Giriş
Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun kaleme aldığı “Veronika Ölmek İstiyor”, yazarın biraz da otobiyografik öğeleri barındıran ve oldukça ilgi gören romanlarından biridir. Kitapta, genç ve güzel bir kız olan Veronika, her istediğine ulaşabilen renkli bir hayata sahip gözükürken gerçekte düşündüğü olduğu tek şey, yaşamına son verme arzusudur. Hayatından, monotonluktan ve dünyada ters giden hiçbir şeyi düzeltememekten şikâyetçi Veronika için tek çözüm intihardır. Yaşadığı hayatın sıradanlığından sıkılan ve bundan sonra her şeyin daha da kötüye gideceği düşüncesinden kaçan Veronika için tek kurtuluş intihardı ancak yaşamını sonlandırmak onun elinde değildi. Başarısız bir intihar girişiminin ardından kendisini, ülkenin en iyi bilinen akıl hastanesi Villete’de buldu. Şimdilik yaşıyordu ancak aldığı haplar kalbinde tedavi edilemez bir hasara yol açmıştı. Yaşayacağı son beş gün ve hastanede karşılaşacağı insanlar onun yaşama dair tüm düşüncelerini değiştirecekti.
Bu akıl hastanesinin seçkin delileri, Veronika’yı hayata bağlayan kişiler oldu. Genç kızın ömründeki son beş günü yaşamı yeniden sorgulayarak geçirdi. Dr. İgor’un çalışmaları sona erdiğinde tezi doğrulanmıştı. Ölüm bilinci gerçekten de kişiyi yaşama döndürmeye yeterdi.
Genç kızın intihar girişimi ile başlayan kitap, onun gibi yaşamaktan vazgeçmiş pek çok insanın da bulunduğu Villete Hastanesi’nde geçer. İntihar girişimi sonrasında son günlerini yaşaması için Villete Hastanesi’ne yatırılan Veronika, burada kendini ve isteklerini yeniden keşfetme fırsatı yakalayacaktır.
Kitap özetinden bölümler:
Slovenya Neresidir?
Dört kutu uyku ilacını tek tek yuttuktan sonra ölümü beklemek için yatağına uzandı Veronika. İntihar etmek için pek çok farklı yöntem vardı. Bileklerini kesebilir veya yüksek bir apartmanın tepesinden atlayabilirdi ama o içlerinde en kolay ve ardında bıraktığı anne-babası üzerinde en az travma oluşturacak olan bu yöntemi seçmişti. İlaçların etkisini ne zaman göstereceğini bilmediğinden yanına bir dergi dahi almıştı. İntihar kararını almak için uzun zamandır düşündüğünden gayet sakince bilincini kaybetmeyi bekliyordu. Beklemeyi kolaylaştırması için öylesine dergiyi karıştırmaya başladı. Teknoloji veya bilgisayar oyunlarına karşı ilgili değildi. Bayiden öylesine seçtiği bu dergideki yazıların hiçbiri onun ilgisini çekecek cinsten değildi. Sayfaları çevirirken başlıklardan birinde karşılaştığı soru onun bir anlığına kararını sorgulamasına neden olacaktı.
“Slovenya neresidir?”
Veronika bu sorunun cevabını çok iyi biliyordu. Slovenya odasının küçük penceresinden baktığında gördüğü yerdi. Burasıydı. Slovenya onun ülkesiydi. Nasıl olur da insanlar bu yerin adını hiç duymamış ve bilmiyor olurlardı. Bu durum Veronika’nın canını sıktı. Giderayak her şeyden, tüm dünyadan böylesine vazgeçmişken bu soru, vatandaşlığını ve milli duygularını anlamsızca dürtüvermişti. Ölmeden önce yapılabilecek en parlak işlerden biri sayılmasa da bir kalem, kağıt alıp yazıyı yazan cahil editöre, Slovenya’nın Yugoslavya’nın bölünmesiyle ortaya çıkan beş devletten biri olduğunu yazmaya koyuldu. Yazmayı bitirdiğinde bu garip mektup, onun intihar mektubu olacaktı. İnsanlar belki de Slovenya’yı kimsenin bilmemesi yüzünden intihar ettiğini zannedeceklerdi. Oysa o intiharının böyle bir şeyle ilgisi olmadığını biliyordu.
Genç ve çevresi tarafından güzel olarak nitelendirilen bir kızdı Veronika. Yirmi dördündeydi ve yaşıtlarına göre çokça gezip eğlenme fırsat bulmuştu. Mutluydu, zaten bunalımda ya da kötü bir hayatı olduğu için intihar etmiyordu. Başlıca iki nedeni vardı, böyle bir sonu seçmesinin. İlk neden; yaşamın monotonluğuydu. Şimdi gençti, her şey güzel geliyordu fakat zaman geçtikçe yaşlanacak ve hayatı çöküşe doğru gidecekti. İkinci neden, ilkinden çok daha toplumsaldı. Duyarsız biri değildi; gazeteleri, haberleri, dünyada olup bitenleri takip ederdi. Her geçen gün çok daha kötü olaylarla karşılaşıyordu. Olup biten hiçbir şeye “Dur” diyememek, seyirci kalmak onu etkisiz ve zavallı hissettiriyordu. Bu duyguya daha fazla katlanmak istemiyordu.
Mide bulantısı başlamıştı. Yatağından son bir kez camdan kent meydanına doğru bakmak için kalktı. Meydanda müzisyenler belki de sonunu hiç duyamayacağı neşeli bir parça çalıyorlardı. Saat 16.00’ı biraz geçiyordu ve kış olduğu için güneş batmak üzereydi. Bulantı şiddetlendi, oysa o acısız, uykuya dalar gibi bir ölüm bekliyordu. Bulantıdan kurtulmak istedi. Hayır, kusarsa her şey mahvolurdu.
Kulaklarında garip bir uğultu, pencereden o öldükten sonra da yaşamlarına devam edecek insanlara baktı. Biraz sonra bilincini yitirdi ve olduğu yere yığıldı.
Başarısız Bir Girişim
Müdahalelerin ardından hayati tehlikesini atlatması üzerine normal bir hastaneye değil, Villete’e yatırılmıştı. Burası bir akıl hastanesiydi ancak diğerlerinden farkı daha ziyade zengin kaçıkların yatırıldığı bir yerdi. Ailesi, kendine yeniden zarar verebileceğinden korktuğu için onu buraya getirmeye karar vermişlerdi. Gözlerini açtığında floresanlarla aydınlatılmış bembeyaz bir odadaydı. Cennet veya cehennemin böyle bir yer olmadığını biliyordu. Ağzına ve burnuna bağlanan hortumlardan hastanede olduğunu anlamıştı. Başında dikilen kadın hemşire olmalıydı. Kadın, Veronika ayıldığından beri susmamıştı. Teyzesi de intihara kalkışmış ve bunu neden yaptığını sanki ondan öğrenebilecekmiş gibi onu sorguya almıştı. Yatakta serumla ve hortumlarla mücadele eden Veronika’nın tek arzusu huzurla ölebilmekti. Elbette hemşire buna izin vermek yerine ona bir sakinleştirici daha yaptı.
Uyandığında bu kez yanı başında farklı bir hemşire vardı. Ölmemişti işte yine hayattaydı. Yine aynı hayata açmıştı gözlerini. Bir kaç hafta sonra başından geçen bu olay tamamen unutulacak, yeniden hamsterın kafesindeki çarkta hiçbir ilerleme kaydetmeden dönüp durması kadar monoton yaşamına başlayacaktı. Belki ileride annesini daha fazla üzmemek adına çok da sevmediği bir adamla evlenip mecburen bir ev bark sahibi olacaktı. Yüzeysel bir mutlulukla sürdürdüğü evliliğine bir de çocuklar eklenecekti. Zaman geçtikçe kocası ondan uzaklaşacak, o da şişmanlayacaktı. Kocasına karşı öfke dolu ve çocukları için yaşamaya devam eden diğer çaresiz kadınlardan biri olacaktı. Bu düşünceden nefret etti. Hâlâ ölümünü planlamak için cesur ve sağlıklıyken böyle bir yaşamı seçmeye hiç niyeti yoktu. Bu düşünceler eşliğinde ilaçların etkisiyle yeniden uykuya daldı.
Ne Zaman Öleceğini Bilmek
İki haftalık yarı uyur yarı uyanık hâlden sonra yeni koğuşunda kendine geldi. Uyandığını gören doktorlar, hemen Veronika’nın başına geldi. Doktorlardan biri yaşlı ve tecrübeli olduğu belliydi, diğeri ise tıp fakültesinden daha dün mezun olmuş kadar genç gözüküyordu. Bilincinin yerinde olup olmadığını anlayabilmek adına Veronika’ya bazı sorular sormaya başladılar. Başta cevaplamaya pek gönüllü olmasa da soruları yanıtladı. Ancak bazı cevapları hatırlarken gerçekten de güçlük çekiyordu. Doktor telaş etmesine gerek olmadığını aldığı ilaçlardan sonra böyle durumlarla karşılaşmanın normal olduğunu söyledi. “Ne zaman buradan çıkabilirim?”
Yaşlı doktor, hastanın durumu için bilgilendirmeyi genç olana bırakıp “Söyle ona” der gibi başıyla işaret etti. Genç doktor konuşmaya başladı, söyleyeceği şeylerden garip bir haz duyduğunu hissetti Veronika. Evet, şu an için yaşıyordu ama bu uzun sürmeyecekti. İntihar etmek için yuttuğu haplar, kalbinde geri dönülmez bir hasara yol açmıştı ve bu hasarla yaşaması mümkün gözükmüyordu. Beş gün, belki bir hafta sonra kalbi duracaktı. Genç doktorun tavrına inat hafifçe gülümsedi, “Demek başardım.”
Gece olunca doktora karşı takındığı umursamaz tavrı yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bir anda onca hapı yutarak ölüme koşmak başka, eli kolu bağlı ölümün aheste aheste gelip seni bulmasını beklemek başkaydı. Üstelik koca bir koğuşta, yığınla deli arasında ölümü beklemek zorundaydı. Kalmaya çalıştı. Tüm koğuş uyuyor, kapıda hemşirelerden biri oturmuş kitap okuyordu. Tuvalete gitmek için izin istedi belki filmlerde gördüğü gibi oradan bir kaçış yolu bulabilirdi. Sürüne sürüne hemşirenin yanına kadar gitti ancak kadın onu geri, yatağına postaladı. Yatağına dönerken diğer yataklardan birinden kendisine seslenildiğini duydu ve seslenen kadına yaklaştı. Böylece buradaki ilk arkadaşı Zedka ile tanışmış oldu. Zedka, akıl hastanesinde yatan bir deliye göre fazla bilge konuşuyordu. Aslında buradakilerin, dışarıdakilerden pek de farklı olmadığını, yalnızca deli oldukları onaylanmış insanlar olduklarını söylüyordu. Oysa dışarıda onlardan daha çok vardı. Veronika onunla konuşmaktan keyif almıştı. Ama bu sohbet, başlarına dikilen hemşire ile son buldu. Uslu bir hasta olup yatağına geçti ve hemşirenin sakinleştiriciyi yapmasına izin verdi.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.