Bizler; yaşayarak ölümü, ölerek hayatı ayakta tutuyoruz. Bu söylediğimi bizim Yunus Emre diline dökersek;
“Ko ölmek endişesin, ‘âşık ölmez bâkîdür
Ölmek senün nen ola, çün cânun İlâhîdür.”
Ölmek, “gitmenin” öteki adı… Doğumun “gelmek” olduğu kadar gerçek… Zamanı geldiğinde gelmek, zamanı geldiğinde gitmek, gidebilmek…
“Ve hemen gidemedim,
Ve artık gidemedim,
Ve sonra hiç gidemedim…”
Edip Cansever böyle diyor. Gitmesi gereken ne düşünür bilinmez ama kalmaya heveslileri, şiirin devamında uyarmakta gecikmez şair; “Kurtuluş’ta son durakta bir tramvay ölüsü sanki ben; öylece kalakaldım.”
Eğer söz konusu ilişkiler ise genelde gidenin kaçak, kalanın korkak olduğu yorumuna dek esneyen bir kavramdır; gitmeyi bilmek.
Fakat gidilecek yeri; değer üretmek üzerinden tanımlarsanız sistemin yorgunluğuna (entropi) varırsınız. Hele ki her şeyin hızla değiştiği dünyada… Bazıları gitmeyi bilmemeyi; “geriye gitmenin en hızlı yolu” diye tanımlar. Aslında yönetişim de böyle tanımlıyor. Siyasi parti olsun, STK veya şirket; tepe yönetimine gelip bulunduğu yere kazık çakmayı “kurumsal zaaf” diye tarif ediyoruz.
Sisteme yeni düşünce ve taze eylemlerin giriş ve çıkışını tıkamak, ölümcül hata sayılıyor. İnsan ilişkileri de böyle değil midir? Kangren olmuş özel hayatlar gibi ilişkiden kovulmuşsundur ama farkında değilsindir. Tıpkı kurşun yediğinde koşan ceylan gibi; öldüğünü idrak edene dek koşmak… Ardından yığılıp kalmak…
Tecrübe? Bir yere kadar… Fakat nereye kadar? Geçmişte 30 yılda oluşan tecrübeyi, bilişim çağında 3 yılda devşirebiliyorsun. Üstelik tecrübe, dünden öğrenmektir ve yarına dair repertuarı kıttır.
Gençleri eğitme? Öğretmenin iyisi, zamanı gelince kendini gereksiz kılandır. Şayet sistemi tek kişiye bağımlı hâle getirmişsen, ortada sürdürülebilirlik sorunu var demektir. Koltuğuna güç verenler, zamanı gelince gitmeyi bilenlerdir. Koltuğundan güç alanların gitmeyi bilmesi güçtür zaten. Bu yüzden hayattan gitmeyi bildiren ölüm var, koltuktan gitmeyi bildiren yasa var…
Peki, ya hatalar? Hatasız kul olmaz… İyi ki de olmaz… Misal; benim CV’m “hataların manzumesi” gibidir. Benim “maliyeti yüksek” okulum, aynı hatayı tekrarlamama gayretim ile alabildiğim yol, seyri sülûkte… Her hata öğreticidir. Başkaları “hata” der; ben “maliyet” derim. Yapılacak o kadar hata var ki başkalarının hatalarından ilham almak, maliyeti düşürebilir.
Tüm hatalı alanlarını geride bırakmış bir insanın portresi var elimde… Dr. Wayne W. Dyer’in “Hatalı Alanlarımız” adlı kitabının özeti âdeta. Tüm hatalı alanlarını geride bırakma niyetinde olanlar için bence el altında bulundurulması gereken hoş bir reçete gibi. Tüm hatalı alanlarını geride bırakmış insanın portresine kısa bir göz atalım;
- Bu insanlar, hayatın her yönünü severler, şikâyet etmekle veya olayların daha değişik olmasını istemekle zaman kaybetmezler.
- Bağımsızlıklarına özenirler. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterirler.
- Sevgi anlayışları, sevdiklerine hiç bir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir.
- Onay arama ihtiyaçları yoktur. Övgü ve ödül talep etmezler.
- Çok açık ve dürüst konuşurlar çünkü vermek istedikleri mesajları, başkalarını memnun etmek için daha dikkatli sözcüklerin ardına gizlemezler.
- Gülmeyi ve başkalarını da güldürmeyi iyi bilirler.
- Kendilerini söylenmeden, yakınmadan kabullenirler. Fiziksel benliklerini sahtelikle gizlemezler.
- Doğal hayatı takdir ederler. Başkalarına eğlenceli gelmeyen şeylerden zevk alma yetenekleri vardır. Gün batımını izlemek ya da kırlarda küçük bir gezinti yapmak, doğum yapan bir kediyi izlemek, onlar için mükemmel bir şeydir ve şükrederler.
- Başka insanları çok iyi anlarlar ve asla şaşırıp şok olmazlar.
- Gereksiz kavgalarda asla taraf olmazlar.
- Hastalık hastası değildirler.
- Dürüsttürler, asla yalan söylemez ve olayları çarpıtmazlar.
- İnsanlar hakkında konuşmazlar, insanlarla konuşurlar.
- Titizlik ya da düzenlilik gibi dertleri yoktur, verimli yaşamaya bakarlar.
- Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdırlar.
- Bu insanların müthiş bir enerjileri vardır. Enerjileri doğaüstü değildir yalnızca hayatı ve hayattaki aktiviteleri sevmelerinin bir sonucudur.
- Şiddetli bir merak duygusuna sahiptirler. Hep araştırır, hayatlarının her anını kavramak isterler. Her insan, her varlık ve her olay, daha çok öğrenmek için bir fırsattır, onlar için.
- Başarısız olmaktan korkmazlar, hatta onu sevinçle kabul ederler.
- Bu insanlar, kendilerine zarar verecek duyguları yok etme ve kendilerine verdikleri değeri arttıracak olanları doya doya yaşama yeteneğine sahiptirler.
- Bu mutlu insanlar, asla kendilerini savunma ihtiyacı duymazlar. Basitçe “Her şey yolunda biz yalnızca farklıyız. Anlaşmak zorunda değiliz” derler.
- Bir tartışmayı kazanma ve karşısındakini konumunun yanlışlığına ikna etme ihtiyacı duymadan orada keserler.
- Değer yargıları dar değildir. Kendilerini tüm insan ırkının bir parçası olarak görürler. Daha çok düşman öldürmekten sevinç duymazlar.
- Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanlar yoktur. Herkesi insan olarak görür ve hiç kimseyi, kendilerinden önemli konuma getirmezler.
- Başkalarının yeteneksizliği sebebiyle kazanmak yerine zaferi, kendi çabaları ile elde etmeyi tercih ederler.
- Komşularının ne yaptığını fark etmezler zira o sırada var olmakla meşguldürler.
- En önemlisi bu insanlar, kendilerini severler.
- Kendilerine acımak, kendilerini reddetmek, kendilerine öfkelenmek için zamanları yoktur.
- Elbette sorunları vardır ama sorunların onları duygusal felce götürmesine izin vermezler.
- Tökezleyip düştüklerinde tekrar ayağa kalkar ve sızlanmadan yaşamaya devam ederler.
- Hatalı alanlardan bağımsız insanlar, mutluluğu kovalamazlar. Sadece yaşarlar ve mutluluk onları bulur.
- Gerçekten nadir bulunan insanlardır ve onlar için her gün mükemmeldir, her yıl daha da mükemmel şeyler vaad eder onlara…
Edip Cansever ile yazıdan gitmeyi bileyim dedim; “Hepimiz kalakaldık / Elimizde tetiği çekilmeyen / Namlusu yönsüz bir tabanca gibi…
İsteyen üzerine alınabilir.
Dr. Şeref Oğuz
Makas dergisi, Sayı 9