Geçtiğimiz haftalarda okuduğum bir haber iki binli yıllar için şaşırtıcı, hatta isabetli tabiriyle anakronik sayılabilecek, ilginç bir içeriğe sahipti: Bir çeşme açılışı.
Çeşmeler bahsinde daha önceleri bu sevimli mimarî ögenin milenyum çağında hayatımıza ne gibi katkıları olabileceği, nasıl değerlendirilebilecekleri veya sokaklarda fazlalık hâline mi geldikleri türünden birçok meseleyi irdelemeye gayret ettiğimizden, uzun yazı zincirimizin bu halkasında sevgili okurun başını bu hususlarla ağrıtmadan direkt konuya gireceğiz.
Yanı başına künyesi eklenerek tamir değil de yeni baştan inşa edilmişe benzeyen eser buraya kondurulmadan önce epey macerayı başından geçirmiştir. Eldeki bilgilerle izini bir yere kadar sürebiliyoruz. 1161 (1748) tarihini taşıyan Sultan I. Mahmud eseri 1932’de Halil Edhem tarafından “güzel fakat harap” şeklinde nitelenmiştir. Hikâyesi hakkında parçalar nakletmek içinse daha geriye gitmeliyiz.
Annesi Saliha Sultan ile beraber İstanbul’un su tarihine ve halkın ihtiyacına zikre şayan hizmetler eden Sultan I. Mahmud’un bu çeşmesinin, sur içinin nefis çeşmelerinden biri olduğu eski fotoğraflarından anlaşılıyor. Ne yazık ki geriye yalnızca fotoğrafı kalmış, vurdumduymazlık ve vefasızlığın en koyu biçimde sergilendiği örneklerden olmak üzere yakın zamanda yok edilmiştir.
Hakkında pek az bilgi bulunabilen bu kıymetli hatıranın feci akıbetinden bahseden az sayıda eserden biri de Semavi Eyice’nin Eski İstanbul’dan Notlar (Küre Yayınları, 2006) kitabıdır. Nazlıgül Bulut’un hazırlayıp İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bastırdığı Fatih’in Kayıp Çeşmeleri-1 (İstanbul, 2010) adlı eserdeyse çeşme hakkındaki bilgiler ve arşivden detay fotoğraflar derli toplu sunulmuştur. Çeşme 1978’e gelinceye kadar yarısı toprağa gömülü hâlde beklemiş, başka yere monte edileceği söylenerek sökülmüş ancak parçaları Fatih Camii civarındaki bir arsaya ve İskender Paşa avlusuna atılarak yok olmaya terk edilmiştir.
Vezir çeşmesi
Yakın zamanda aldığımız bir haberse çeşmenin eski yerinde tekrar ihya edildiğini yazıyordu. Açılışın 9 Kasım 2018 günü Cuma namazından önce gerçekleşeceğini okuyunca mezkûr vakitten yarım saat önce caminin önüne gittim. Sokaklar yıkanıyor, protokol için masalar hazırlanıyor ve hatta cami önündeki küçük bir alanın asfaltı son dakikada yenileniyordu. Civarda biraz oyalandıktan sonra açılış vaktini on beş dakika geçe tekrar geldimse de memleketin protokolü vakte riayet nedir bilmediğinden, çeşme önündeki örtünün kaldırılmaması hasebiyle fotoğrafını çekemeyip ayrıldım. O gün açılıp suyu akıtılan çeşmeyi birkaç gün sonra fotoğrafladım ve öyle zannediyorum ki aradan geçen uzun yılların ardından tekrar kendini gösteren bu nazenin eserin ilk fotoğraflarından birini de yayınlamış oluyoruz.
Sultan I. Mahmud tarafından yaptırılan çeşme ‘vezir çeşmesi’ adıyla da biliniyor ve arşiv fotoğraflarına bakılırsa şimdiki hâli aslına uygun inşa edilmiş görünüyor. Yanına asılan künyeye göre Ahmet Zeki Çamlı tarafından ihyasına teşebbüs edilmiş ancak vefatının ardından mirasçıları yarım kalan teşebbüsü günümüzde tamamlamışlardır. Eski parçalarının birleştirilip restore edildiği değil yeni baştan yaptırıldığı bir eserle karşı karşıya olduğumuzu tahmin ediyoruz. İlk yeri “Kıztaşı Caddesi ile Vatanperver Sokak kavşağında” iken şimdi ona en yakın görülen Adnan Kahveci Sokak ile Sarıgüzel Caddesi kavşağına yapılmıştır. İlkiyle benzerlikleri ve tamir (veya yeniden inşa) hakkında değerlendirmeler elbette ehlinin bundan sonra ilgisini celp edecektir. (1)
Kitabesinin Neylî tarafından söylendiği künyede yazılı, kitabede Latinize edilerek künyeye dercedilmiştir, ancak kitabeye eklenen son satır burada yer almamaktadır: “Sahibu’l-hayrat merhum Ahmed Zeki Çamlı ruhiçün Fatiha.”(2)
Cami avlusunun diğer köşesindeyse bakımlılık puanı gelgitler yaşamakla beraber uzun süredir bir başka ‘yeni çehreli’ çeşme var. (3) Üç cephesinden en solda Enbiya suresinin 30. ayeti, ortada Yunus Emre’nin bir şiiri, sağda ise çeşmenin 1980 senesinde vefat eden Mehmed Zahid Kotku hatırasına inşa edildiği yazılıdır. Üç cephesinden birinin musluğu yerindedir. Çeşme basit temizlik ameliyesine muhtaç görünmektedir.
İskender Paşa civarına hazır gelmişken, aslı 16. asrın başına kadar uzanan bu kıymetli mabedin etrafında iki çeşmeyi daha görmeliyiz ki bunlardan birini yaklaşık iki yıl önce, şimdikinden daha feci hâliyle fotoğraflamış, bir diğerini henüz kayda geçmemiştik.
Bir Mimar Sinan eseri: Bali Paşa Camii
Üzerindeki tartışma bulutu hâlâ sürmesine karşın bir Mimar Sinan eseri olduğu yavaş yavaş tebellür eden Bali Paşa Camii, avlu duvarında bir de mütevazı çeşme saklar. (4) Bu çeşmeyi İbrahim Hilmi Tanışık’ın eserinde bulamadık. Camiyle beraber 2007 senesinde restorasyondan geçmiş olmalıdır ancak şehirdeki çeşmelerin temiz kalma ortalaması dikkate alındığında, yakın zamanlarda elden geçirildiği ve musluğunun kontrol edildiği anlaşılacak denli bakımlı görünüyor. Aşağıda, mermer yalağın dibinden parke taşlarına giren gider borusu açıktadır. Suyunun akması sevindiricidir.
Kısa bir yürüyüşle Horhor civarına varalım. Bu mıntıka iki adımda bir hatırası bol esere rastlama imkânı bulabileceğimiz, hiçbir şey olmasa evleriyle bile bulunduğumuz yerin özel oluşunu vurgulama yeteneğinde bir yer idi. Şimdiyse bu konuda ara ki bulasın kabilinden bir kıtlık söz konusudur. Her gelenin yıkmakta diğeriyle yarıştığı, Suriçi İstanbul’un Atakent’ten daha önemli sayılmadığı belediyecilik mantığıyla bu kadar kalması da mucize ya neyse.
Elde kalanlardan bir tane Toprak Sokak’tadır (5). Bu tahrip edilmiş, mahvolmuş çeşmenin Seyyid Hasan Paşa hayratından olduğunu Tanışık’ın İstanbul Çeşmeleri haber veriyor. Verebiliyor, zira eser yazıldığı sıralar, fotoğrafta bomboş görülen kitabe yuvasında bir kitabe varmış. 1109 (1697) tarihi okunabilen kitabeyi Lebib Mehmed Çelebi sonuna tarih de düşürmek suretiyle kıta olarak yazmış.
Diyanet İslam Ansiklopedisi’ndeki “Hasan Paşa, Seyyid” maddesi (c. 16, s. 339) Hasan Paşa’nın İstanbul’a geliş tarihini 1699 olarak naklediyor. Çeşmenin inşası bundan iki sene öncesine tarihlendiğinden burada bilgiyi tadil için iki ihtimal mevzu-ı bahistir: Ya aynı tarihte bir Seyyid Hasan Paşa daha İstanbul’da görevlidir ya da tarihte birkaç senelik oynamalar mümkün görülmeli ve paşanın İstanbul’a gelişi daha erken olmalıdır. Kitabede paşa olarak zikredilmesiyse yazının sonraları eklenmesinden ileri geliyor olabilir. İkinci ihtimal bize daha makul görünmekte ve başka Seyyid Hasan Paşa adına Sicill-i Osmanî’de de rastlanmadığından, Hadikatü’l-Vüzera ve Zeyilleri’nin dahi tek Seyyid Hasan Paşa içermesi hasebiyle bu çeşmenin Bayezid Camii civarında han, mektep, medrese, çeşme ve sebil inşa ettiren Sadrazam Seyyid Hasan Paşa olduğu ihtimali kuvvetlenir.
Son darbeyi bekler vaziyette bir çeşme
1942’de şimdi olduğundan daha yüksek duran ve bugün yola denk gelen tas yuvası çok daha yüksekte kalan çeşme her gelenin yol çalışmasıyla biraz daha yere batmış. Bugün çevresinden tamamen tecrit edilmiş hâlde, neden yol üzerinde engel teşkil ettiği ve kaldırılmasının çok daha iyi olup olmayacağını sorgulayan bir elin son darbeyi vurmasını bekliyor. Onu bu raddeye kadar itekledikten sonra bu raddenin ‘kulağa korkunç gelmesi’ gibi bir basitliği de herhâlde sergilemeyiz! Sadra şifa olamayacak kurtarıcı bir nefesi yan cephede iki dille görmekse yine de ümitsiz bir sevinç hissettirmiyor değil. (6)
Civardaki Bıçakçı Alaaddin Camii de bir su gözü saklıyor. Bu devamlı su şırıltısının avluya verdiği huzurlu havayı hissetmek ve kaynağın üstte ve altta rozetli iki taşla alelade süslenmiş manzarasıyla mest olmak için çok beklemeden camiyi ziyaret etmelidir. (7)
Yedikule Hisarı’nın yanı başındaki Uşşaki Tekkesi, günümüzde cami olarak ibadete açık durumda ancak kıymeti pahasına korunan, sergilenen bir yapı değildir. Aynı durum yola bakan duvardaki çeşmesi için de geçerli. (8)
Bu çeşmenin yapıldığı tarihe Kevser suresinin ilk üç kelimesi tarih düşürülmüştür: “İnnâ a’taynâ ke’l-kevser” (1562). Kısa kitabesi ve girift “Muhammedun Resûlullah” kelimelerinin Karahisarî hattı olduğu söylenir. Dolayısıyla hem hat tarihi hem bizatihi tarih açısından önemli bir eserdir.
Fotoğrafta çeşme görülemiyor zira kitabesinin zarar görme ve çalınma ihtimali nedeniyle önüne bir sac zincirlenmiş. Sacın arkasında da tel örgüyle niş kapatılmış. Hemen yanında bir geri dönüşüm konteyneri yani çöp kutusu bulunduğu görülebilecek bu fotoğrafın hem eserlerimize verdiğimiz kıymet ve bahşettiğimiz görünürlüğü hem de onları anca nasıl ‘koruyabildiğimizi’ göstermesi bakımından ‘değerli’ bulduğumu kaydetmeliyim. Sembolik olarak manidar bir dönem fotoğrafı olduğu bile söylenebilir.
Sadullah Yıldız