1954 yılında ilk defa başlayacak olan tekâmül kursuna katılmam uygun görülmüştü. Bu tarihte Demirci ilçesinin Kıran (resmiyetteki adıyla Şeyh-i İlâhi) Camii’nde imam bulunuyordum. Yolculuk sırasında âile efradımla birlikte Manisa‘nın Saruhanlı ilçesine bağlı Büyükbelen köyüne gitmiştim.
Oraya vardığımda, eşi vefat eden Ayşe teyzeme “başsağlığı” dilemek için gittim. O, vefat eden kocasından kalan para ve emlâki taksim ettirmiş olduğunu ve büyük yaştaki kızlarının hisselerini kendilerine verdiğini açıkladı.
Yaşça küçük olan kızına düşen paranın muhafazası için bankaya koymanın uygun olup olmayacağım bana sordu. Ben; “Teyze! Yakında İstanbul‘a okumaya gideceğim. Bu mes’eleyi Hocaefendimize sorayım, dönüşte sana cevap vereyim” dedim.
Tekâmül derslerinin devam ettiği günlerin birinde, öğle namazı için derse ara verildiği sırada üstadımızın huzurunda bulunuyordum. Bu mes’eleyi kendilerine açtım ve teyzemin küçük kızına ait parayı bankaya faizsiz, vadesiz hesaba yatırmasının doğru olup olmayacağını sordum.
Üstadımız; “Hafız Emre! Hırsıza merdiven kurmak gibidir” cevabını verdi ve müsaade etmedi.
(Mehmet Emre Hoca devamında şöyle diyor) Bizim görüşümüz: Soygun yapmak isteyen bir hırsıza, “Çaldığın şeylerden ben hiçbir şey istemem. Sana iyilik yapmak için şu merdiveni vereyim de işini kolayca halIet” diyen kimse, nasıl yanlış bir yol tutmuş olursa, bu kimsenin durumu da ona benzetilebilir.
Mehmet Emre, Hatıralarım, s.42