Türk musikisinde unutulmaz bestelerin mimarı: Ziya Taşkent Türk musikisinde unutulmaz bestelerin mimarı: Ziya Taşkent

Karadeniz’deyiz… Tulumun ve kemençenin memleketinde… Karadeniz’de müzik kimileyin gökteki bulutlardan hüzün olarak yağar kimileyin de coşkun ırmaklar gibi yatağına sığmaz. Hareket de var, kederin kopkoyu gölgesine çekilip durmak da… En kesif yağmurların altında isyan ateşi de harlanır bazen… İnsana ait bütün duyguların en samimi, en içten dile geldiği bir üslupla seslenir Karadeniz türküleri. Birçok enstrümanın bir araya gelmesinden müteşekkildir. Kuş sesleri bile kendine yer bulur. Doğayla barışıktır, doğanın yüreğinden seslenir…

Bugün piyasaya egemen olan samimiyetsiz, derinliksiz, yapay dil ne yazık ki Karadeniz müziğini de esir almış durumda. Ne dediği anlaşılmayan uyduruk bir şive ve Karadeniz’in otantik müziğinde yeri olmayan enstrümanlarla yapılan bir gürültü… Evet, bütün otantik, kadim değerleri cıvıklaştırdığımız bir zamanda Karadeniz’in o kendine has, tadına doyum olmayan müziği de en başta tatsızlaştı. O, tabiatın zorluklarına direnmeyi öğütleyen soylu ses kentin karanlıklarında yitip gitti. Konser salonlarından, festivallerden, meydanlardan yükselen ahenksiz, kökensiz gürültü müzik diye çınlamaya başladı.

Kemençeyi sevdiren adam

Biz gerçek bir Karadenizli müzik adamından bahsetmek niyetindeyiz. Karadeniz müziğinin üstatlarından… Osman Gökçe’den… Ona “Kemençenin Ordinaryüsü” diyorlar. ‘Kemençenin Ordinaryüsü Picoğlu Osman’ kitabının yazarı ve Osman Gökçe’nin hemşehrisi araştırmacı-yazar Seyfullah Çiçek kullanıyor ilkin ‘Kemençenin Ordinaryüsü’ tabirini. Seyfullah Bey’in de yazdığı gibi 1901 yılında Giresun- Görele’de Daylı köyünde doğmuş. Mensubu olduğu aile, köyü kuran köklü ailelerden.

Osman Gökçe hareketli, yerinde duramayan deli dolu bir çocuktur. Kemençeyi küçüklüğünde yanından ayrılmadığı, çobanlığını yaptığı Karaman Halil Ağa’dan öğrenir. Onun ustası da Tuzcuoğlu’dur. Karaman Halil Ağa için de ‘Kemençenin Piri’ diyorlar. Hatta anlatıldığına göre Halil Ağa, öğrencisi Osman Gökçe’ye bütün kemençe gaydelerini, havalarını öğretir. Yalnız çalınması çok zor olan “Tuzcuoğlu Havası”nı öğretmez. Osman, ustanın haberi olmadan, gizli gizli ustasını dinleyerek bu havayı çalmayı öğrenir. Bir gün Osman, Ağa’nın karşısında bu havayı çalar. Halil Ağa sinirlenir ve “ula ben sana her gaydeyi öğrettim. Bunu da mı öğrenecektin pic oğlu pic” der. Osman Gökçe bundan sonra bu lakapla tanınır. Picoğlu Osman… Bizzat kendisi de bu lakabı kullanır. Plaklarına yazdırır. Yoksa soyu sopu bellidir. Dediğimiz gibi köyünü kuran soylu ailelerden birine mensup.

Osman Gökçe, Karadeniz’e özgü iki çalgıdan biri olan kemençeyi çok iyi çalan biri. Bugün popüler kültürün gürültüsünde ve karanlığında unutulmuş olsa da hem kendi yöresinde hem de ülke genelinde kemençenin hüsnü kabul görmesinde büyük payı var. Şakacı, rahat, sohbeti seven bir kişiliğe sahip. Karadenizlilere özgü ince zekâ ve hazırcevaplık da bir başka yönü. Gördüğü olaylara hemen bir türkü uydurabiliyor. “Günah olmasaydı kemençeme Kur’an okuturdum.” diyecek kadar kendine güveni var ve işi biliyor. Osman’ın köyü Horasan’dan sökün eyleyen Türkmenlerin yurdu. Burada Çepniler başta olmak üzere birçok Türk boyu ikamet eder. Kemençenin kaynağını araştıranlar Orta Asya’ya kadar gidiyorlar. Karadeniz’e yerleşen Türkmenlerin kemençe ve âşıklık, ozanlık geleneğini buralara getirdiklerini belirtiyorlar.

Karadeniz’in zor tabiat şartlarında mertliği, yiğitliği, bıçkınlığı çalıyor kemençesi

Osman Gökçe de işte böyle bir dünyanın içine doğuyor. Babası da kemençeci… Usta-çırak ilişkisi var. O dönemlerde müzik hayattan kopmuş, müzisyenler de yaşadıkları toplumun ve kültürün uzağında değillerdi. Hayatın içindeydi… Osman da kemençesiyle, sözleriyle yaşananları, ruh hallerini dile getiriyordu. Kemençesinin telleri bazen gerginleşiyor bazen ipek gibi yumuşuyor bazen de isyan olup coşuyordu. Karadeniz’in zor tabiat şartlarında mertliği, yiğitliği, bıçkınlığı çalıyor kemençe. Bir sevdalı yüreğin sinesinden yükselen yangınları dumanlı dağların sisiyle, boranıyla harmanlayıp Karadeniz’in sonsuzluğuna haykırıyordu. Bir yanda deniz bir yanda yemyeşil dağlar… Yokluklar, yoksunluklar, hasretler, sevdalar, ayrılıklar, ölümler, doğumlar, başkaldırılar…

Trabzon iskelesinde kâhyası Yahya vurulunca “Trabzon Kâhya Havası”nı söylüyor: “Trabzon’dan çıktı uzun yazılar/ Asker vurdu beni, yârem sızılar/ Ah! Evde ağlaşıyor kuzular/ Okuyun Fatiha Kâhya ruhuna.” Giresun’un meşhur eşraflarından Eşref Bey vurulunca da hepimizin dilinde olan “Eşref Bey” ağıtını söylüyor: “Girasun üstünde vapur bağrıyor/ Eşref’in yarasın doktor sarıyor/ Eşref’in anası yanmış ağlıyor/ Atma Hakkı atma Pişman olursun/ Girasun Beylerine anam hasım olursun/ Attığın gurşundan sen utanırsın.

Seyfullah Çiçek’in söylediği gibi Osman Gökçe dört tane plak dolduruyor. Giresun Karşılaması (Altını Bozdurayım), Giresun Eşref Bey Ağıdı, Trabzon Şarkısı (Fadime), Trabzon Kâhya Havası, Tamzara Havası, Trabzon Ören Havası, Romiko (Giresun Milli Şarkısı) TRT repertuarındaki türküleri.

Osman Gökçe ömrünün sonlarına doğru rahatsızlanır. Tüberküloz ya da zatürree… 1946 yılının Mayıs ayında tedavi olması amacıyla İstanbul’a götürülmek istenir. Karayolunun zorluğu dolayısıyla gemi tercih edilir. Görele’den kızı ile gemiye binerler. Seyfullah Çiçek’in yazdığına göre gemi Amasya-Zonguldak arasında seyrederken Osman Gökçe aşağıdaki dörtlüğü söyledikten sonra ruhunu Rahman’a teslim eder: “Kestim parmacuğumu/ Kanım akıyor kanım/ Zonguldağın üstünde/ Canım çıkıyor canım.”

Kemençe üstadı Osman Gökçe’yi daha iyi tanıyabilmek için Seyfullah Çiçek’in “Kemençenin Ordinaryüsü Picoğlu Osman” ve Mehmet Gündoğdu’nun “Mihr-i Kemençevî Piçoğlu Osman Efendi” kitaplarına bakılabilir.

Ruhu şad olsun!...

Muaz Ergü