Fransız yazar Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılmış masalsı bir öyküdür, “Küçük Prens”. Dünya edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden olan bu kitap, yüzlerce dile çevrilmiş ve 7’den 70’e pek çok kişinin başucu kitabı olmuştur. Öyküde bir çocuğun gözünden büyüklerin ciddi dünyası anlatılmaktadır.
Uçağı arızalanınca çöle iniş yapmak zorunda kalan bir pilot, burada yetişkinler tarafından bilinmeyen bir gezegenden gelen “Küçük Prens” ile karşılaşır. Dünya, gezdiği yedinci gezegendir Küçük Prens’in. Pilot, bir yandan uçağını tamir etmeye çalışırken bir yandan da Küçük Prens’in hikâyesini dinler. Küçük Prens, pilota ve bizlere yetişkinlerin dünyasına farklı bir gözle bakabilmeyi öğretir. Neredeyse tüm dünya dillerine çevrilmiş, yazıldığı günden beri güncelliğini korumuştur. Başta bir çocuk kitabı gibi görünse de bu kitap, bir çocuğun gözünden yetişkinlerin dünyasını anlatır ve onları yaşamlarını sorgulama imkânıyla tanıştırır.
Hikâyede uçağı arıza yapan pilot, çöle inmek zorunda kalmıştır ve burada karşılaştığı Küçük Prens’le arkadaşlık kurmuştur. Bir yandan uçağını tamir ederken onun hikâyesini dinlemiş ve o hikâyeden tüm yetişkinlere örnek olması gereken dersler çıkarmıştır.
Kitap özetinden bölümler:
Resim Kabiliyeti
Altı yaşındayken ormanlarla ilgili “Yaşanmış Öyküler” diye bir kitap okumuştum. Oradan öğrendiğim bir bilgi çok dikkatimi çekmişti:
“Boa yılanları, avlarını bütün olarak yuttukları için onu sindirene kadar oldukları yerde altı ay uyurlar.” Okuduktan sonra bu görüntünün nasıl olabileceğini kafamda canlandırıp fil yutmuş bir boa yılanı resmi çizdim. Resmi gösterdiğim tüm büyükler, onu bir şapka resmi sandılar. Şapka olmadığını anlatmak, benim için çok yorucu oldu. Bu nedenle daha anlaşılır bir resim çizdim, onlar ise kabiliyetim olmadığını ve diğer derslerime yoğunlaşmamı söyleyerek bütün hevesimi kırdılar. Ben de kendime başka bir meslek seçip pilot oldum ve dünyanın neredeyse her yerine uçtum. Pek çok insan tanıdım bu sayede. Yetişkinlerle çok zaman geçirdim. Ne yazık ki onlar hakkındaki görüşlerim iyi yönde gelişmedi. Çok akıllı olduklarını düşündüklerim oluyordu bazen, hemen çizdiğim resmi gösteriyordum ama hepsi anlaşmış gibi bunun bir “Şapka resmi” olduğunu söylüyorlardı. Nasıl olsa anlamayacak diye boa yılanından ve ormanlardan bahsetmekten vazgeçiyordum ben de. Gerçekten sohbet edebileceğim, beni anlayacak kimse çıkmadı karşıma. Mecburen yalnız bir hayat yaşadım ben de. Ta ki altı yıl önce uçağım arıza yapana kadar.
Altı yıl önce, Büyük Sahra Çölü’nü aşmaya çalışırken uçağım arıza yapmış, motorun bir parçası kırılmıştı. Uçakta yalnız olduğumdan tamir etmek için bana yardım edecek kimse yoktu. Issız bir yerdeydim, en yakın yerleşim birimine binlerce kilometre uzaktaydım. Yanımda sadece bir hafta yetecek kadar su vardı. Burada ölmemek için uçağımı kendim tamir etmeliydim.
İlk geceyi kumların üzerine uyuyarak geçirdim. Yapayalnızdım. Sabah güneş doğarken yakınımda bir ses duyup gözlerimi açtım. “Bana bir koyun resmi çiz!” diyordu karşımda duran ufak adam. Daha önce hiç böyle sevimli bir adam görmemiştim.
“Sen de kimsin? Burada ne yapıyorsun?” diye sordum kendimi toparlayıp. Soruma cevap vermek yerine benden yine bir koyun resmi çizmemi istedi. Büyükler resim çizme konusunda hevesimi çoktan kırdıkları için “Ben resim çizmeyi bilmiyorum.” dedim. Çizmem için ısrar etti. Koyun çizmeyi beceremem diye daha önce de çizdiğim gibi fil yutmuş bir boa yılanı resmini çizdim. “Ben senden boa yılanı çizmeni istemedim, koyun istiyorum.” dediğinde çok şaşırdım. Nihayet çizdiğim resmi anlayan biri çıkmıştı. Sonra bir koyun çizdim ancak çok sağlıklı görünmediğini söyleyerek yeniden çizmemi istedi. İkincisini de beğenmeyince ona bir kutu resmi çizdim ve “İstediğin koyun bu kutunun içinde.” dedim. Çok beğendi, “Tam aradığım gibi. Bu küçük koyun çok ot yemez.” dedi ve uyuyakaldı.
İşte böyle tanıştık Küçük Prens’le. Nereden geldiğini öğrenmeye çalışıyordum. Kendisi o kadar çok soru soruyordu ki bana cevap verecek fırsatı bulamıyordu. Uçak görmemişti daha önce, uçan bir şey olduğunu öğrenince çok şaşırdı. Gökyüzünden inmem onu çok heyecanlandırdı. Bana “Hangi gezegenden geldin?” diye sorunca ben de “Sen başka bir gezegenden mi geldin yoksa?” diye sordum. Bana cevap vermek yerine, “Bu uçakla uzaktan gelmiş olamazsın.” dedi. “Peki sen nereden geldin? Koyunu nereye götüreceksin? Gittiğin yerde onu bağlamayı unutma ki kaçmasın.” dedim, o da bana “Bizim oralar öyle küçük ki kaçabileceği bir yer yok.” dedi.
Asteroid B 612
Demek ki Küçük Prens, neredeyse minik bir ev kadar bir gezegenden geliyordu. Dünya, Jüpiter, Venüs gibi bildiğimiz gezegenler vardı. Bunların yanında adı olmayan küçük gezegenler olduğunu da biliyordum. Keşfedildiklerinde isim yerine “Asteroid 3251” gibi numara verilirdi onlara. Onlardan birinden, hatta B 612’den gelmiş olmalıydı Küçük Prens. B 612 yalnızca bir kere, 1909’da Türk bir gökbilimcinin teleskopunda görülmüştü. O zaman Uluslararası Astronomi Kongresi’nde tanıtmıştı bu gezegeni ama gökbilimcinin üzerindeki kıyafetler yüzünden söylediklerine kimse inanmamıştı. Neyse ki bir zaman sonra ülkelerinin liderleri halkının Avrupalılar gibi giyinmesini istedi, öyle giyinmeyenleri cezalandırdı ve gökbilimci yeni kıyafetiyle gezegenini yeniden tanıtma fırsatı buldu. Gökbilimcinin anlattıkları ve B 612 gezegeni böylece kabul edildi.
Şu büyükler ne kadar garip. İlla sayılarla öğrenecekler her şeyi. Onlara yeni bir arkadaşınızdan söz edecek olsanız size sesini ya da sevdiği oyunları sormazlar. Yaşını, kaç kardeş olduklarını ve kilosunu sorarlar. Beğendiğiniz bir evi bütün ayrıntılarıyla da anlatsanız anlamazlar. Ancak o evin kaç para olduğunu söylerseniz, nasıl bir ev olduğunu anlarlar. Küçük Prens’in kim olduğunu anlatmak için de asteroid B 612’den geldiğini söylemeniz gerekir. Biz çocukların büyüklere karşı anlayışlı olması gerekir.
Biz çocuklar için rakamların önemi yok. Aslında ben bu hikâyeyi anlatmaya şöyle başlamak isterdim: “Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar sadece kendisinin sığabileceği kadar küçücük bir gezegende yaşayan küçük bir prens varmış…” Ancak yetişkinler için bu anlatım bir şey ifade etmiyor.
Arkadaşım koyununu alıp gideli altı yıl oluyor ve ben onu hiçbir zaman unutmak istemiyorum. O yüzden anılarımı yazmak istiyorum. Onu anlatmazsam sadece rakamlara değer veren büyüklere benzerim ben de. Başarabilir miyim bilmiyorum ama anlatırken resimler de çizeceğim. Başta kötü olsa da diğerleri gitgide biraz daha iyi olur belki.
Günbegün onunla ilgili bir şeyler öğreniyordum. O bir şey anlatmıyordu. Ben duyduklarımı birleştirerek onun hakkında bilgilere ulaşıyordum. Küçük Prens’le karşılaşalı üç gün olmuştu ki baobap ağaçlarıyla ilgili felaketi öğrendim. Koyunlardan bahsediyorduk, onların küçük çalılar yediğini duyunca çok mutlu oldu Küçük Prens. Sonra da “Küçük çalıları yiyorlarsa baobap ağacını da yerler.” dedi. Söylediğine itiraz ettim çünkü baobap ağacı küçük bir çalı değil, devasa bir ağaçtı ve koyun yerine fil sürüsü bile götürsen bu ağacı yiyemezdi. Fil örneğine çok güldü Küçük Prens, sonra çok doğru bir şey söyledi: “Büyümeden önce baobaplar da küçüktür.”
Küçük Prens, koyununun baobap ağaçları büyümeden onları yemesini istiyordu. Bütün gezegenlerde olduğu gibi orada da iyi ve kötü bitkilerle onların tohumları vardı. Tohumlar küçükken ne olduğu anlaşılmazdı. Büyüdüğünde kötü bir bitki olduğu anlaşıldığı anda koparıp atılmalıydı. Baobaplar, Küçük Prens’in gezegenindeki kötü tohumlardandı ve koparıp atılmazsa bütün gezegenini kaplayabilirdi. Gezegenin düzenini bozmamaları için baobaplar da küçükken yok edilmeliydi. Bazı işleri yapmak için biraz beklenebilirdi ancak baobapları kökünden söküp atmak için hiç zaman kaybedilmemeliydi.
Dördüncü gün, günbatımını izlemek istediğinde hakkında yeni bir şey daha öğrendim. Bizim gezegenimizde güneşin batışını izlemek için 24 saat beklememiz gerekiyordu. Onun gezegenindeyse sandalyesini azıcık yana kaydırması yeterliydi. “Bir keresinde dört kez izledim günbatımını.” dedi.
Asi Çiçek
Beşinci gün, yine koyunla ilgili bir şey geldi aklına. “Koyun küçük çalıları yiyorsa çiçekleri de yer, eğer dikenli çiçekleri de yiyorsa dikenler ne işe yarar?” diye sordu. O an uçağımı tamir etmeye o kadar konsantre olmuştum ki onu başımdan savmak için dikenlerin hiçbir işe yaramadığını, çiçeğin içindeki kötülüğü simgelediğini söyledim. Hiç beklemediğim bir öfke patlamasıyla karşılaştım. “Çiçekler kırılgandır, saftır! Kendilerini korumak için dikenlere ihtiyaç duyarlar! Sen burada uçağını tamir etmekle ciddi bir iş yaptığını sanıyorsun ama tıpkı büyüklere benziyorsun, onlar gibi konuşuyorsun!” diye bağırdı. Sakinleştirmeye çalıştım, öylesine konuştuğumu söyledim, o ise devam etti. “Gittiğim gezegenlerden birinde bir adam vardı. Ne çiçekleri koklamıştı ne de yıldızlara bakmıştı. Hiç kimseyi sevmezdi. Yaptığı tek iş, rakamları saymak ve kendini ciddi bir adam zannetmekti. Hâlbuki hiçbir işe yaramayan dikenlerini üretmek için çiçeklerin neden bu kadar zahmete katlandıklarını düşünmek de ciddi bir iş. Benim gezegenimde başka hiçbir yerde olmayan bir çiçek var ve koyunun onu yiyebileceği fikri beni çok korkutuyor.” dedi ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Uçağımı tamir etmeyi bıraktım ve teselli edilmeye ihtiyaç duyan Küçük Prens’e sarıldım. “Sen merak etme! Koyuna bir ağızlık çizeceğim, böylece çiçeğin hep güvende olacak.” dedim.
Çiçeğinin tohumunun nereden geldiğini bilmiyordu Küçük Prens. Filizlendiği zaman ne olduğunu anlamak için takip etmiş, baobap olmadığını anlayınca gelişmesine izin vermişti. Özenle büyümüş o güzel renkli çiçek. Küçük Prens, açtığı ilk gün ona ne kadar güzel olduğunu söylemiş ve o anda çiçek pek de alçakgönüllü olmadığını anlamış. Kendini övmeye başlamış çiçek, Küçük Prens’ten ona su vermesini istemiş. Sonra da günlerce hayatı ona zindan etmiş. Rüzgâr gelmesin diye bir fanusa konulmak istemiş. Küçük Prens, çiçeğe karşı iyi niyetli hareket etmiş yine de zamanla isteklerinden sıkılmaya başlamış ve sevmekten uzaklaşmış: “Mutlu olmak için onu koklamak yetmeliydi bana. Güzel kokusu gezegeni de içimi de sarıyordu. Bense onu sözleriyle değerlendirdim ve uzaklaştım ondan.” diyordu.
Kaçacağı gün derleyip toparlamış gezegenini. Aktif ve sönmüş volkanlarını temizlemiş. Son baobap sürgünlerini sökmüş ve fanustaki çiçeğine su verip vedalaşmış. Küçük Prens’in gideceğini anlayan çiçek özür dilemiş, “Ben saçmaladım, sen mutlu olmaya çalış! O fanusa ihtiyacım yok. Ben bir çiçeğim, rüzgâr bana iyi gelir. Kelebekler, tırtıllar bana bir şey yapamaz. Büyük hayvanlardan da dikenlerimle korunurum.” demiş ve gözyaşlarıyla Küçük Prens’i yolcu etmiş.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını indirebilirsiniz.
Çok teşekkürler