Elif çubuk gibi, be yan yatar, te ona benzer!

Cüz okuyanlar bir ‘ebcet’e çıkınca’, sonra Kur’an okumaya başlayınca, daha sonra ilmihal okumaya başlayınca her merhale atlamaya şeker dağıtırdı.

Elif çubuk gibi, be yan yatar, te ona benzer!

O zamanlar daha ilkokula bile gitmiyordum. Babam, beldedeki (Hatay-Aktepe) camiye gitmek için karayolunu geçmem gerektiğinden, trafik olmayan yakındaki köyümüze (Küreci/ Kıranyurdu) göndermişti ‘hoca okumasına’. Her ders geçmeye dolgun harçlık aldığımı hatırlıyorum. Köyün camisinin avlusunda büyük bir kesme ağacının altında olduğumuzu, amcamın oğluyla beraber gidip geldiğimi hatırlıyorum camiye. ‘Ebcet havvas hutti kelemen…’ ne kadar da güzeldi ve ayrı bir heyecanı işaretlerdi: Kur’an okumaya az kaldı. Bir de o zamanlar ‘elif çubuk gibi’, ‘be yan yatar’, ‘te de ona benzer’, ‘se de ona benzer’di. ‘Lam elif, ye; ben doydum sen ye’ diye öğretici ve eğlenceli bir haldeydi camiler. Köydeki ‘talebelik’ maceram, konuşuyorum diye epey kalın ve uzun sopanın koca kafamla buluşmasıyla son buldu.

Ve o resmin vazgeçilmezi şimdilerde çocuklarda pek görmediğim cüz torbalarıydı

Daha sonra yine mahalle camimiz yokken belde merkezindeki caminin de çok kalabalık olmasından dolayı mahallelinin Ömer Hoca’yı bizi okutsun diye tutmasıyla devam etti ‘okuma’ maceramız. Kâh inşaatı yarım kalmış, ‘ören’ de denilen bir evde, kâh kapıları kilitli başka bir amcamın evinin bahçesinde devam etti.

Amcamın evinin bahçesi çok güzeldi. Dut ağaçları, narlar, üzüm asmasından yapılmış ‘hayma’, ağzımızı dayayıp su içtiğimiz çeşme -şimdi çok değişmiş olsalar da- hâlâ tüm canlılığıyla hatırladığım şeyler. Herkes evden uygun yaygılar getirirdi. O kilimleri birleştirir, ağaçlara dayardık sırtımızı; rahle sadece hocamızın önünde olurdu diye hatırlıyorum. Herkes kendi küçük minderini de getirirdi okumaya. Ve o resmin vazgeçilmezi şimdilerde çocuklarda pek görmediğim cüz torbalarıydı. Annelerimiz evdeki çaputlardan basitçe dikerlerdi. Kafamızdan geçirip omzumuza asardık cüzlerimizi. Elimizdeki cüzler ya da Kuran’larımız yere düştü mü mutlaka üç kere öper, her seferinde başımıza koyardık.

Mezarlıkta, piknik havasında Kur’an eğitimi

Hocamız ince uzun bir amcaydı. Zayıf yüzündeki sakalı ayrı bir heybet veriyordu kendine. Mahalleli ücretini verir, o da vermeyen ihmal eden birkaç kişiye pek aldırmazdı zaten. Yaz okumalarının belki de şimdi en ilginç gelen yanı yaptığımız pikniklerdi. Aslında buna pek piknik de denmez. Ben anlatayım, ne olduğuna siz karar verin artık. Kimse bizi rahatsız etmesin, kimse de o kadar mahalleli çocuktan ‘taciz’ olmasın diye mahalleyle köyün arasındaki koca mezarlıkta okurduk derslerimizi. Şimdiki gibi üç saate sığmıyordu Kur’an dersi, mutlaka öğleden sonra da okuma olurdu. Öğleden sonraları ilmihal okunurdu. Otuz iki farz ezberlettirilirdi. Dua ezberleri alınırdı.

Mezarlıkta yaptığımız derslere giderken herkes Allah ne verdiyse artık, evden yiyecek bir şeyler getirirdi. O zamanlar çocukluğumuz parlak kâğıtlarla kirletilmemişti belki de. Yumurta, domates, salatalık ve annelerimizin yaptığı bazlama ‘azzıklarımızın’ vazgeçilmezleriydi. Küçük cam kavanozlarda ayran yapardık. Piknik havasında Kur’an eğitimi. Şimdiki çocuklar mezardan, ölüden daha çok korkuyorlar bence. Bizse mezarlıkta okuduk ‘elif ba’yı; belki de bu yüzden daha az ürküyoruz ölülerden.

Mızraklı İlmihal okunurdu o zamanlaryaz kuran kursları

O zamanlar Kur’an baştan sona bittimiydi ilmihal okunurdu. Meşhur “Mızraklı İlmihal”. Farklı harfler bellenildi mi Osmanlıcayı, hocamızın da yardımıyla, sökmek çok zevkli ve ayrıcalıklı bir şeydi. Mızraklı İlmihal’i de bitirince ‘Karabaş Tecvidi’ okunurdu ki buna zamanın pek yettiğini hatırlamıyorum.

Şekerler renk renk çeşit çeşit: Kelle, nohut, kırniş…

Nerdeyse liseye kadar yazlarımız hep böyle bir meşgaleyle geçerdi. Eğer biri camiye gelmez de haylazlık yaparsa hoca iri kıyım arkadaşlardan birkaç ‘asker’ salar, o arkadaş zorla getirilir ve iyi bir azarın yanında bazen falaka da yerdi. O zaman babalarımız, kursta olabilecek en ufak bir sıkıntıda hocanın yanına şikâyet için gitmez, eğer dayak yemişsek ‘ellerine sağlık, kim bilir ne yaptın’ derlerdi. Camiye, okumaya çocuk teslim edilirken ‘eti senin kemiği benim’ demek adettendi. O zamanlar hâlâ ‘hocanın vurduğu yerde gül biter’ idi ve ‘hocanın vurduğu yer cehennemde yanmaz’ diye samimiyetle inanılırdı.

Cüz okuyanlar bir ‘ebcet’e çıkınca’, sonra Kur’an okumaya başlayınca, daha sonra ilmihal okumaya başlayınca her merhale atlamaya şeker dağıtırdı. Şimdiki çocuklara bakıyorum, bazıları dağıtılan şekerleri almak istemiyorlar, bilmiyorum neden. Ama bizim o kadar hoşumuza giderdi ki nohut şekeri –ki renk renk olur, renkleri terleyen elimize çıkardı-, kelle şekeri -sertti dişinle çiğnemezsen en uzun süreni oydu-, bir de pembe çizgili biraz daha yumuşak başka bir şeker çeşidi daha vardı.

Devletten saklana saklana, tahkikatlar geçire geçire Kur'an'a sahip çıkmıştı bu millet

Burada öyle hafız alayları felan olmazdı ama yaz kursları çok önemliydi. Hâlâ da öyle. Geçen sene market işleten bir abi kursa yardıma gittiğini, hocaya çok ihtiyaç olduğunu söylemişti de sevinmiştim. Bu yıl birinci sınıfı bitiren yeğenimi 30 kişilik bir kursa 53. kişi olarak kaydettim.

Burası öyle bir yer ki insanlar dere içlerinde devletten saklana saklana, tahkikatlar geçire geçire Kur’an’a sahip çıkmış. Milletin hasbiliği kurtarmış dini ve milleti. Millet, sinesindeki o tertemiz imanla o kadar yokluk içinde yolundan şaşmayacak değerlere sıkı sıkı sarılmış.

Bugün Yaz Kur’an Kursu başlayacak. Bunları hatırladım. Sizlerle paylaşayım istedim. Yaz Kur’an Kursları hepimize hayırlara vesile olsun inşallah. Ta o zamanlardan günümüze ve gelecekte Kur’an okutan, okuyan herkesten Allah razı olsun. Başta Ömer Hocam olmak üzere Kur’an hadimlerimden ahirete göçenlere Allah rahmet eylesin.

Halil Arslan yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Ali ÖZDEMİR
Ali ÖZDEMİR - 11 yıl Önce

Merhum Es'ad COŞAN (Rh.a.) Hocaefendinin aşağıda linkte verdiğim dersi çok öğretici.Dinlemenizi tavsiye ederim.http://www.youtube.com/watch?v=ds3yGKnTFPg