Fatiha okumadan suyunu içemeyeceğiniz çeşme

''Elimizde Fatih Sultan Mehmed devrine tarihlenen bir hazinemiz var. İlla parlaması mı gerekiyor, değerini bilmek için neyi bekliyoruz?'' Sadullah Yıldız, tarihi çeşmelerini izini sürerek İstanbul’da hadsiz tahribata rağmen hâlâ nasıl bir hazinenin ortasında yaşadığımızı bildirmeye devam ediyor.

Fatiha okumadan suyunu içemeyeceğiniz çeşme

İstanbul’la ilgili önemli kültür mirası başlıklarından olan tarihî çeşmelere dair yazı dizisine hoş geldiniz. Bundan önce yazılanları okumak nelerden bahsettiğimiz, nerelerde gezindiğimiz ve hangi çeşmelerle alakadar olduğumuz konularında oldukça fazla fikir verebilir.

Bu seri yazıların her birinde şehrin farklı bir noktasına uzanıyoruz ve kimin nereye-hangi çeşmeyi bıraktığıyla yahut hakkında iz bulamazsak bizatihi orada bir çeşmenin bulunması farkındalığıyla alakalı gözlemlerimizi paylaşıyoruz. İstanbul’da hadsiz tahribata rağmen hâlâ nasıl bir hazinenin ortasında fark etmeksizin günler ve geceler geçirdiğimizi bir bilsek… işte onu bilmeye ve bildirmeye çalışıyoruz.

Bu seferimizde de tek bir rotayı izlemeksizin şehrin birkaç farklı mevkiine gideceğiz ve nerede-neyi görebileceğimizle ilgili tutanaklarımızı paylaşacağız. Henüz yanına uğramadığımız çeşmeleri bulmak her seferinde daha zor hâle geliyor ama nasılsa İstanbul’u sevmek biraz da zora talip olmayı sevmektir.

Öncelikle sahile uzanıyoruz.

Beşiktaş’tan Ortaköy’e ilerleyen sahil yolunun kendine has bir havası vardır. Geniş gövdeli ağaçlar, hele baharda bir başka hâle getirirler bu güzergâhı ve yeşil bir tünelin içinden geçtiğimizi düşünüveririz.

İstanbul’u çeşmelerle donatan sultan

Yolun ortasındaki aralıklardan biri (Müvezzi Caddesi) bundan çok daha yeşiline, Yıldız Korusu’na gitmeye imkân verirse de yeşil için tek seçeneğimiz bu değil: Şehrin harika minarelerinden ikisini ve Küçük Mecidiye Camii’nin kubbesini seyrederek Yahya Efendi Sokağı’nın dik yokuşunu tırmanmak (şişmanlar buradan sonrasını da okusun lütfen, kaçmak yok) ve ara sıra geri dönüp bu nefis Tanzimat devri eserini gözlerimizle kolaçan ede ede mesafe kat etmek seçeneklerimizin en tatlılarından biridir.

1.
2.

Bu yokuşu bitirmeden önce önümüze küçük bir çeşme çıkacak(1). İSKİ’nin Tarihî Çeşmeler kitabının bu kitabeden çıkardığı, aslında iki farklı kitabenin yer aldığıdır: İlk dört satırdaki manzum metin yapım kitabesi olup “Binâ târihi bu inşâlar olsun” ifadesinden hicrî 965’e ulaşılmakta, alttaki üç satırlık düz metinden anlaşıldığına göre ise sonundaki 1321 tarihi, bu üç satırda ifade edilen tamir kitabesine aittir.

Şayet bu doğru ise yani tek tarihli bir kitabe ise -ki bundan emin olamayız- tamiri yaptıran Hacı Mahmud Efendi, hem bina metnini yenilemiş hem onarım kitabesini eklemiş yani ikisi tek kalemden çıkmış demektir. Aradan geçen üç yüz elli küsur yılda yapım kitabesi okunamaz hâle geldiyse böyle yapılmış demektir.

Yahya Efendi Türbesi’nin önünde de bekleyen bir çeşme var (2). Bu çeşmeyi gözümüz bir yerlerden ısırıyor olmalıdır; İstanbul’u çeşmelerle donatan Sultan II. Abdülhamid’in hatırası olduğu alnında yazıyor. H. 1324/m. 1906 tarihini taşıyan alında meşhur ‘Hamidiye çeşmesi’ ifadesi yazılı. Normal istiridye süslemeden biraz daha köşeli bir tarza sahip süsü ve akar musluğuyla çeşmenin keyfi gayet yerinde görünüyor. (Bu konuya başka bir temas için bakınız.)

3.
4.
5.
6.
7.

Osmanlılar sevap avcılığına bayılırlardı

Yavuz Selim Camii’nin arka avlusunda iki şirin sütunlu, uzun sütun tutacağı olan kurnalı ve bardak-sabun koymalık iki cepli nefis bir çeşme var (3). Ne yazık ki tarihsiz durumdaki çeşmenin ayna taşı üstünde Enbiya suresinin 30. ayeti (Biz canlı olan her şeyi sudan yarattık) ve daha yukarıda da bir besmelesi var.

Lâleli’deki Sultan III. Mustafa ve Sultan III. Selim türbesinin bulunduğu hazirenin dış duvarında Sultan III. Mustafa’nın eşi Adilşah Kadın Efendi’nin ruhu için vakfedilmiş bir çeşme bulunuyor (4). Fakat yanlış bilmiyorsak Adilşah Kadın Efendi bu hazirede medfun değildir.

1219 yani 1804 tarihini taşıyan çeşmenin yanlarda iki gözü ve tepesinde akantüs süslemeleri varsa da aslında bana sorarsanız çeşmenin en dikkat çekici tarafı bu değil. Çeşmenin banisinin özellikle düşündüğü bir husus olsa gerektir ki iki su kaynağının ortası tam da içeride kocasının görülebileceği şekilde bir pencere gibi düşünülmüştür. Böylece bir taşla iki kuş vurmanın dayanılmaz kurnazlığı tadılacaktır: Hem sudan içilecek ve yaptıranın sevabına vesile olunacak hem de içeride medfun olanlar görülünce Fatiha okunması hatırlatılmış olup bir daha sevaba vesile olunacaktır. Böylece diğer çeşmeleri yaptıranlar sadece su içme sevabı elde edebiliyorken bu çeşmenin banisi kıvrak bir bilek hareketiyle iki çeşit sevabı avucuna almıştır. Niye gülümsedin sevgili okur? Osmanlılar sevap avcılığına bayılırlardı.

Aksaray-Horhor’daki Süleyman Halife Sıbyan Mektebi’nin Horhor Caddesi’ne bakan yüzünde maalesef kurnası kaldırıma batmış hâldeki hayratın h. 1131/m. 1718 gibi pek de yeni olmayan bir geçmişi var (5). Günümüzde anaokuluna tekabül eden bu yapı ile duvarındaki çeşme büyük ihtimalle aynı tarihte yapılmış.

İnsanı sülüs yazıya âşık edecek güzellikteki kitabede adı geçen kişi sıbyan mektebinin banisi olarak adı anılan ile aynıdır: Süleyman Halife. Aynı zamanda muhasebe işleriyle ilgilenen bir devlet memuru olduğunu öğrendiğimiz efendinin çeşmesi bugün metruk ve işlevsiz bir hâlde bekliyor.

Bir başka sıbyan mektebi de Vefa’daki Recai Mehmed Efendi eseridir (6-7). Dışında hem çeşme hem sebil olan ve beş gözü bulunan bu bereketli eserin kitabeleri de bir başka güzel ve değerlidir. Atıl durmasa da bu köşe başında etrafına canlılık saçmaya devam etse ne çok duaya ve hayra vesile olurdu kim bilir. Hem banisinden alacağımız ah’ın vebali de bugünden itibaren kesilirdi.

Üsküdar’ın en eski çeşmesi

Anadolu yakasından birkaç çeşmeyi daha listemize katabiliriz. Üsküdar’da ha bitti ha bitecek derken ziyaret edilecek çeşmelerin ardı arkası kesilmiyor. Salacak civarında daha evvel dolaştığımız çeşmeleri seyrederken başka bazılarını gözden kaçırmışız anlaşılan. Öncelikle kabri Üsküdar-Mihrimah Sultan Camii’nde bulunan Sinan Paşa’nın Topraklı Çıkmazı ile Halk Dersanesi Sokak kesişiminde duran ve kendi adıyla anılan camisi içindeki çeşmeye uğrayacağız.(8)

8.
9.
10.
11.

Maatteessüf caminin avlusundaki yer düzenlemeleri esnasında testi seti olduğu gibi zemin altında kalmışa benziyor. Çeşme şu hâliyle hakikaten yere batmış bir manzara arz ediyor ki kurnadan ‘artan’ iki taş kütlesi de çeşmenin kucağına bırakılıverilmiş. Ayna taşında hâlâ berhayat olduklarını söylemeye çalışan sivri yapraklı iki lâle başlarını çıkarmış bakıyorlar…

Yoldan aşağısının Salacak Fatih Camii’ne indiği Salacak İskele Caddesi ile İmrahor Çeşme Sokak birleşimindeki meydan çeşmesine yan yüzdeki bir künyeye yazıldığı üzere Silahtar Mustafa Ağa Çeşmesi denirmiş. 1992 senesinde Üsküdar Belediyesi tarafından onarılan eserin geçmişi h. 1094/m. 1682 tarihine kadar uzanıyor ve esas cephesindekine (9) ilaveten yan cephede bir de minik çeşmecik saklıyor.(10)

Mukarnas süslemeli tepe kısmının hoş bir çizgi çektiği kitabe civarındaki enteresan bir nokta, kitabede tarihin beş ayrı yerde zikredilmesi. Böyle bir şeye ilk defa rastlıyorum diyebilirim. Büyük ihtimalle herhangi bir duruma işaret ediyor değil ancak Osmanlılar genellikle bir şeyi yapmış olmak için yapmazlar, süsleme sanatında da bu büyük oranda geçerlidir. Ayna taşının üzerinde ise yine talik hatla Enbiya suresinin 30. ayeti yazılı. Küçük çeşmede de aynı ayet var ve ikisinin de fiziken iyi durumda olduğu söylenebilir.

Salacak iskele Arkası Sokak’ta göreceğimiz bu sevimli büyük kutuya iyi bakalım: (11)

Mehmet Nermi Haskan’ın Yüzyıllar Boyunca Üsküdar adlı eserinde bildirdiğine göre ayna taşından ve kurnasından çeşme olduğu anlaşılabilecek bu munis yapı, Üsküdar’ın en eski çeşmesidir ve Fatih Sultan Mehmed devrine tarihlenmektedir. Bu da onu Osmanlı özelinde İstanbul’un en eski tarihî eserleri sınıfına alır.

Üzülerek -ne işe yarıyorsa artık- söylemek lazımdır ki kaldırım terörü böylesine paha biçilemez bir hazineyi bile affetmemiştir. Daha önce defaaten ifade ettiğimiz gibi, öncelikle sanatla ve kıymetle ilgili bazı payelere layık görülmeleri gerekiyor ki tarihî çeşmelerin korunabilmesi mümkün olsun. Yoksa şu hâlleriyle de yeterince tutucu biçimde korunuyorlar ama gördüğümüz gibi bu bir işe yaramamakla kalmayıp tahrip edici, unutturucu bir keyfiyete bürünüyor.

Elimizde Fatih Sultan Mehmed devrine tarihlenen bir hazinemiz var. İlla parlaması mı gerekiyor, değerini bilmek için neyi bekliyoruz?

Sadullah Yıldız

YORUM EKLE