Tûba Kız Kur’an Kursu Süleymaniye şubesi benim için çok anlamlı bir yer. Hayatımın en güzel günleri burada geçti: 1975 yılında liseye başladım, sonra hocalık yaptım, idareci oldum, hatta en sonunda düğünüm de Tûba’da gerçekleşti. Öğretmenler odasından en son gelin olarak çıktım. Bu en büyük hayallerimden biriydi, 1987 yılında düğünümü Tûba’da yapmak nasip oldu.
Burada anlatacaklarım, benim yıllar içinde Tûba’da gördüklerim, yaşadıklarım. Dolayısıyla tam bir Tûba panoraması iddiasında değilim. Yazmaya başlarken her şeyi nasıl anlatacağımı, hata yapma ihtimalini düşünerek geri duruyordum, fakat bunlar benim hatıralarım, hissettiklerim. Başka öğrenciler, başka Tûbalılar da yazabilir, diye düşününce rahatladım. Yatılı okullardan hatıra anlamında çok malzeme çıkar, inşallah başka arkadaşlar da yazarlar bu şekilde.
Tûba’dan dünyaya yüzlerce, binlerce öğrenci
Tûba yıllarca Türkiye’nin her bir kesimine, hatta dünyanın başka ülkelerine yüzlerce, binlerce öğrenci yolladı. Mezunlar gerek pozitif ilimlerde gerek ilahiyatta ilerlediler. STK’lar kurdular, Kur’an kursları açtılar. Herhangi bir sivil toplum kuruluşu veya platformda bir Tûba mezununa rastlamamak mümkün değil. Tûba, Fatih’te 1972 yılında Ecz. Fevziye Nuroğlu ve arkadaşları tarafından bir apartman dairesinde başladı. Sonra öğrenci müracâtlarına yetişemez oldu. Önce Süleymaniye, sonra Karagümrük, Suadiye ve Pendik şubeleri açıldı.
Süleymaniye’nin ilk yılından itibaren öğrencisiydim. Orayı anlatacağım. Zannederim bütün leylî kurslarda günlük hayat benzerdir. Süleymaniye Tûba, Süleymaniye Camii’nin medreselerinden birindeydi. Fatih İlim ve Kültür Vakfı bu mekânı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden kiralamış ve bir Kur’an kursuna göre bazı eklemeler ve düzenlemeler yapmıştı.
Yatılıda ilk gün korku ve merak vardır
Bulunduğumuz mekânın manevi, tarihi, otantik, mistik halinden biz de etkilenirdik. Çılgın olanlarımız bazı geceler, keşfedilen gizli kapıdan kubbelere tırmanıp, oradan “Bu şehr-i istanbul ki bî misli bahâdır/ Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır” diye tavsif edilen İstanbul’u seyrederdik.
Bahçedeki küçük fıskiyeli şadırvan etrafında ikişerli üçerli arkadaş kol kola tavaf eder gibi döner, dakikalarca sohbet eder gezerdik.
Yatılıda ilk gün korku ve merak vardır. Ortabirinci sınıf öğrencileri ya da sonraki yıllarda mecburi eğitim olarak açılan hazırlık sınıflarındaki öğrencilerin ilk günleri gizli gizli ağlamalarla geçer. Zaten önceki talebeler anne ilahisiyle bu seremoniyi başlatırlar. Sonra günler, aylar, yıllar, her şeye alışılır... Hasretlik veya diğer sebeplerle velimize itiraz, şikâyet veya başka alternatif okullara gitme isteği aklımızın ucundan bile geçmez. İlim tahsil edilecektir ve bu yalnızca böyle olabilir. Zoru başarmak önemlidir diye düşünürdük. Bulunduğumuz mekânın ve imkânların çoğu kişide olmadığı, nimetin kadrini bilmemiz gerektiği anlatılır, öğretilirdi...
Tûba’nın hocaları
Hocalarımız çok değerli kişilerdi. Hatırladıklarımın isimlerini yazacağım:
Ali Yakup Cenkçiler - Arapça
Mahmut Bayram - Arapça
Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı - Tefsir
Hatice Bağdaş - Kur’an-ı Kerim
Fevziye Nuroğlu - Din Dersi, Siyer
Gülden Bayo - Matematik
Özden Özkişi - Matematik
Nurdan Bayo - Fen
Emine Dükkan - Farsça
Hidayet Dükkan - Tarih
Ayla Dükkan - İdareci
Hanife Okutan - İdareci, Kimya
Handan Çelikay - Coğrafya
Hasene Mülayim - Yurttaşlık
Ahmet Öztürk - Akaid
Necla Koytak - İngilizce, Kimya
Reyhan Serhatlı - Edebiyat
Seyhan Kayar - Edebiyat
Emine Çolak - Gece İdaresi
Emine Şahin - Mütalaa (Belletmen)
Habibe Şahin - Mütalaa (Belletmen)
Tülay Songül - Muhasebe
Gülhan Cengiz - Doktor
Gülsen Ataseven - Doktor
Nurhan Salt - Coğrafya
Hocalarımız ders anlatıp çıkmak değil öğretmek için uğraşırlardı. Çünkü biz, dışarıdan lise bitirme imtihanları için hazırlanıyorduk. Kursta karne alsak bile, diploma almak için yazın iki dönem imtihana girdiğimiz okulda kitapların tamamından sorumluyduk. Sözlülerde en son konulardan bile sorulurdu. Tûba’da bütün lise derslerini görmemize rağmen resmî bir geçerliliği yoktu, bunun için bütün talebeler ortaokul ve liseyi herhangi bir okuldan imtihana girerek bitirir, diploma alırdı.
Teneffüslerde bile onları boş bırakmazdık
Dışarıdan imtihana girmek için tavsiye edilen okul İstanbul İmam-Hatip Lisesi’ydi. Ben de bu okulu dışarıdan imtihanlara girerek bitirdim. O yıllarda ayrı kız imam-hatip okulu olmadığı gibi imam-hatiplerde kız öğrenci de okuyamıyordu. İlâhiyat fakültelerine kız öğrenciler yeni yeni başlamıştı. Bizim arkadaşlarımız liseden mezun olup ilâhiyata başladığında, o zamanki ismiyle İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde kız öğrenciler sınıfta sadece birkaç kişiydi. Rahmetli Veliye Tur ilk öğrencilerdendi. Yanlış hatırlamıyorsam üniversiteden mezun olamadan trafik kazasında vefat etti. Allah kısa ömrüne sığdırdığı hayırları çoğaltarak kabul etsin inşallah.
Hocalarımızın hepsi çok farklıydı. Her birinden farklı şeyleri almayı, öğrenmeyi başarıyorduk. Teneffüslerde bile onları boş bırakmazdık. Onlar da memnun olurdu. Öğretmenler odasının önünde sürekli içerden bir hocayla görüşmek isteyen öğrenciler olurdu. Yatılı okullarda talebelerin sorunları bitmek bilmezdi: Hastalıklar, maddi ve manevi problemler... Başarıları ile anne baba yerine hocalar ilgilenirdi.
Geleceğin mücahidelerini yetiştirmek isterlerdi
Hocalarımız çok heyecanlıydı. Az zamanda çok şey öğreterek geleceğin mücahidelerini yetiştirmek isterlerdi. Mesela Mahmut Bayram hoca Arapça dersinde nasaradan başlar, hadis metinlerine kadar gelirdi. Vakit kaybolmasın diye tahtayı silgi ile silmez, önlüğünün (hocaların kursta giydikleri astarsız dış elbise, genelde gri renkte) kolunu eline çekip onunla silerdi. Sorduğu soruyu bilemeyeni utandırmamak için “Zühre abla biliyor da nazar değmesin diye söylemiyor” diye geçiştirir, suali başkasına yöneltirdi. Kız okulunda erkek hoca olmak zordu. Sınıfa girerken kapının cam olan kısmına elinin ayasıyla hızlı hızlı defalarca vurup talebelerin kendilerini düzeltmelerine vakit verir, sonra sınıfa girerdi.
Ali Yakup Cenkçiler Hoca da “Kızım, ben sizi okutuyorum ki bundan sonraki kızları siz okutacaksınız, erkek hocalar bu kursa girmesin” derdi. Üniversite için fetva sorduğumuzda “Erkeklerle karışık okumanız uygun değil ama İslam’a hizmet için okuyacaksanız, ancak o zaman gidebilirsiniz” derdi.
Tilâveti ve duası çok hisli idi Hatice Bağdaş’ın
Cuma günleri hep özel günlerdir. Dersler öğleye kadardı. Öğle ezanından önce sınıflar boşaltılır, abdest alındıktan sonra bütün öğrenciler sınıf sınıf sırayla temiz ve ütülü kıyafetleriyle mescitte toplanırdı. Kur’an-ı Kerim okunur ve dua yapılırdı. Cuma programlarını genelde Hafız Hatice Bağdaş ve hafız öğrencileri yaparlardı. Hocamızın tilâveti ve duası çok hislidir. Kendi de etkilenir, dinleyenleri de etkiler. Hocamız kursta hafızlık eğitimini sistematik olarak başlatmış ve yıllarca sürdürmüştür. Sabah namazında kursa gelir, önce hafızları dinler, sonra bizim kültür sınıflarına derse girerdi. Kur’an’a olan saygısı, hassasiyeti, çalışkanlığı, sabrı ve takvası ile daima hepimize örnek olmuştur. Çocuğu olmadığı için hepimizi evladı kabul ederdi. Yıllarca bizlere emek verdi. Şu anda bazı sağlık sorunları var. Bir yıl öncesine kadar haftada bir Sultanahmet’e gidip Sokullu Tûba Kur’an Kursu’nda hafızları dinliyordu. Hâlâ talebelerlerle haşır neşir olmak istiyor.
Bu kursun hocası da Tûba öğrencisidir. Hocaya saygıda kusur etmiyor. Geçen yıl bir gün lise arkadaşlarımızla orada kursu ve Hatice Bağdaş Hanımı ziyaret etmek nasip oldu. Kursun bahçesinde oturduk, sohbet ettik. Tûba’ya benzeterek mutlu olduk, eski günleri hatırlayarak güzel bir gün yaşadık.
Hafızlık cemiyetleri diğer talebelerin de ilgisini çeker ve onları özendirirdi
Tûba’nın ilk yıllarında hafızlık yoktu. Sonradan öğrenciler teker teker başladılar. Daha sonra da dış idarenin teşviki ile Hatice Hanım hafızları sistematik olarak yetiştirmeye başladı. Özel sınıflar açıldı. Öğrencilerin hıfzı bitince hocasından icazet alanlar için sene sonunda merasim tertip edildi. Bu törenlerin birinde bana da sunuculuk yapmak kısmet oldu. Kalabalık veli ve davetli topluluğu gelirdi. İç bahçede sahne oluşturulurdu. Bu sahneyi günün anlam ve önemine uygun süslerdik. Program hazırlardık. En sonunda hafızlar özel kıyafetleri ile özel ilahi eşliğinde sahneye çıkarlar, hocalarının elinden taçlarını giyerlerdi. Bu onore ediliş diğer talebelerin ilgisini çeker ve onları özendirirdi. Her hafızlık cemiyetinden sonra hafızlığa yeni öğrenciler başlardı.
Hafızlık sınıflarına her yıl yenileri eklendi. Hatice Hanım o kadar çok öğrenci yetiştirdi ki, sonra onun öğrencileri Tuba’da ve başka kurslarda hocalık yapıp hafız yetiştirdiler. Hocamız Kâbe ve Peygamber ilahilerini o kadar içli söylerdi ki Hacca gittiğimde yeşil kubbeyi görünce onu hatırladım. Ona dua ettim oralarda. Güzel insanlar güzel yerlerde hatırlanır tabii ki... Hâlâ kendisiyle görüşüyorum. Allah sağlıklı, uzun ömür versin. Başımızdan eksik etmesin. Amin.
Teneffüslerimiz unutulmaz, renkli, neşeli idi
Teneffüslerimiz unutulmaz, renkli, neşeli, bitmesini istemediğimiz anlardı. Teneffüs faaliyetlerimiz, dış bahçede havuzun etrafında gezmek, hava soğuksa iç bahçede dolaşmaktı. Oyun oynamak Tûba’da yasaktı. Fazilet Kur’an Kursu’nda yakartop gibi oyunlar kurar oynardık. Buna alıştığımız için bu yasak bizlere, yani Faziletlilere bayağı ağır geldi, ama nafile, katlandık. Yasakların çoğu gece idaresinden kaynaklıydı.
Bir de öğretmenleri soru yağmuruna tutmak, bir bahane bulup hocanın etrafını çevirmek en büyük zevklerimizdendi. Ablaların küçük sınıfları ziyareti, büyükler için tevazu, küçükler için de onur sebebi olurdu.
Edebiyat derslerini çok severdim. Hele Fuzûli ve Divan edebiyatına mest olurdum. Derste sınıfta üç türlü öğrenci olurdu; birincisi benim gibi ön sırada dinleyen ve not alanlar, ikincisi dinliyormuş gibi yapanlar ki çoğunluktaydı, üçüncüsü arka sıralarda iğne oyası yapan, resim çizen ve uyuyanlar. Hocamız kibarlığından mı, fark edemediğinden mi bilinmez hiçbir zaman onları yakalamaya çalışmazdı. Hep gülerdi. Bundan da alınacak dersler vardı, mesela insanların kusurlarını yüzlerine vurmamak. Allah da mahşer günü onun kusurlarını örter inşallah.
Bütün meslek dersleri ve kültür dersleri öğretiliyordu
Bütün hocalar, idareciler öğrencilerin en iyi şekilde yetişmesi için enerjilerini sonuna kadar harcarlardı. Süleymaniye’nin ilk senesinde bir albay emeklisi idarecimiz Kerim Bey vardı. İlk defa bir uygulama yaptı. Öğrencileri onar onar gruplar halinde kendi deyimiyle mangalara ayırdı. Başlarına da birer abla verdi. Ablalar kendi mangasının her türlü davranışından ve namazlarından sorumluydu. Bu metot hâlâ bazı cemaatlerin kurumlarında tatbik ediliyor. Bir dönem böyle devam etti ama sonraki idareciler bu tarzı uygulamadılar.
Branşı haricinde derse giren veya lise mezunu hocalarımız bile oldu. Ama biz hürmetle dinlerdik ve ondan faydalanırdık. Mesela bize lise üçte Matematik dersi veren hocamız lise mezunuydu ama dersi çok severdik. Eczacı Hanife Okutan hem Fazilet’te hem Tûba’da idarecimizdi. Kimya derslerimize gelirdi. Dersini çok sevdirdi. Eczacılık Fakültesi’ni tercih etmemde kendisi etkili oldu.
Tûba’da ders programı imam-hatip okulu müfredatı gibiydi. Bütün meslek dersleri ve kültür dersleri öğretiliyordu. Sene sonunda mezuniyet programıyla birlikte karne verilirdi. Bir okulda olması gereken her şey vardı, bunun yanında eğitim orada daha disiplinliydi. Gün boyu işlenen ders sayısı çok ve yoğundu. Ayrıca yatılı olduğu için geceleri özel programlar yapılırdı. Program sabah namazında mütalaa ile başlar, sonra kahvaltı ve derslerle devam ederdi. Bu işleyiş 1972’den 1982’ye kadar devam etmiştir. Bundan sonra darbenin etkisiyle kültür ve Arapça dersleri kaldırılmış ve Tuba Kız Kur’an Kursu normal Kuran kursu müfredatıyla devam etmiştir.
Kerime Macit Tunçbilek
Sizi çok iyi anlıyorum ve bende şeyhli tuba 1990-1997 idareciydim evet çok dost var selamlar
Sizin idarecilikte ki son seneniz de benim ilk yılımdı hocam, sizi çok iyi hatırlıyorum, önce ki soyisminiz Kutaydı..
Sizinle birlikte Sema Hoca , Nurdan Hoca vardı