Bizim büyüklerimizi, aşk, şevk ve zevkle anlatan Osmânzâde Hüseyin Vassâf’dan Sefine-i Evliya’da (cilt1) geçen Geylâni hazretleri hakkında: “İmdâd u tasarrufta meşhur-ı âlemdir. İsmâil Hakkî-i Celvetî hazretleri Ahid-nâme’sinde yazıyor: “Ali sahâvi tercüme-i Hazret-i Abdülkâdir-i Geylâni’de tasrih ve Ebu’l- Meâli’den nakl ettiği gibi Fevâid-i Hümmâniyye’de münderiç olduğu üzere Hz. Abdülkâdir, “Her kim, bir şiddetinde nidâ ve istiğâse (gavs’dan yardım isteme) ve benden istimdâd eylese, ol şiddeti ferece (sıkıntısı ferahlığa)ve kürbeti (gamı) ferah ve sürura (sevince) mübeddel olur (dönüşür) ve ismimle bana nidâ eylese ve beni vesîle edip, Hak teâladan istiânet (yardım) eylese, elbette hâceti revâ olur” buyurmuşlardır.
Hz. Gavs-ı A’zam, “Bâz’ul Eşheb” diye tavsif olunur. Bâz, doğan denilen şikârî (avcı) bir kuş: Eşheb, beyaz mânasına olup, Bâzu’l-Eşheb hakkında, azîzim Şeyh Mustafa Sâfî Efendi hazretlerine sordum; “Oğlum, bu bir nevi kuştur ki, bulunduğu yerden ufukta bir av görse, derhal yetişir, onu avlar, onun elinden kurtulmak imkânı yoktur. Cenâb-ı Gavs-ı A’zam efendimiz de manzûr-ı âlîleri olanları (gözünün gördüğünü) kendilerine teshir (avladıkları) eylediklerinden, bundan kinâye olarak o ta’bîr kullanılmıştır buyurdular”
Dört Kutb’ul Aktab’dan biri olan Abdulkâdir Geylâni 1077 yılında Hazar Denizinin güneyinde bulunan Gilan’da doğdu. Nesebi hem ana hem baba tarafından peygamberimize dayanır. 1166’da da Bağdat’ta dâr-ı bekâya göçer.
Osmanlıya da Eşrefzâde Rûmî ile gelmiş. Çok tesirli, etkileyici, samimi sohbetlerinin bir araya geldiği eserleri var. Abdülkâdir Geylânî tahkikte lisan, tarikte beyan sahibi. Yıllarca fetva verdi, ders okuttu, vaaz ve nasihatte bulundu. Hakkında yazılmış çok sayıda tabakat, menakıbname ve sohbetlerinin toplandığı kitapları vardır.
“Gerek Kâdiri dervişleri, gerekse diğer dergâhlara mensup dervişler zor durumda kaldıkları, yardıma ihtiyaç duydukları zaman Abdülkâdir Geylânî’den istiğâse ve istimdâd (yardım dilemek) için: “Meded, yâ Gavs!, İmdad, ya Pîr” diye seslenirler. Öyle anlaşılıyor ki, bu lakabın Abdülkâdir Geylânî’ ye verilmesinde onun sıkıntılı anlarda pek çok kişiye yaptığı yardımları ihtivâ eden rivâyetler ve tasarrufunun ölümünden sonra da devam ettiğine dair inançlar etkili olmuştur” (D.Gürer- A. Geylâni s.88)
Kuddûsî Divanı adlı eserde Fehmi Kuyumcu şunları söylüyor:
“Abdülkâdir Geylâni Hazretlerine lütfedilen feyiz, irşad, imdad ve yardım etme selâhiyyeti, Kuddûsî Hazretlerine verilen divânından ders alma, müridIerinin imdadına yetişme, onları halen irşad etme ve 700 istiğfar gibi lütuflar bu cümledendir. Bizlere büyük devlet ve imkân, o büyüklerin kemâline de nişane olan bu ikramlar, şükrünü eda etmemiz gereken büyük nimetlerdendir. “
Geylâni Hz. hakkında çok kaside, nutk-u şerif, ilahiler yazılmış ve bestelenmiş ve meclislerde okunagelmiştir. Onlardan bazı tadımlık örnekleri büyüklerimizin kıdem sırasıyla arz ediyoruz, tamamını merak edenler divanlara müracaat edebilir.
Hz. Yunus Emre k.s. (13.yy)
Seyyah olup şu âlemi ararsan Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz.
Ceddi Muhammed’dir eğer sorarsan, Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz.
Giderler gazaya çalarlar satır, daima yaparlar hoş gönül-hatır,
Bağdat’ta türbesi nur olmuş yatır, Abdülkadir gibi bir er bulunmaz.
Cümle evladına yeşil yaraşır aşkı gelir kucağıma dolaşır
Ona muhib Hakka ulaşır Abdülkadir gibi bir er bulunmaz.
Kâdir Mevlâm yeri-göğü düzeli, hoş nazar eylemiş O’na ezeli,
Evliyalar ser çeşmesi güzeli, Abdülkadir gibi bir er bulunmaz.
Şah-ı Nakşibendi k.s. hz. (1318-1389)
Mualla gavsi sübhani |
Bi-ma’na berkenani |
Zehi simai nurani |
Cihan sohbet-i bevet-bani |
Safa bahşı muhibbani |
Medet ya şeyh-i Geylani |
Eşrefzâde Rûmî k.s. hz. Divanı’ndan (1353-1470)
Cem olmuş dervişlerin, Pirim Abdulkâdir’in
Yolunda sadıkları, Pirim Abdulkâdir’in
Arısının bâlıyım, bahçesinin gülüyüm
Bağının bülbülüyüm, Pirim Abdulkâdir’in
Sana derim hey kişi, çıkar kalp’ten teşvişi
Od’a yanmaz dervişi, Pirim Abdulkâdir’in
Hakk katında uludur, İki cihan doludur
Eşref oğlu kuludur, Sultan Abdulkâdir’in
***
Aşığın yüreği yanar tutuşur Çiğler var ise var onda pişir Her kanda çağırsam gelip yetişir Abdulkâdir Sultan derler şeyhime |
* Dâim Allah ile şeyhimin işi * Dost deyince akar gözünün yaşı * Eşrefoğlu Rûmî anın dervişi * Abdulkâdir Sultan derler şeyhime |
***
Buyurdu Şâh-ı Sultan Abdulkâdir-i Giylân
Muhibbim ya müridim düşse bir emr-i hevlnâke
Anın ben destigiri yaveriyim, bilmesün bilsin
Medet-resdir ana feyzim ki sığmaz fehm’ü idrake
Hamza Nigârî k.s. hz. Divanı’ndan (1797- 1885)
Merdân-ı sübhâna çehâr erkâna
Çehâr-deh ma‘sûma Gavs-ı Geylâna
Güzeşte merdâna pîr-i pîrâna
Şâm u seher diyin hezâr el -gıyâs
İstimdâd eyleye ehl-i Hudâdan
El üzmeye silsile-i bahâdan
Kesmeye bir nefes âh u sadâdan
Söyleye ey yâr u nigâr el-gıyâs
Ahmed Kuddûsî k.s. hz. Divanı’ndan (1760-1850)
Hızır-veş ol velîsine tecellî eylemişdir Hak
İder melhûflara imdâd husûsâ ol ki mekrûbdur
***
Pîr seni irşâd ider gönlüni âbâd ider
Her zemân imdâd ider bil ol şeh-i evliyâ
***
Eylemiş Hallak-ı âlem Hızrı İlyas-veş ana
İrişür mahzunlara imdadı Abdülkâdirin
***
Yedi iklîmde sorılır işit erkân-ı Geylâni
Kamu büldânda kurılur hemîn meydân-ı Geylânî
Ulaşur idene feryâd ider muztarlara imdâd
Olur ana uyanlar şâd serî dermân-ı Geylânî
Tarîkına giren anın düşer aşkına Mevlânın
Olanı kul ol sultânın sever Yezdân-ı Geylânî
Çağırsan ana sıdk-ıla yetişür ol silâh-ıla
Murâdın ne ise dile ki bul ihsân-ı Geylânî
Anın dervîşi Kuddûsî olalı artdı sevdâsı
Diyüb teşvîk ider nâsı olun yârân-ı Geylânî
***
Geylâni gibi mürşid-i sâlâr bulamazsın
Hem ancılayın pîr-i vefâ-dâr bulamazsın
Deryada karada çağıranlara ulaştır
Düşmanları kahr edici kahhar bulamazsın
İlyas u Hızır veş eyler ol cümleye imdâd
Düşen kişinin destini tutar bulamazsın
Hakk eylemiş ol dostuna çün böyle tecelli
Kuddûsî anın mislini deyyar bulamazsın
***
Ana her kim çağırır ise olur havftan emîn
Görünür her dem nice esrarı Abdülkâdirin
Yatub uyurken müridin kahr ider düşmanını
Bil mu’in Kuddûsiya Cebbarı Abdülkâdirin
Leylâ hanım hz. Divanı’ndan ( -1847)
Hasteyim ahvâlimi arz eyleyim üstada ah
Takatim yok varmağa payına istimdada ah
Subha dek bülbül gibi zârım yetiş imdâdıma
Hiç kes takat getürmez nâle vü feryada ah
Pir-i Gîlân eylesün himmet bu Leylâ bî-kese
Arz-ı hâcet eyleyim bârî şeh-i Bağdad’a ah
Hersekli Ârif Hikmet hz. Divanı’ndan (1839-1903)
Meded yâ gavs-i Hak yâ pîr-i Geylân
Ki imdâdı bana her bâr edersin
Sana güçlük mü var kim yek-nazarda
Dilersen evliyâ-etvâr edersin
Hüseyin Vassaf k.s. hz. Sefine’den (1872-1929)
Cânib-i dilden nesîm-i himmetin itse güzer
Bû-yı feyzinden sana âşık olan cândan geçer
Âcizin Vassâf’ı pûr ekdârın istimdâd eder
Lutf idüp ihsân-ı feyzinden ana göster eser
Şemseddin Mısrî k.s. hz. 1867-1936
Medhi mümkin olmadı Sultan Abdulkadir'in...
Gün gibi bak aşikar burhanı Abdulkadir'in...
Her kim itse arz-ı hacat Matlabın elbet bulur
Herkese şamil olur İhsanı Abdulkadir'in...
Baz'ül Eşheb, Gavs-ül Azam Şeyh'ül Ekber kendidir
Mazhar-ı sırr-ı Ali'dir canı Abdulkadir'in...
Alvarlı Hâce M.Lütfi Efe hz. Hülasatu’l Hakâyık’dan (1868-1956)
Nûr-u Hûdâdır dillere Nûr verir mey-i müllere Rîh-i Rahman’dır güllere Abdulkâdir’dir gavsullah |
Velilerin serdarıdır Meşayihin dildârıdır Mihr-i hüdâ envarıdır Abdulkâdir’dir gavsullah |
Necmi Hûdâ’dır hüveyda Muhibleri bulur hüdâ Said olan olur feda Abdulkâdir’dir gavsullah |
Sever Habib-i Kibriyâ Severler cümle enbiya Tahsin eder hep evliya Abdulkâdir’dir gavsullah |
***
Harem-gâh-ı visâlin mahremidir Gavs-ı Geylânî
O bezm-i âşinâlar a’zamıdır Gavs-ı Geylânî
Mukarrebler meyânında yücedir himmet ü şânı
Gürûh-i evliyanın ekremidir Gavs-ı Geylânî
Ona ihsan edüp kuvvet-i kudsî hârikulâde
Nebîler serverinin hem-demidir Gavs-ı Geylânî
O ruhâniyyeti anın nebîler sırrına vâkıf
Ol ism-i pâk-i Ahmed’in mimidir Gavs-ı Geylânî
Der-i dergâhına LUTFÎ ola kurbân bu âlemde
Muhabbet verdinin dilde nemidir Gavs-ı Geylânî
Muzaffer Ozak k.s. hz. Ziynet-ül Kulûb’dan (1916-1985)
Meded yâ Gavs-ül-â-zam Pir sultan Abdülkadir
Mevhibe-i muazzam Pir sultan Abdülkadir
Aşkî kurban yoluna dergehinde buluna
Himmet eyle kuluna Pir sultan Abdülkadir
Şimdi “üç dalda bir gülüm var, dervişim keşkülüm var, medet ya Abdulkâdir, benim bir müşkilim var” eski tekkelerde okunan. Keşkül biliyorsunuz, bir kap, Hindistan cevizinden yapılıyor. Keşkül ü fukara ne verirsen alır, eyvallah da alır onun içine, sadaka da alır, niyaz da alır, dua da alır, böyle bir şey. “Medet ya Abdulkâdir benim bir müşkilim var” diyor yâni. Böyle bir hallâl-i müşkilât diyor, buna eskiler. Halleder kulların müşkillerini. Cenâb-ı Allah’ın ona lûtfettiği kabiliyetle, himmetle, hizmetle. Böyle bir hadise Cenâb-ı Abdulkâdir. (Muhterem Sadettin Ökten Hocamızın Radyo sohbetlerinden)
Bu karantinalı, koronalı, gamlı hüzünlü günlerimizde ferahlığa vesile olur ümit ve niyazı ile meraklılara muhibbana takdimdir. Ruhları şâd ve himmetleri hâzır ola.
Arzu Bosnevi