Haruki Murakami 'İmkânsızın Şarkısı' kitap özeti

1970’li yıllarda geçen ve çarpıcı bir aşk hikâyesini anlatan kitap; lise ve üniversite çağındaki gençlerin intihar yatkınlığını, ölümle erken bir yaşta karşılaşan insanların ölüme ve aşka bakışlarını basit, sade ama son derece gerçekçi bir üslupla anlatmaktadır. Tamamına Hap Kitap uygulamasından ulaşabileceğiniz kitabın özet ve ses kayıtlarına dair bilgilendirme içeriğini istifadelerinize sunuyoruz.

Haruki Murakami 'İmkânsızın Şarkısı' kitap özeti

Giriş

Orijinal adını Beatles’ın “Norwegian Wood” eserinden alan bu kitap, modern Japon edebiyatının gerçekçi romanları arasında yer alır. Postmodernizim; klasik edebiyat klişeleri yerine “kuralsızlık” şeklinde tanımlanabilen bir yazım tarzı ile yazılan romanlardır. Arayışa atıf yapan; tamamlanmamış, yarım bırakılmış ifadeler de bu roman tarzının bir özelliğidir. İmkânsızın Şarkısı; okuyanları, 1968-1970 yılları arasındaki Japonya’ya ve üniversiteli Japon gençlerinin gerçekçi hayatına götürür. Haruki Murakami, Japon Edebiyatından ziyade Batı edebiyatının tesiri altında kaldığı için Japonya’da bu yönü ile sıklıkla eleştirilmiştir. Japon kültürü yerine Batı yaşam tarzını daha fazla yansıttığı bu eseri; hem Japonya’da hem de dünyada övgüler almış ve yazarı bir anda tanınır hâle getirmiştir.

Özellikle başlarda yer yer farklı zaman geçişleri olan roman, Toru Vatanabe’nin otuz yedi yaşındayken uçakla Hamburg’a inmesiyle başlar. Hemen ardından kahramanın yirmili yaşlarına dönen ve bir anılar zinciri ile Tokyo’da üniversiteye başladığı dönemleri konu alan roman; Vatanabe’nin lise yıllarında en yakın arkadaşı olan Kizuki’nin intiharı ve Kizuki’nin kız arkadaşı Naoko ile Vatanabe’nin uzun yürüyüşlerini, yakınlaşmalarını anlatır. Lise yıllarında Kizuki ölmeden önce de üçlü olarak iyi bir grup tecrübesi yaşayan Vatanabe, erkek arkadaşının intiharı ile derin bir sarsıntı yaşayan Naoko’yla üniversiteye başladıktan sonra tekrar karşılaşır. Birlikte çok az konuşarak uzun yürüyüşler yapmaktadırlar. Bir akşam Naoko’nun doğum gününde yakınlaşırlar. Bu olaydan sonra Naoko, ortadan kaybolup üniversiteye ara verir ve sinirlerini düzeltmek için doğa ile iç içe olan ve sıra dışı hastalara özgürlük ve huzur sağlayan bir hastaneye yatar. Vatanabe, bu arada aynı okuldan enerji dolu ve konuşkan Midori isminde bir kızla tanışır ve arkadaş olurlar. Bu arada Naoko ile mektuplaşmaya devam ederler ve Naoko, kendisini kaldığı bakımevine çağırır.

İmkânsızın Şarkısı, 60-70’li yılların gençliğinin romanıdır. Bilhassa Beatles şarkıları ile harmanlanmış, müzikle, özgür bir ruhla yaşayan ve ölümü de sorgulamakta olan genç Vatanabe’nin aşk hikâyesinin gerçekçi bir anlatımıdır.

Kitap özetinden bölümler:

Kizuki’nin İntiharıyla Gelişenler

Otuz yedi yaşındaydım ve bir Boeing 747 uçağının içinde Hamburg’a inmek üzereydim. Uçak pistte durduğunda hoparlörlerden tatlı bir Beatles müziği yayılmaya başladı. “Norwegian Wood” şarkısıydı bu. Her zamanki gibi beni yine duygulandırdı. Hatta alt üst oldum. Yaşamımda yitirdiğim şeyleri düşündüm. Uçup gitmiş günler, saatler, bir daha geri gelmeyecek düşünceler, ölmüş insanlar…

Yirmi yaşıma basmaya çok az kaldığında 1969 senesinin sonbaharıydı. Şimdi aklıma o çayırlar, çayırların kokusu geliyordu. Naoko ve bizim dünyamız, o zamanlar çok önemli görünürken şimdi neredeydi? Narin ellerinin, pürüzsüz saçlarının, titreyen sesinin hayalini kurmaya başladığımda yüzü birdenbire gözümde canlanıveriyordu. Naoko, o sırada ne anlatıyor olabilirdi? Hatırladım. Kırların ortasındaki bir kuyunun hikâyesini anlatıyordu. Var olup olmadığı bilinmeyen bir kuyu. Çok derin olduğunu söylüyordu. Nerede olduğunu bilinmediğinden bahsediyordu. Zaman zaman ortadan kaybolan insanlar, bulunamayınca kuyuya düştükleri anlaşılıyordu. Elimi sıkı sıkı tuttu ve yürümeyi sürdürdük. Durup büyüleyen gözleri ile beni seyretti. Kendisini hep hatırlamamı istediğini söyledi. Yaşadığını aklımdan çıkarmamamı, yanımda olduğunu hiç unutmamamı istiyordu. Bunu mutlaka yapacağımı söyledim. Sessiz sessiz yürüdük.

Naoko’ya verdiğim sözü tutabilmem için bu satırları yazmam lazım ve bunun için de bütün o anıları hatırlamam, araştırmam gerekiyor. Düşündükçe çok derin bir üzüntü duyuyordum, çünkü Naoko beni sevmediğini biliyordum.

Yirmi yıl önce Tokyo’da, bir öğrenci yurdunda kalıyordum. Manzarası güzel bir yurttu. Yaşamımın 1968 ile 1970 yılları arasındaki dönemini burada geçirmiştim. Yurtta güne, bayrak çekilip ulusal marş söylenerek başlanıyordu. Delikanlıların kaldığı odalar çok pisti. Ama benim odam temizlik hastası oda arkadaşım nedeniyle gayet temizdi. Oda arkadaşım Faşo, her gün temizliği yapar, yatağımı havalandırırdı. Bir devlet üniversitesinde haritacılık eğitimi alıyordu. Ben drama sanatı okuyordum. Faşo her sabah altıda kalkıp jimnastiğini yapıyordu. Zıplamasıyla mutlaka ben de uyanıyordum. Naoko’ya, Faşo’nun öykülerini anlatınca her zaman gülüyordu. Aylardan Mayıs’tı, demiryolu boyunca yürüyorduk. Naoko’yu bir yıldır görmemiştim ve çok zayıflamıştı. Ama eskisinden de güzeldi. Trende rastlaşmıştık ve inip yürümeye başladık ama konuşacak bir konu bulamıyorduk. Benimle yine görüşmek istediğini söyledi. Birden nerede olduğumuzu sordu. Komagome’de olduğumuzu söyledim. Buraya niçin geldiğimizi sordu. Kendisinin geldiğini benim de onu takip ettiğimi söyledim. Bir lokantada sessizce akşam yemeği yedik.

Naoko’yla lise birinci sınıfta tanışmıştım. Çok seçkin bir Hristiyan kız okulunda okuyordu. Benim tek arkadaşım Kizuki’ydi ve Naoko’nun erkek arkadaşıydı. Birbirlerini, çocukluklarından beri tanıyorlardı. Sık sık bir arada oluyor, çoğu zaman üçümüz dolaşıyorduk. Kizuki öldükten on beş gün sonra Naoko ile bir kere buluştuk. Sonrasında ise bir yıl boyunca, trende karşılaşıncaya kadar onu görememiştim.

Kizuki, kendi garajında bir öğleden sonrası intihar etmişti. Arabanın egzosuna, lastik bir boru takıp camları da kapamıştı. İntihar etmesi için bir nedeni yoktu. Lise bitene kadar dünyaya ayak uyduramadım. Özel bir üniversiteyi kazanınca şehirden ayrıldım. Ölüm; aslında yaşam karşıtı bir olay değildi, yaşamın bir parçasıydı.

Naoko İle Birlikteliğimiz

Naoko da üniversiteye gidiyordu. Her hafta dolaşmak için buluşuyorduk. Bazen beni küçük ve sade dairesinde yemeğe davet ediyordu. Bir zamanlar tanıdığım ve hep süslü giyinen genç kız, artık sade bir yaşam sürmeye başlamıştı. Faşo’dan söz ettiğim zaman hep gülüyordu. Bazen bir şey arıyormuş gibi gözlerime bakıyordu; garip bir hüzne düşüyordum. On sekizinci yılım böyle geçti. O dönemde Hukuk Fakültesi’nde okuyan Nagasava adında bir öğrenciyle dost olduk. Kendisi, okuma meraklısı, tuhaf biriydi. Okulda keskin zekâsıyla tanınıyordu ve ilerde diplomat olmak istiyordu. Yüz tane kadar kızla beraber olduğu konuşuluyordu, Nagasava’ya sorduğumda yetmiş olabileceğini söyledi. Çok isteyerek değil de bir oyun olarak yapıyordu bunu. Nagasava ile beraber otellerde üç dört kez aynı şeyi tecrübe edince bunu, yetmiş kez tekrarlamanın farklı bir anlamı olup olmadığını sordum. Mânâsız olduğunu onayladı.

Nisan ortasında Naoko’nun yirminci yaş günüydü. Benden yedi ay kadar büyüktü. Bir pasta alıp evine gittim. Tren tıklım tıklımdı ve pasta harabeye dönmüştü. Şarap içip pasta yedik. O akşam Naoko çok konuştu. Konuşma biçimi garip ve bozuktu. Öykülerdeki bağlantılar anlaşılmıyordu. Dört saatten beri aralıksız konuşunca endişelenmeye başladım. Yurda, gece yarısından önce dönmem gerekiyordu. Bunu söylediğimde yere kapaklanıp ağlamaya başladı. Böyle şiddetli ağlayan birini ilk kez görüyordum. Ona sarılıp ağlaması bitene kadar bekledim ve o gece onunla beraber olduk. İlk kez olduğunu söyledi, şaşırdım çünkü Kizuki’yle çok yakındılar. Yürek paralayıcı, hüzünlü bir orgazm sesiyle bağırarak bana sarıldı. Sabah bir not bıraktım. Naoko uyuyordu. Beni aramasını istedim ve mutlu yıllar diledim. Ama bir hafta geçmesine rağmen telefon etmedi. Dairesine tekrar gidince bekçi, üç gün önce taşındığını söyledi. Yurda döndüğümde Kobe’de’ki adresine mektup yazarak duygularımı anlattım. Ömrümde ilk kez biri ile böylesine yakın olmuştum. Cevabını bekliyordum ama cevap gelmiyordu. Naoko’ya, Haziran’da bir mektup daha yazdım. Bu arada durumla baş edebilmek için Nagasava’yla takılıyordum. Yalnız kaldığımda ise kendime nasıl bir oyun oynadığımı soruyordum. Bunu yapmamalıydım.

Temmuz başında Naoko bir mektup gönderdi.

Bana geç yanıt verdiği için özür diliyordu ve onu anlamamı bekliyordu. Çok düşündüğünü ve bu mektubu da ancak onuncu denemesinde kaleme alabildiğini ifade ediyordu. Öğrenimine bir yıl ara vermişti. Ailesinin yanına döndüğünde hastanelere gidip gelmiş ve doktorlar, Kyoto bölgesindeki dağlarda farklı bir hastanede dinlenmesini tavsiye etmişti. Bu hastanenin özgür ve huzurlu ortamının ona iyi gelebileceğini düşünmüşlerdi. Kendisini, benimle görüşmek için henüz hazır hissetmiyormuş. Hazır hissedince yazacakmış. Görüşmek dileği ile biten mektubunu sayısız kez okumuştum. Hep acı duyuyordum.

Midori İle Tanışma

Dersten sonra küçük bir lokantaya gidip omlet ve salata yedim. Dört kişilik bir öğrenci grubu geldi. Siparişlerini verdikten sonra içlerinden kısa saçlı, mini elbiseli bir kız yanıma geldi. Adımın, Vatanabe olup olmadığını sordu. Kim olduğunu çıkaramamıştım. Kara gözlüğünü çıkarınca hatırladım. Birinci sınıftan bir öğrenciydi ve saçlarını kısa kestirdiği için tanıyamamıştım. Perma yaptırdığını ve iğrenç olduğu için kestirdiğini söyledi. Güzel olduğunu söyledim. Haklı olduğumu ama hiçbir çocuğun onu beğenmediğini söyledi. Niçin kara gözlük taktığını sordum. Saçını kestirdiğinden beri kendisini çaresiz ve çıplak hissettiği için taktığını söyledi. Ona kahve ısmarladım. Konuşma biçimime bayıldığını söyledi. Tiyatro tarihi ders notlarımı istedi. Öbür gün öğlen buluşmak için sözleştik.

Çarşamba günü Midori, randevuya gelmedi. Öğrencilerin fiş dosyasından telefonunu bulup aradım. Kobayaşi Kitabevi adında bir dükkânın sahibi açtı telefonu. Midori’nin orada olmadığını söyledi. “Hastanede olabilir,” dedi. Teşekkür edip kapadım. Ertesi gün derste Midori’yi yine göremedim. Naoko’ya bir mektup yazdım. Her akşam onu düşündüğümü ve dinlenme evine onu ziyarete gelip gelemeyeceğimi sordum. Midori ile derste tekrar karşılaştığımızda Çarşamba günü için özür dilediğini belirten bir notu bana uzattı. Bir lokantaya gittik. Uykusuz görünüyordu. Niçin hastaneye gittiğini, sordum. Başka bir gün anlatmak istediğini söyledi. Babasının kitabevi varmış ve imrenilecek bir tarafı yokmuş. Ben de ailemin orta hâlli olduğundan, tek çocuk olduğumdan bahsettim. Gelecek Pazar beni, yemeğe davet etti ve evinin krokisini çizdi.

Pazar sabahı, çiçekçiden bir demet nergis alıp tramvaya bindim. Dükkânlarla dolu bir sokakta Kobayaşi Kitabevi’nin levhası gözüme çarptı. Midori’nin yemekleri çok nefisti. Annesini, beynindeki urdan iki sene önce kaybetmiş. Ablasının, nişanlısı ile buluştuğunu söyledi, babası ise Uruguay’a gitmişti. Öğleden sonra evlerinin yakınında bir yangın çıktı. Geniş verandaya çıktık ve yangını seyretmeye başladık. Midori yangın esnasında şarkı söylemeye başladı. Daha sonra ailesinden doyasıya sevgi görmediğinden bahsetti. Kendisini sevecek birini bulmak için her şeyi yapmaya karar vermiş ve bu kararı verdiğinde yedinci veya sekizinci sınıftaymış. Göz göze geldik. Dudaklarımız birkaç saniye yapışık kaldı. Midori, elimi tutup çekinerek çıktığı birinin olduğunu söyledi. Bunu tahmin ediyordum. Benim de birine âşık olup olmadığımı sordu, onayladım. Midori telefon beklemek için gün boyu evde kalıyordu, bir dahakine gelip ona arkadaşlık edebileceğimi söyledim ve yarı zamanlı işime gitmek için ayrıldım.

Sonuç

1970’li yıllarda geçen ve çarpıcı bir aşk hikâyesini anlatan kitap; lise ve üniversite çağındaki gençlerin intihar yatkınlığını, ölümle erken bir yaşta karşılaşan insanların ölüme ve aşka bakışlarını basit, sade ama son derece gerçekçi bir üslupla anlatmaktadır.

Başkarakter; Vatanabe lisede yakın arkadaşının intiharı ile ölümle tanışmış, acı bir kayıp yaşamıştır. Sonrasında onun sevgilisi Naoko ile duygusal yakınlığı artmıştır ama Naoko, hem ablasının hem de erkek arkadaşının ölümlerine bir türlü alışamamış ve tramvalara takılıp kalmış bir genç kızdır. İçindeki yaraların çok büyük olduğunu düşünmektedir ve üniversiteye ara verip iyileşmek için kendi isteği ile bir senatoryuma yatar.

Romanın üçlü bir aşk denklemini merkeze alması, toplumsal olayları daha tali bir hâle getirmiş, yoğun duyguların fiziksel birliktelikleri nasıl marijinalize ettiğini örneklemiştir.


Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.

 

YORUM EKLE