Rol Modelleriyle Şehirlerin Ruhu: Adana

Şehirler, sadece evlerden, binalardan, yollardan ibaret değildir. Şehirleri ayakta tutan değerlerin başında, kültürel öğelerin yanı sıra buraları eserleriyle ayrı bir havaya büründüren, ayrı bir renk veren şehrin simge isimler gelir. Adana deyince de Karacaoğlan’ı, Mahmud Sami Ramazanoğlu’nu, Hoca Hayret’i, Remzi Oğuz Arık’ı ve Yaşar Kemal’i anmamak olmaz. Mehmet Ekinci yazdı.

Rol Modelleriyle Şehirlerin Ruhu: Adana

Adana, tarihi süreçte sınırları içinde yaşamış olan rol modelleri, onların geriye bıraktığı eserleri, hem de topyekün oluşturduğu hava ile medeniyetimizin örnek şehirlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Mehmet Ekinci’nin kaleminden Adana’yı anlatarak, Adana’da doğmuş-yaşamış büyük isimleri tekrar gündeme taşıyarak, kültürel anlamda markalaşmış bir Adana görme hayalimize tüm okurlarımızı ortak ediyoruz. İyi ve kaliteli bir organizasyonla, hemen olmasa bile beş-on sene içerisinde, tüm dünyada Karacaoğlan ile anılan, Remzi Oğuz Arık ile anılan bir Adana çok uzak değil, buna inanıyoruz. Bu yazıların gerekçesi için tıklayınız: //www.dunyabizim.com/sehirlerin-ruhu/18603/dunya-bizim-marka-sehirler-uzerine-dusunmeye-davet-ediyor . Dünya Bizim

Kebabın, şalgamın, bici bicinin, şırdanın şehridir Adana. Aynı zamanda, bastonu diksen yetişecek verimli topraklara sahip Çukurova, turunçgiller ve pamuk başta olmak üzere birçok bitkiye hayat verir. İklimi gibi insanının da sıcak ve cana yakın olduğu bu şehir, birçok devlet adamı ve sanatçı yetiştirmiştir.

Şehirler, sadece evlerden, binalardan, yollardan ibaret değildir. Şehirleri ayakta tutan değerlerin başında, kültürel öğelerin yanı sıra buraları eserleriyle ayrı bir havaya büründüren, ayrı bir renk veren şehrin simge isimler gelir. Adana deyince de Karacaoğlan’ı, Mahmud Sami Ramazanoğlu’nu, Hoca Hayret’i, Remzi Oğuz Arık’ı ve Yaşar Kemal’i anmamak olmaz.

Adana, Hititler’den Osmanlı’ya birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış bir şehir. Bu topraklarda Asurlular, Persler, Selevkoslar, Kilikya Ermeni Krallığı, Bizans ve Memlukler de hüküm sürmüştür. Birçok medeniyete beşiklik etmiş bu şehirde, tarihten farklı izleri de görmek mümkündür. Bugünkü Adana’da, bazıları tamirleri sırasında asıl özelliklerinden birçok şey kaybetmelerine rağmen, eski devirlerden epeyce eser kalmıştır. Bununla birlikte seyahatnâmelerde ve salnâmelerdeki kayıtlarda belirtilen eserlerden birçoğu da yok olmuştur. Bunların en önemlisi Adana Kalesi’dir. Kale, 1836 yılında Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından yıktırılmış ve bugüne ancak yıkıntı halinde küçük bir duvar parçası kalmıştır. Bunun dışında otuz beş kadar cami, mescid, medrese, han, hamam gibi eserler günümüze kadar gelmiştir. Bu eserlerin en önemlilerinden biri, Justinianus tarafından yaptırılan Bizans yapısı yirmi bir gözlü Taş Köprü’dür (VI. yüzyıl).

Gelelim Adana deyince aklımıza hemen geliveren isimlere… Hiç şüphe yok ki, Adana toprakları, daha birçok önemli ismin doğduğu ve yaşadığı topraklardır. Biz yazımızda farklı dönemlerden ve alanlardan sınırlı sayıda isme yer vermeye çalıştık.

Karacaoğlan

Şiirlerinin önemli bir kısmı günümüzde halk türküsü olarak okunan ve efsanelere de konu olan Karacaoğlan, Türk halk (âşık) edebiyatının yetiştirdiği en önemli isimlerdendir. Yaşadığı dönem tam olarak bilinememektedir.

Şiirlerindeki yer adları oldukça geniş bir coğrafyayı kapsayan Karacaoğlan’ın doğduğu ve yaşadığı yer de kesin olarak belli değildir. Mezarının bulunduğu yerler arasında Mersin, Adana, Maraş ve Erzurum zikredilmekle beraber bunların hiçbirinin kesin olduğu söylenemez. Fakat bunlar içinde özellikle Adana, Karacaoğlan konulu çalışmalara merkezlik edebilir gözükmektedir. Bazı araştırmacılara göre ise Karacaoğlan adında belki birden fazla şairin yaşamış olabileceği ileri sürülmüştür.

Lirik, didaktik ve pastoral olmak üzere üç grupta toplanabilecek olan Karacaoğlan’ın şiirlerinde aşk, ayrılık, gurbet, tabiat, yoksulluk, zamandan şikâyet gibi konuların yanında ölümden de bahsedilmekle beraber tasavvufî yönü ağır basan halk şairlerinde olduğu gibi ölüm bir kurtuluş değildir. Karacaoğlan için aslolan bu dünyadaki ömrünü arzuları ve hazları doğrultusunda geçirmektir. Bundan dolayı o bir hayal şairi değil bir duygu şairidir. Duygularını aynen dile getirmek onun en önemli özelliklerinden biridir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu (1892-1984)

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu, Adana'da dünyaya geldi. Kökleri ,Memlukler döneninde Adana’ya yerleşmesi sağlanan ve Osmanlılar’a kadar şehirde hüküm süren Ramazanoğulları’na dayanır. Adana’da rüşdiye ve idâdîde okuduktan sonra İstanbul’a gidip Dârülfünûn Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Mezuniyetin ardından İstanbul’da askerlik hizmetini yaptığı dönemde Kelâmî Dergâhı şeyhi Esad Erbîlî’ye intisap etti. Adana'ya irşâda vazifeli olarak geldi. Tekkelerin kapatılması ve dönemin hassasiyeti sebebiyle faaliyetlerini daha ziyade özel sohbetler şeklinde sürdürdü. El emeğiyle çalışıp kazanmaya önem verdiği için bir ticarethanenin muhasebe defterlerini tutarak geçimini temin etti.

1946 yılında hacca gitti. 1950’de Adana Ulu Camii’nde vaaz vermeye başladı. 1951’de gittiği İstanbul’da iki yıl kaldı. 1953’te ikinci hac dönüşü Şam’a yerleşmeye karar verdi. Buradaki Türk öğrencilere Rûĥu’l-beyân ve Mektûbât gibi eserleri okutarak tasavvuf sohbetleri yaptı. Ertesi yıl Şam’a yerleşme kararından vazgeçip İstanbul’a döndü. Erenköy’de Zihnipaşa Camii’nde vaaz verirken bir yandan da özel sohbetler yaparak irşad vazifesini sürdürdü. Bu dönemde de geçimini bir ticarethanenin muhasebe işlerinde çalışarak temin etti. 1979’da ailesiyle birlikte yerleştiği Medine’de 12 Şubat 1984’te vefat etti ve Cennetü’l-bakī Kabristanı’na defnedildi.

İstanbul'da bulunduğu yıllarda da Adana'daki gibi bir yandan Erenköy Zihni Paşa Camii’ndeki vaazları ve husûsi sohbetleriyle irşâd hizmetini yürüttü. Onun bu vaaz, irşâd ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından, fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnâf, işçi, memûr, tüccâr ve fabrikatör binlerce insan istifâde ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir..

Mahmut Sami Efendi sohbetlerinde bazı sûre tefsirlerine, önceki peygamberlerle Hz. Muhammed ve ashabının hayat hikâyelerine yer verir; edep, tevazu, gönül eğitimi, sohbet, az yeme, az uyuma, teheccüd ve evvâbîn namazları gibi konular üzerinde önemle dururdu. Bütün hareketlerinin dinî kurallara uygun olmasına özen gösterirdi. Vefatından sonra sevenlerinin sohbet ve irşad hizmetlerini daha çok Musa Topbaş devam ettirmiştir. Hayatı ve şahsiyeti hakkında Sâdık Dânâ (Musa Topbaş) Sultânü’l-ârifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (İstanbul 1991), Osman Karabulut Ârifler Sultanı Ramazanoğlu Mahmud Sami (Konya 1994), Mustafa Özdamar Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi (İstanbul 2000) adlı eserleri kaleme almışlardır.

Adanalı Hayret (1848-1913)

Adana’da çiftçilikle uğraşan Hacı Hüseyin Ağa’nın oğludur. Asıl adı Mehmed Bahâeddin’dir. Devrinde daha çok Hoca Hayret adıyla meşhur oldu. İlk tahsilini Adana’da tamamladı. Bu sırada Arapça ve Farsça öğrendi. Daha sonra İstanbul’a giderek Süleyman Subaşı Medresesi’ne girdi; ayrıca hocalık için açılan imtihanı kazanarak Dârülmuallimîn’den diploma aldı. Adana’da ve sonrasında İstanbul’da çeşitli öğretmenlikler yaptı ve idari görevlerde bulundu. 31 Mart Vak‘ası sırasında başmuharrirliğini yaptığı İslâm Mecmuası’nda yayımlanan bir makalesi yüzünden Rodos’a sürüldü; ancak 1910’da affedildi. 17 Eylül 1913’te İstanbul’da öldü ve Merkezefendi Kabristanı’na defnedildi.

Muallim Nâcî mektebine mensup şairler arasında belli bir yeri olan Hayret, devrinde daha çok klasik tarzdaki şiirleriyle tanınmıştır. Çağdaşları arasında sözünü sakınmamakla da şöhret kazanan şair, bilhassa hicivleriyle dikkati çekmiştir. İlmî yazı ve münakaşalarının çoğu Beyânülhak, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşad mecmualarında yayımlanmıştır. Yaratılıştan hür fikirli olan Adanalı Hayret, devrinin birçok aydını gibi önce Sultan II. Abdülhamid’e cephe alarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmiş, kısa bir müddet sonra cemiyetin iç yüzünü anlayınca da ayrılmıştır.

Dil, edebiyat, şiir ve tasavvufî konularda geniş bilgisi olmasına rağmen makaleleri dışında fazla eser bırakmamıştır. Şehrâyîn ve Sihr-i Beyân (İstanbul 1302) adlı iki bölümden meydana gelen mesnevi tarzındaki eserinin birinci bölümünde Sultan II. Abdülhamid, ikinci bölümünde de Sadrazam Said Paşa methedilmektedir. Daha çok bir mecmuayı andıran Sûk-ı Ukaz (İstanbul 1304) ancak bir sayı yayımlanabilmiş, şiirleri ise ölümünden sonra Eş‘âr-ı Hayret adıyla bir araya getirilmişse de neşredilmemiştir.

Remzi Oğuz Arık (1899-1954)

Adana'nın Kozan ilçesinde Kabaktepe Köyü’nde doğdu. İstanbul Mercan İdadisi, İzmit Sultanisi ve İstanbul Muallim Mektebi'nde eğitim gördü. Gönüllü olarak I. Dünya Savaşına katıldı. Ardından Edebiyat Fakültesi'nde felsefe öğrenimi gördü. Galatasaray Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Sorbonne Üniversitesi'nde sanat tarihi, Louvre Arkeoloji Enstitüsü'nde arkeoloji öğrenimi gördükten sonra Maarif Vekaleti Arkeoloji Müdürü oldu. Göllüdağ, Alacahöyük, Çankırıkapı, Karaoğlan, Hacılar, Alaettintepe ve Bitik kazılarına katıldı. 1939 yılında profesör oldu.

1950'de Demokrat Parti’den Seyhan milletvekili seçildi. 1952'de Türkiye Köylü Partisi'ni kurdu. Milliyetçilik, köylülük yazılarını Oluş, Çığır, Millet, Hareket dergilerinde yayınladı. Adana'dan Ankara'ya gitmek için bindiği uçağın havada infilak etmesiyle öldü.

Bütün ömrünü cephedeymiş gibi geçiren Remzi Oğuz’un mezar taşında “Anadolu’nun toprağına, insanına her şeyiyle bağlıydı. Gündüzünde gecesinde, her sözünde hecesinde aşk doluydu. Tuttuğu yol hak yoluydu. Hiç eğilmedi, gülmedi, fakat yılma nedir, bilmedi.” yazar.

Yaşar Kemal (1923-2015)

Yaşar Kemal, 1923 yılında Osmaniye'nin Hemite Köyü'nde doğdu. Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir. Ortaokul çağındayken halk edebiyatına duyduğu ilgi, onu folklor derlemeleri yapmaya yöneltti. Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi 20’den fazla işte çalıştı. Bu arada Ülke, Kovan, Millet, Beşpınar dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başladı. 1951 yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet Gazetesi'nde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başladı. "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla, Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı kazandı.

O yıllarda öyküleriyle de ilgi çekmeye başladı. 1952 yılında "Sarı Sıcak" adlı öykü kitabı yayımlandı. İlk romanı "İnce Memed" 1955 yılında çıktı. 1955-1984 yılları arasında öykü, roman, röportaj ile makalelerinden oluşan 33 kitabı yayımlandı. Yaşar Kemal, ilk romanı "İnce Memed" ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı'nı kazandı. 1974 yılında "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü'nü aldı. 1977 yılında "Yer Demir, Gök Bakır" adlı eseri Fransa'da Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından "Yılın En İyi Yabancı Romanı" seçildi. "Binboğalar Efsanesi", 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı. 1982 yılında uluslararası DelDuca Ödülü'ne layık görülen Yaşar Kemal, 1984 yılında Fransa' nınLégionD'HonneurNişanı'nı aldı.   

Yapıtlarında Anadolu insanının sözlü anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlardan, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı bireşim ve üslup, onu her bakımdan özgün bir çağdaş sanatçı kimliğine ulaştırmıştır. Kurduğu imge ve mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın tüm yönleriyle anlatımı, kullandığı dil, yerel sözcükler ve deyimler, atasözleri, yakarışlar ve sövgüler onun anlatımını canlı ve etkileyici kılan özellikler olarak görünmektedir. Anlatımındaki özgünlük “düşle gerçeği, doğayla insanı iç içe” vermedeki başarısından kaynaklanmaktadır. Yazdığı dünyanın dış görünümünü etkileyici bir biçimde çizer. Şiirsel üslubu, olağanüstü düş gücü, modern romanla epik anlatım biçimlerini başarıyla bağdaştırması, onu özgün ve güçlü kılan özellikleridir.

Mehmet Ekinci

YORUM EKLE