur. Ve akabinde aharli bir kâğıdın üzerine yazdığı İmad’ın mail kıtası icazetnamesi olur.
Tilmîzi Necmeddin
Ali Hoca’nın zarafeti, beyefendi kişiliği hattının yanında imzalarına da sirayet ederek ilahi aşk ile titreyen kalbinin aynası olmuştur. İmzalarında kahir ekseriyetle hocası Necmeddin Okyay merhumu zikrederek kendisine ve hocasına Hakk Teala’dan dua talebinde bulunmuş; bir tevazu göstergesi olarak hatalar içerisinde bulunduğunu yazmayı ihmal etmemiştir. Alparslan, yazılarında akranlarından ne kadar âlâ ise buna mukabil imzalarında da o kadar alçakgönüllüdür.
Ali Alparslan Hoca’nın hat levhalarında evvelemirde “Ketebehû Ali Tilmizi Necmeddin” imzasını kullandığı tesbitini aktarmamız yerinde olacaktır. Bununla birlikte 55 yıllık kamış kalem serencamında -tesbit ettiğim kadarıyla- 16 farklı imza kullandığını gördüm. Bu imzaları aşağıda okuyucularımızla paylaşıyoruz:
Ali Hâkipây-ı Evliyâ Muzaffer Ali pür-hatâ, Sevvedehû Ali Tilmîzi Necmeddîn Gufirallahu Zünûbehumâ, Ketebehû Ali Tilmîzi Necmeddîn Gufira lehumâ, Ali, Ali Tilmîzi Necmeddîn, Ketebehû Ali Tilmîzi Necmeddîn, Namakahû bende-i Âli Abâ Ali pür-hatâ, Ketebehû Ali, Namakahû Ali Tilmîzi Necmeddîn, Namakahû Ali, Meşşekahû Ali, Ali Alparslan, Ketebehû Ali Tilmîzi Necmeddîn Gufirallahu zünûbehumâ, Nemakahû Ali Tilmîzi Necmeddîn Okyay Gufirallahu Zünûbehumâ, Nemakahû Ali Alparslan Tilmîzi Necmeddîn Gufirallahu Zünûbehumâ ve Ketebehû Ali Tilmîzi Halîm.
Ali Hoca’nın vefatından 5 sene önceye tarihlediği bir Divani levhaya “Ketebehû Ali Tilmîzi Halîm” imzasını attığını belirtmekte fayda mülahaza ediyorum.
Divani yazının unutulmamasını temin etti
Mustafa Halim Özyazıcı’dan divani ve celi divani yazısını öğrendi. Osmanlı saray hizmetlerinde kullanılan hususi bir yazı olan ve “Türk hattı” namıyla bilinmekte olan Divani yazı, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Mustafa Halim Efendi; ondan da Ali Alparslan marifetiyle günümüz hattatlarına ve geleceğe taşınmıştır.
İbadethanelerin restorasyon çalışmalarına katkıda bulunmuştur
Ali Alparslan Hoca’nın ibadethane, cami ve mescitlerin restorasyonuna katkıda bulunduğunu yeğeni Sinan Gürlen’den şu cümlelerle işitmiştim: “Dayım, bütün bu çalışmaları sırasında hocası Necmeddin Molla’nın pazar günleri bazılarında benimde bulunduğum özel pazar sohbetlerinde devam etmiştir. Prof. Ali Alparslan, daha sonra hocasından icazet alarak bu yazı türünün ustalarından biri olmuş, çeşitli eserler ortaya koymuş ve talebeler yetiştirmiştir. Ayrıca belirli zamanlarda bilhassa İstanbul’un çeşitli camilerinde yapılan onarım ve restorasyon çalışmalarında yenilenen yazılara danışmanlık yapmıştır.”
İnsandan geriye eser kalır
Âlimden geriye eser ve hatıralar kalır. Alparslan merhum, “Avâzeyi bu âleme Davut gibi sal” diyen Şair Baki’ye bitamamiha ittiba etmiştir. Kendi alanında muzaffer bir hattattır Ali Alparslan.
Eserleri, sadece kamış kaleminden neş’et eden yüzlerce levhalar değil tabii ki. Örnek hayatı da başlı başına bir eserdir. Talebeleri de hâ kezâ. Bugün talik sanatına hizmet etmekte olan hattatların önemli bölümü Sami Efendi, Necmeddin Efendi ve Ali Alparslan ekolü üzerinden yazı hayatlarını sürdürmektedir.
Talebeleri Ali Alparslan’ın rahle-i tedrisinde yazı sanatının inceliklerini ve her şeyden önemlisi insanlık sanatını öğrenmişlerdir. Tabii ki herkes o babda nasibine ne kadar düştüyse onu alabilmiştir.
Ahmet Sabri Mandıracı, Tahsin Kurt, Ali Toy, Cengiz Malbeleği, Mahmut Şahin, Ali Rıza Özcan, Muhammed Zekeriyya, Orhan Dağlı ve İstanbul Üniversitesi’nde ve şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde kendisinden rik’a, talik ve divani hat nevilerinin müfredatını tamamlayan onlarca hattat, kalemlerini açarken, kamışı hokkaya besmeleyle daldırırken, yazılarının altına “Tilmîzi Ali Alparslan” ketebesini koyarken hocalarını hayır ve rahmetle yâd etmektedir.
Ali Alparslan merhumdan yazı ilmini öğrenen hattatlar bugün Cezayir’den Sudan’a, Bosna’dan Amerika’ya kadar oldukça geniş bir coğrafyada hat sanatına katkıda bulunmaktadır.
Talebelerine Anadolu’ya giderek yazı öğretmeleri yönünde tavsiyelerde bulunmuştur
Ali Alparslan, talebelerine Anadolu’daki yazı sevdalılarına “Rakım mesleği”nin sırlarını öğretmek için gitmelerini tavsiye etmiştir. İcazetli talebelerinden Mahmut Şahin, Ali Alparslan merhumun tavsiyesi üzerine 15 yıldır Anadolu yollarına revan olmaktadır. Hattat Mahmut Şahin’in Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Kocaeli’de yüzlerce talebeye öğrettiği İslam harflerinin sevabından Karacaahmetsultan’da basübadelmevti bekleyen hocası da nasipdar olmaktadır.
İncinmemiş ve incitmemiştir
İstanbul Üniversitesi’nde zaman zaman ziyaretine gittiğim, sohbetine iştirak ettiğim, Ramazan-ı Şerif aylarında hizmetinde bulunduğum Okmeydanı Talebi Yurdu’nda talebe sofrasında birlikte iftar açtığımız Ali Alparslan, hezâ evliya meşrep bir zattı. Bu cümleden olarak kimseden incinmemiş ve hiç kimseyi de incitmemiştir. Alvarlı Efe Hazretleri’nin “Âşık der inci tenden/ İncinme incitenden/ Kemalde noksan imiş/ İncinen incitenden” mısraları hocamızı tarif ve tavsif etmektedir.
Yeğeni Sinan Gürlen Bey’den hocanın insani vasıflarını dinledikten sonra Son Devir haber portalında “Ya Hazret-i Ali Alparslan” başlıklı bir köşe yazısı kaleme almıştım. “’Fisebilillah’, Ali Alparslan merhumu tavsif eden bir terkiptir. İlerleyen yaşına rağmen belediye otobüslerine, minibüslere, tramvaylara binerek talebelerinin ayağına gitmekten erinmedi.” cümlelerimi mezkûr yazı için kurmuştum.
Hayatı boyunca öne çıkmayı sevmedi
Hocanın, insan-ı kamil hususiyetlerine nüfuz edebilmek için yeğenini dinlemeye devam edelim: “Hayatı boyunca öne çıkmayı sevmeyen, gösterişten kaçınan, sesini dahi yükseltmeden gerektiği kadar konuşan, eve dahi girip çıktığını duyamayacağınız kadar sessiz, lügatinde haset kelimesi bulunmayan, herkese yardım etmeğe hazır, üniversitedeki odasının kapısı herkese açık, alçak gönüllü, derviş tabiatlı, dedikoduyu hiç sevmeyen, insanlara hep sevecen yaklaşan bir zattı dayım.
Sevdiği kişilere paşam diye hitap ederdi. Zaman zaman çok ekstrem olaylar karşısında ‘breh breh’ sözcüğünü kullanan bir halk adamıydı. Hayatının tamamını edebiyat ve hat sanatına adayan Prof. Ali Alparslan, bıraktığı eserlerle ve kişiliği ile talebelerine ve çevresine örnek olmuş ve biz ailesine de şeref ile taşıyacağımız, sevgi ve saygı ile anacağımız bir geçmiş bırakmıştır.”
Hattatlığı amatör ruhla profesyonelce ifa etti
Ali Alparslan, hattatlığı gelir getirici bir meslek olarak görmeyerek, amatör bir ruhla profesyonelce çalışmıştır. Mezkûr profesyonelliğin içerisinde Osmanlının derin medeniyetinin izlerini görebilirsiniz. Hilmi, uzmanlığı, irfanı, tevazuu, haşmeti, sadeliği temaşa edebilirsiniz.
Arı duru yazdı
Ali Hoca’nın yazısı olduğu gibidir, makyajsızdır. Titrektir, saftır, ölçülüdür, arı ve durudur. Tıpkı gönlü gibi, gönül dünyası tertemizdir.
Yazılarını hediye ederdi
Kimseden bir şey istemeyen Ali Alparslan, kendinden bir şey istendiğinde yanında varsa hemen hediye ederdi. Pek çok yazısını bu şekilde hediye olarak takdim etmiştir. Ücret ödemekte ısrarcı olanlara fiyat söylemez, onları talebelerine yönlendirirdi.
Kültür karakışının hüküm sürdüğü yıllarda hat sanatına hizmet etti
Ali Alparslan, ülkemizde kültür karakışının hüküm sürdüğü yıllarda hat sanatına hizmet etti. Bugünkü gençlik ne demek istediğimizi anlamakta zorlanabilir. Ezanın Türkçe okunduğu ve İslami tedrisatın yasak olduğu yıllarda İslam yazısıyla hemhal olmak her kişinin değil; er kişinin kârı idi.
“Güllerin karşımda her an solmadan durmaktadır”
Ali Alparslan’ın, hocası Necmeddin Efendi’yle pek çok hatırası bulunmaktadır. Bunlardan birine yer vermek kanaatimce vakıa mutabık olacaktır. Necmeddin Efendi’nin, Üsküdar Toygartepesi’nde gül yetiştirdiği, geniş bahçeli evinden aynı muhitte bir apartman dairesine yeni taşındığı günlerde Ali Alparslan, hocasının güle olan hasretini dindirmek muradıyla Londra’dan bir gül kitabı/kataloğu göndermiş; katalog Necmeddin Efendi’nin eline ulaştığında dudaklarından şu mısralar dökülmüştür: “Güllerin karşımda her an solmadan durmaktadır./ Hem temâşâsiyle gönlüm şâdüman olmaktadır./ Eski bağçem hâtıra geldikçe dîdem hûn olur./ Şimdi gül tasvirleriyle geçmişi anmaktadır.”
Necmeddin Efendi’nin gül bahçelerine duyduğu özlemi içli ifadelerle dile getirdiği yukarıda zikrettiğimiz mısralar, bilahare Çinuçen Tanrıkorur tarafından Nikrîz, Niyazi Sayın tarafından da Şevkefzâ makamında bestelenmiştir.
Hatıra kitabını kim yayınlayacak?
Bundan tam 11 yıl önce hat sanatının son büyük ustalarından birini, Ali Alparslan’ı, tipinin ortalığı toza dumana kattığı oldukça soğuk bir günde Fatih Camii’nden ebediyet yurduna sırlamıştık.
Ali Alparslan’ın vefatının üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen Ali Alparslan’a yakışan bir kitabın, armağan eseri hususiyetlerini haiz bir mevkutenin çıkarılmaması üzücü ve bir o kadar da düşündürücü bir hadisedir. Bu konuda talebelerine, kamuoyuna, hizmetinde bulunduğu İstanbul Üniversitesi’ne, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne ve bittabi arkadaş ve çevresine büyük vazifeler düşmektedir.
Talîk, celî talîk, dîvânî, celî dîvânî, şikeste ve rik‘a hat nevileriyle yüzlerce yazı/levha meşk eden Ali Alparslan’ın eserleri vakitlice iki kapağın arasına alınarak, hatırası, hat sanatına yaptığı hizmetle münasip bir keyfiyette saygı ve hürmetle yâd edilmelidir.
Daha fazla bir şeyler yapılabilirdi
Türkiye’nin; bir adım öte dünyanın ilk Hattat Profesörü için geride kalan 10 yıllık zaman zarfında daha fazla bir şeyler yapılabilirdi. Sanatımıza hamle çapında hizmetleri sebkat etmiş olan şahsiyetlerin isimlerinin üniversitelere, güzel sanatlar fakültelerine, sanat ve kültür merkezlerine verilmesiyle ilgili daha önce bir yazı yazmıştım. Yakın dönemin büyük sanatkârlarından Necmeddin Okyay, Rikkat Kunt, Muhsin Demironat, Süheyl Ünver, Ali Alparslan, Hamid Aytaç, Mustafa Halim Özyazıcı, Beşiktaşlı Nuri Efendi ve burada isimlerini yazamadığım pek çok hakikatli ustamızın isimleri böylelikle genç nesillerin hafızasında daha fazla yer edecektir.
Vefatının 17’inci yılında Ali Alparslan merhumu hayır ve rahmetle yâd ediyorum. Rabbim yazdığı hurufat adedince rahmet ve mağfiret buyursun. Ruhu için Fatihalar okuyalım.
İbrahim Ethem Gören
Sadece ecdad yâdigârı bir san'at kalemini (Dîvânî) günümüzdeki nesillere kavuşturması hizmet ve hâtırası önünde saygı duymamıza yeterli olabilecekken; böylesine ahlâk-ı hâmîde sahibi bir zât-ı muhterem olduğunu öğrenmekle şerefyâb olduk.Ruhu şâd olsun!Rabbim, sevdikleriyle beraber eylesin!