Haluk Nurbaki aşkın sırlarını açıklardı!

Yaptığı güzel hizmetlerle binlerce gönülde aşk çerağını yakan merhum Dr Haluk Nurbaki'yi arkadaşımız Mahmut Bıyıklı anlattı.

Haluk Nurbaki aşkın sırlarını açıklardı!

Dr. Haluk Nurbaki ismini çok duymuştum. Ama onu hakiki manasıyla tanımam bir can dostumun vasıtasıyla oldu. Oldukça geç bir tanışmaydı bu. Hoca rahmetli olalı bir yılı geçmişti. Kalpten kalbe yol olduğu söylenir ya, o çok sevdiğim, güvendiğim ve hayatımdaki sapasağlam insanlardan biri olduğuna inandığım bu dostumla aramızdaki sadakat ve muhabbet, onun kalbindeki “Nurbaki Hoca” sevgisini doğrudan bana yansıtıvermişti. Tıpkı Hz. Hatice’nin (r.a) sevgisinin Zeyd ve Zübeyr’e (r.a) yansıması gibi.

Dr. Haluk NurbakiFarklı bir ses

Zihni ve manevi gelişim sürecindeki her İslamcı gençte olduğu Necip Fazıl’a, Sezai Karakoç’a, İsmet Özel’e,  Nuri Pakdil’e derin bir hayranlığım vardı. Onlardan beslenmemiş, onlardan tatlanmamış olanlardan hazzetmeyecek kadar kalın çerçevelerim vardı. Peki kimdi bu Nurbaki Hoca? Kimleri okumuştu, kimlere yakındı? Hayran listeme girebilmek için ne gibi maharetleri vardı? Benim cevval ve tetkikçi tabiatime alışık olan dostum, hem kendinden emin bir vaziyette tebessüm ediyor hem de bana izahatta bulunuyordu:  “Necip Fazıl Kısakürek ile dostluğu, Büyük Doğu Cemiyeti’nin kuruluşunda büyük emeği var. 1949 yılında yazar kadrosuna katıldığı Büyük Doğu mecmuasının 3 Şubat 1950 tarihli 17. sayısında yayınlanan “İnsan Kalbindeki Sır”makalesiyle büyük bir yankı uyandırmış… ” Dostum hep böyle tarihle, tarih gibi konuşurdu. İlgimi çekmeyi başarmıştı. Yazıyı bir solukta okudum. İrfanımızın adeta tabiyet değiştirdiği 5O’li yıllarda,  birinin çıkıp bu kadar yüksek tonda “Allâh” diyebilmesi beni çok etkilemişti. Sadece “Allâh” demiyor, İlahi imzanın kalpteki muhteşem tasarımı da anlatıyordu. Bugüne kadar hiç “ilim adamı” menşeli müslüman modelim olmamıştı; hepsi sanat perdesinden konuşuyorlardı. Bu yeni ve çarpıcı ses tonu hoşuma gitmişti. “Gerçek irtica ateizmdir” “Ben ateiste saat bile sormam” “İstikbal köklerdedir”… Ne güzel “klas duruş”tu bu. Evet, onu sevmiştim! Dostum, “daha yeni başlıyoruz” der gibi bakıp elime incecik iki kitapçık verirken “Ben birincisinden başlamanı tercih ederim ama biliyorum ki sen ikincicisinden başlayacaksın!” diyordu. Derin irfanlı kardeşim her zamanki gibi yine  beni içerden çözmüştü. Kur’an Mucizeleri ve Anadolu Mucizesi..Biri hayatımı değiştiren, diğeri değerlerimi pekiştiren iki harika kitap. Anadolu Mucizesi’ni kaç kere okuduğumu, kaç kişiye hararetle okuttuğumu bilmiyorum. Sonra Kur’an-ı Kerimden Ayetler ve İlmi Gerçekler ve Sure Yorumları geldi. Kitaplar, aynı anda insanın hem aklına hem kalbine hem ruhuna hem nefsine hitap ediyor, derinden etkiliyor, çarpıyor, silkeliyor, kendine döndürüyordu. Ne kadar da geniş ilmî, irfanî ve entelektüel bir yelpazeye sahipti. Araştırmacı gazeteci ruhum uyanmıştı; onu iğneden ipliğe araştırmalıydım.

Bir  Nurbaki destanı

Doktor Haluk Nurbaki: 2 Şubat 1924 tarihinde Nevşehir’de doğmuştu. Babası Edib Ali Bey: Mevlevilik ve Mevlana, eski Türk şiiri ve Afyon tarihi üzerinde çalışmaları olan iyi eğitim görmüş bir münevver ve Afyon Lisesi’nde Fransızca öğretmeni… Afyonda geçen çocukluk; Ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi yılları. Farklılığı o yıllardan başlıyor: Resmi tahsil yapıp aynı zamanda Almanya’dan kaçmış ve Türkiye’ye yerleşmiş bilim adamlarından matematik, fizik ve kimya dersleri alırken, bir yandan da İstanbul’da kaldığı süre içinde Nuruosmaniye ve Beyazıt camilerindeki hadis derslerine devam ediyor. Hadis dersleri benim de ilgi alanım. Hangi hocadan ne okumuş, burayı iyi anlamalıyım… Şeyh Hadi Efendi’nin derslerine devam ediyor. Burada, etimolojik bilgi dışında başka bir yöntem anlatılıyor: Hadislerin tarihi ve toplumsal bağlamını hesaba katarak yorum yöntemi.

Dr. Haluk NurbakiBu faal akıl, aynı yıllarda, Seyyid Nizam Camii’nde ders veren Salih Fakiri Efendi’nin derslerine de katılıyor. Halk arasında Salih Yeşil olarak tanınan ve Birinci Devre Erzurum mebusu olan bu büyük âlimin ardından, onun talebesi olan Şemseddin Yeşil Efendi’nin 1950’li yıllarda Sultan Ahmet Camii’ndeki vaazlarını takip ediyor ve kendisiyle yakın bir dostluk kuruyor... İslam’ın Nuru ve Büyük Doğu’da uzun süre çok farklı konularda makaleler yayınlıyor. İstanbul’da aldığı bu hem maddi hem manevî eğitim, tanıştığı, irtibat kurduğu ve feyz aldığı şahsiyetler ve fikirleri, İslam’ın prensiplerinden hareketle bilimleri yek-vücud olarak yansıtacağı yazarlık tavrını ve üslubunu izah eder nitelikte. Ardından tabiblik ve öğretmenlik yılları geliyor. Yıl 1956, yer Afyon. Burada tarihi bir birleşme daha yaşanıyor. Kendisine manevi eğitim verecek olacak olan ve dostlukları ömür boyu süren manevi silsile bakımından ‘93 Harbi’nde Kars Üçüncü Taburu’nun imamlığını yapmış olan Harputlu Hafız Osman Bedrettin Efendi’ye bağlı Faik Saraç Bey ile karşılaşıyor. Bu bir dönüm noktası…   Ve ardından genç tabibin kaleminden istikbaline ışık tutacak iki dev eser geliyor: 1957’de Tek Nur,1959’da Sonsuz Nur’un yayınlanması, “Bir Nurbaki Destanı” doğmasını sağlıyor. Henüz 33 yaşında bir ilim adamının bu derece teksifî eserler vücuda getirebilmesi hayret uyandırıyor. Hatta dolaştığı kasabalarda onu, bu İslam şaheserlerinin yazarı Nurbaki’nin torunu olduğunu sanan yaşlı insanlar gözyaşlarıyla ellerine sarılıyorlar...  61-65 Afyonkarahisar milletvekilliği, Radyobiyoloji ve radyoterapi alanlarında uzmanlık çalışmaları, …başhekimlik, …enstitü şefliği… Numune Hastanesi Camii’nde haftalık sohbetler, vaazlar… Çeşitli dergi ve günlük gazetelerde evrim teorisi, reenkarnasyon, dünya dışı akıllı canlıların varlığı ile ilgili tezlerin hepsini yalan ve ateizmin bir safsatası olarak reddeden, İslamiyet ve pozitif bilimler merkezli soluksuz okunacak yazılar… 50 yıllık gönüllü bir astro-fizik eğitimi ile manevi derinliğin en yalın ve anlaşılır bir üslub ile harmanlandığı çivi eserler…1992 yılında İstanbul’a geliş…

Aşkı  Muhammedi nakilcisi

Nurbaki Hoca’ya o çok zarif şekilde anlattığı Üveysilik yoluyla intisab etmiştim adeta.  Din ve ilim arasındaki bağı bu çağda en iyi anlayan ve anlatan nadir zevattan olabilmesindeki sırrı yavaş yavaş kavramaya başlamıştım. Özetle şöyle diyordu: “Bilim bir “kül”dür, her tezahürü, ilahî kudretin bir yansımasıdır. Dinî olan ve olmayan bilim ayrımına gitmek bir hatadır. Bilim, topyekün anlamda, birbirine ilahî aşk sırrıyla bağlanmış, farklı zamanlarda, farklı fazlarda kendini gösteren, kimi zaman bir atomun çekirdeğinde izlenebilen, kimi zaman gök cisimlerinin çekim gücünde ortaya çıkan bir ilahî bir sanattır.”

Asr-ı Saadet’te yaşamış yüce şahsiyetler üzerine bu güne kadar dile getirilmeyen, bilinmeyen, bilinse de böylesine muazzam bir aşkla, şevkle, heyecanla anlatılmamış olan hakikatleri dile getirdiği program kasetlerini dinleyip çözümlenmiş metinleri tekrar tekrar okudukça esas önemli,  farklı ve çarpıcı olanın adını koymuştum. Bu insan bir başka tonda ve modda ve boyutta bir “Sevda-yı Muhammedi” nakilcisiydi. Bu sevdanın edeplerini, esaslarını, düsturlarını, esrarını, hikmetlerini durup dinlenmeksizin anlatmak üzere özel görevlendirilmişti. Evet, evet. Karar vermiştim. Kesinlikle bu böyleydi! O, “en büyük sevdası”ndan icazetliydi. Ve hiçbir dünyalık meşgale onu bu sevdasından uyarmayı başaramamıştı. Böylesine “enfüsî” derin ve karmaşık manalardan gündelik hayatın dertlerine reçete yazabilmesi için bir başka damardan, bir başka kanaldan besleniyor olması gerekiyordu. Sözünün dokunduğu cansız et yığınları gibi dolaşan ölü bedenler, adeta yeniden doğmuş gibi diriliyor, kendine geliyor yeni ve aydınlık bir hayata doğru yürümeyi öğreniyordu.

Sular duruldu

Kitapları beni farkına tam da varamadığım bir seyir içinde Hz. Geylani’nin kapısına getirdi. Fütuhü’l-gayb, Sırru’l-esrâr, Fethü’r-rabbanî döne döne okuduğum el kitaplarım oldu. Bu da bir ara aşamaydı ve kapısında karar kılacağım yolculuğum henüz bitmemişti. Nihayet taşlar yerine oturdu, sular duruldu; menbaıma ulaştırılmıştım. Bu bakımdan “Nurbaki Hoca” belki de sadece kendi içimde anlam yüklediğim bir “emanetçi” sıfatını haiz benim nazarımda. Evvel giden ahbaba kavuşma vaktinde “gel bakayım deli oğlan” diyerek beni çağıracak sadalardan birinin de ona ait olduğuna inanıyorum. Ondaki iman azmi ve aşkının nice susuz gönüllere hayat vermesini diliyorum. Ruhu şad olsun, Rabbim şefaatlerine nail etsin. 

Mahmut BIYIKLI özleyerek bildirdi.

YORUM EKLE
YORUMLAR
mustafa nezihi
mustafa nezihi - 14 yıl Önce

harika bir anlatım. selamlıyorum saygı ile

Yılmaz YILMAZ
Yılmaz YILMAZ - 14 yıl Önce

derdi olan adam güzeldir, derler ya hani. derdi olan adamdı. kitapları bunun örneği.. Abi hatırlattınız tekrardan . Teşekkürler.

aktan selam
aktan selam - 14 yıl Önce

Merhum Nurbaki Hoca'nın yazılarını ve sohbetlerini internetten okuyabiliyorum ama kitaplarını da okumak istiyorum. Kitapları daha kaliteli bir baskıyla yayınlanmalı. Güçlü bir yayınevi bu işe el atmalı. Dağıtımı da bütün kitapçılara ulaşacak şekilde yapılırsa daha geniş okur kesimleri tarafından tanınabilir ve inşallah faydalı olur diye düşünüyorum.

faik yıldız
faik yıldız - 14 yıl Önce

onu dinlerseniz ilmin ışığnda islamı daha iyi anlarsınız.yeter ki kulak verin.lise tahsilinden az tahsili olanlar anlamıyabilir.onlar için adı.... hoca var.

Mustafa bildi
Mustafa bildi - 2 yıl Önce

Gönlüne sağlık