Afrika’nın kalbi
Casablanca’ya 6 saatlik bir uçuş, havaalanında 3 saatlik bir bekleyiş sonrası Moritanya Nouakchott’a gidecek uçağa bindiğimde hayatımın en ilkel ve en ufak uçağını görmüş oldum böylelikle. İtiraf etmeliyim ki, uçağı görür görmez yüreğim bi cızz etti. Neyse biraz tevekkül, biraz boşvermişlik koltuğa kuruluyorum.
Moritanya Hava Yollarında da birçok Arap havayolu gibi uçuştan önce Kur’an ayetleri okunuyor. Bu da rahatlatıyor beni. Allah’tan selamet diliyorum bu uçuş için de. Fas’a kadar gözünü kırpamamış ben, Nouakchott’a kadar gafletin koynunda geliyorum.
Hak hukuk ne gezer!
Nouakchott havaalanının ufacık, belki birkaç yüz metrekare havaalanı görevlileri son derece tehlikeli görünüyorlar. Hayatlarında sadece Türkiye’deki ya da Avrupa’daki havaalanını görmüş olanların bunu anlamaları zor. Adamlar tehlikeliler çünkü burada bir hak-hukuk yok.
Mesela benim pasaportum, vizem her türlü evrağım eksiksiz, usûle de uygun ama herhangi bir memurun tipimi beğenmemesi durumunda başım çok fena ağrıyabilir. Mesela deport -yani sınır dışı- edebilirler ya da havaalanında alıkoyabilirler, bunun için herhangi bir sebep olması gerekmiyor. Tamamen adamların keyfine kalmış. Bu yüzden ayağımızı denk alıyoruz. (Moritanya’dan dönerken neredeyse adamlar soyacaklar, ufak bir odaya alıp, üstümü didik edip, sakladığım için bulamadıkları bazı dövizler hariç neredeyse tüm paramı alacaklar. Tıpkı Fas’ta olacağı gibi.) Allah’a şükür herhangi bir baş ağrısı olmadan pasaport ve gümrük kontrolden geçiyor, 3 gece sürecek bu seyahat boyunca kalacağım otele doğru yol alıyoruz.
Kölelik kalktı mı zannettin?
Moritanya’nın nüfusu 6-7 milyon civarında, resmi kayıtlarda ise -10 yıl önceki sayıma göre sanıyorum- 4 milyon. Burada da tüm dünya ülkeleri gibi adaletsiz bir gelir dağılımı var. İnsanlar ya çok zengin, ya da çok fakir. Moritanya’da hala kölelik hatta cariyelik sistemi var. Mesela beni orada ağırlayan, Türkiye’den tanıştığım Ahmed’in evinde 4 köle var, bunlar evin güvenliği, temizliği gibi işlerden sorumlular. Genç bir kız var içlerinde. Adı Fatu. Herkes Fatu, Fatu diye sesleniyor, belki de Fatıma’dır esas adı. Somalili bu zarif, genç kız her işe koşturuyor, bize hizmet ediyor, evin çocuklarıyla ilgileniyor. Son derece mahcup kız, bir şeyler ikram ederken, renkli bir örtü ile örtülü başını bizden tarafa çeviriyor, yüzünü göstermemeye, gözgöze gelmemeye çalışıyor Somalili kız. Moritanya’da köleler satın alınmıyor bizim bildiğimiz gibi. Bunlar son derece fakir insanlar, ülkede muteber insanların evlerinde din ve namuslarının korunması, barınmaları ve karınlarının doyması karşılığında çalışıyorlar.
Az zenci – koyu zenci
Afrika’nın en büyük ülkelerinden biri olan Moritanya’nın dar, şose yollarını saymaz isek neredeyse tamamı çöl. Yollar boyunca hurma ağaçları, bu ağaçlardan taş vs. atarak hurma düşüren zenci çocuklar…
Burada da zenci-beyaz ayrımı var. Ya da az siyah-çok siyah ayrımı. Ülkenin zenginleri nispeten açık tenli olanlar. Ama bu aralar endişeliler çünkü zenci bir Moritanyalı 4 hanım alıp, toplamda 30-40 çocuk sahibi olabiliyor. Gittikçe artan zenci nüfus, elitleri rahatsız ediyor. Yakında ülkenin tamamı bunlarla dolacak, diyorlar.
Moritanya, Atlantik okyanusu kıyısında olmasından dolayı, balıkçılık gelir kaynaklarından biri. Bir diğer gelir kaynakları ise 2005’lere kadar turizm imiş. Dünya’nın birçok ülkesinden turistler gelip burada safari turizmi yapıyorlarmış. Ta ki birkaç Avrupalı turist bir terör örgütü tarafından öldürülünceye kadar. Bana bunları anlatan arkadaşım “Moritanya’da her şey var. Petrol, deniz, çöl… Birileri Moritanya’nın büyümesini istemiyor” diye ekleyip bana Moritanya’da safari turizmi popüler iken dikilen, 4-5 yıldır da boş kalan ünlü otel şirketlerinin binalarını gösteriyor.
Çölün bağrında
İkindi vakitlerinde hava nispeten serinken çöle doğru gidiyoruz. Çölde çadırlar, develer ve çobanları. Arkadaşlarım deve sütü içiyorlar bana da ikram ediyorlar, çekiniyorum denemeye. Bu arada safari yapan birilerini görüyoruz, arkadaşlar “Gidip arabaları değiştirip çölde gezelim istersen.” diyorlar ama uçsuz bucaksız çöl, batmak üzere olan güneş gözümü korkutuyor. Başka bir zaman diyorum. Oturup çölde bir çadırın önünde laflıyoruz. “Ben çölde, çadırda doğdum.” diyor Ahmed. “Doğduğumda burada bir tek bina bile yoktu. Yerleşik hayata da belki 30 sene önce geçtik. Bedeviyiz biz.”
Akşam oluyor, eve dönüyoruz akşam yemeği için. Ailenin tüm erkekleri; kardeşler, amca-dayı çocukları “Türk misafirimiz var.” diye yemekte hazırlar. Türk insanını, Osmanlı’yı, İstanbul’u çok seviyorlar. İstanbul, İslam’ın başkenti, Türkler Müslümanlar’ın liderleri diyorlar. Moritanyalılar misafirperver insanlar. Evlerinde dilediğim gibi oturup, kalkabiliyorum kendilerinden gördüğüm samimiyetten dolayı.
Moritanya’daki ikinci gün
Çift şeritli asfalt yolda giderken çölün üstüne kurulmuş, barakalardan ibaret “oto galeriler” görüyorum sağda solda. Bu çöl ülkesinde, İstanbul’da görebileceğiniz her marka-model araç mevcut. Satılan araçların çoğu Fransa veya İtalya plakalı. Dikkatimi çekiyor, soruyorum:
-Ahmed, bu satılan arabaların hepsi neden Avrupa plakalı? Cevap ilginç.
-Bunlar Cezayir mafyalarının Fransa’dan, İtalya’dan çalıp, Cezayir’e herhangi bir yolla sokup, sonrasında konteynerlarla Moritanya sınırına soktukları arabalar.
-E sorun olmuyor mu, gümrükte?
-Gümrükte sorun olmaz, yeter ki vergisini öde.
Yine soruyorum:
-Ahmed, bu haram değil mi?
-Allah-u âlem! Bunlar ganimet. Biz Müslümanlardan değil, gayri Müslimlerden çaldırıyoruz bunları.
Burada susuyor, daha fazla uzatmıyoruz. Demiştik burada hak-hukuk yok diye.
Moritanya halkının neredeyse tamamı Sünni Müslüman ve hatta dindarlar. Gençleri pırıl pırıl, hiçbir toplumda görmediğim kadar edepli ve harama uzaklar, hepsi namaz kılıyorlar. Yol boyunca, vakti girdiği anda, çölde herhangi bir yerde onlarca namaz kılan insan görebilirsiniz. Kızlar da üniversitelerde okuyorlar, hemen hemen hepsi tesettürlüler. Saçlarının çok az bir kısmını, boyun ve dirseklere kadar kollarını açıkta bırakan, rengârenk bir örtü ile örtünüyorlar. Burada da eğitim dili Fransızca tüm diğer Kuzey Afrika ülkeleri gibi.
Moritanya’da ki son gece
Arkadaşımın evinde tanıştığımız bir arkadaşın akşam yemeği davetine icabet ediyoruz. Yemekten sonra bana bir sürpriz hazırladıklarını söyleyip, dışarı çıkıyoruz. 50-60 metre mesafede bir binaya yöneliyoruz. Gittiğimiz yer, özel bir Türk okulu. Kapıyı okulun müdürü Halil Hoca açıyor, meğer kendisine de haber verilmiş, Türk misafirimiz var diye. Bizi içeriye alıyor, ikramda bulunuyorlar. Çok memnun oluyorum. 10 gündür evinden uzakta olan ben vatandaşlarımızı görmek, ana dilde iki kelam etmekle çektiğim hasret nispeten giderilmiş oluyor.
Abdullah Şahin çöllerde