Sezai Karakoç’ta Eğitim-Öğretim ve Erdem

Karakoç, meseleyi geçici bir takım sistem değişiklikleriyle çözmenin mümkün olmadığı görüşündedir dolayısıyla sınıf geçme yahut sınav sistemini değiştirme gibi birtakım girişimlerin sonuç vermeyeceğini söyler. Yunus Emre Özsaray'ın makalesinden günümüz tartışmalarına katkı sunacak bir kısmı alıntılıyoruz.

Sezai Karakoç’ta Eğitim-Öğretim ve Erdem

Çocuğunu hep teknik öğretime koşturuyorsun,

çağın alışkanlıklarına ve eğilimlerine uyarak.

Onu edebiyata ve düşünceye de yönelt.

Sezai Karakoç’a göre geçmiş etkisi bir şart olarak gelecek üzerinde belirleyici olduğu için maarif meselesinde de krizin aşılması geçmişin şartlarının yeniden değerlendirilmesiyle mümkün olacaktır. Ona göre maarifin içinde bulunduğu durum kimsenin meselenin can damarına dokunmaya yanaşmadığı iki yüz yıllık kültür değişimi macerasının sonucu bir çıkmaz sokak durumudur. Dolayısıyla bu kültür değişmesi tarih(geçmiş) şuurunun ve buna bağlı olarak gelecek idealinin zedelenmesine yol açmıştır. Karakoç, meseleyi geçici bir takım sistem değişiklikleriyle çözmenin mümkün olmadığı görüşündedir dolayısıyla sınıf geçme yahut sınav sistemini değiştirme gibi birtakım girişimlerin sonuç vermeyeceğini söyler.

Eğitimde kültür seferberliği ve geçmişin değerlendirilmesi       

Eğitim meselesi aileden başlayarak toplumun bütün kurumlarında girişilecek köklü bir kültür reformunun çıktısı olacaktır, bu yönüyle de bahsettiği ve eğitimin girdilerini ihtiva eden unsurların bir kültürlendirme süreciyle ortak bir ideal etrafında örgütlenmesini şart koşar ve böyle bir kültürlenme neticesinde ortak beklentilerin ortak sonuçları ortaya çıkaracağını düşünür. Ona göre “İslam dünyasının, Müslümanların dirilişlerini yapabilmeleri için girişmeleri gerekli bir kültür seferberliği veya bir başka tanımla bilgi seferberliği olmalıdır. Eğitimin beraberinde yürüyeceği kültür savaşının muhtevasını şu şekilde ortaya koymuştur:

“Yeni bir medeniyet atılımı gerekli. Bu, ruhun dirilişiyle olacaktır. Bilim aşkıyla, Yeni baştan klasikleri aşkla, sevgiyle gündeme getirmekle olacaktır. Yeni bir aydın tipi belirmelidir, yeni bir düşünce ve idealist hayat tarzı benimsenmelidir. Bütün sorunlar bir bir ele alınmalıdır. Geniş bir kültür planı ve programı gereklidir. Diriliş tezi, bu yolu açmanın tezidir. İslam ülkelerinde aydınların medeniyet fikrine, bu fikrin gerçeğine dönüşü için yeni bir özveri yolu. Manevi yolda, erdem yolunda ilerleyen kuşaklar, bilim, edebiyat ve sanatın doğu ve batı envanterinden hareket edip yeni çığırını bulacak çilekeş düşünürler, bilginler, yazarlar, şairler ve sanatçılar kuşağı ufukta gözükmelidir. İslam’ı, medeniyet kavramını, doğu, batı düşüncelerini yeni baştan ele alıp inceleyecek bir kuşak. Bu araştırmaya ve bunun ilham ettiği ideale kendini adayacak bir kuşak.”

“Geçmiş eğitim yapısı ile irtibatsız olan ve tamamen Avrupa’dan taklit bir eğitimin uygulandığı mevcut yapının gençliğe gereken şuuru verememesi” ve kendi ifadesiyle “maarifin bütününe yayılı olarak bulunması gereken, kökünü tarihin derinliklerinden alan, umudunu gelecek zamana uzatmış bir idealin noksanlığı” ona göre asıl problemdir. Üzerine vurgu yaptığı geçmişin değerlendirilmesi ifadesi maarifin ve dolayısıyla maarif sisteminin muhatabı olan toplumun da geçmişi değerlendirmesi anlamına gelecektir. “Yaşanılan zamanı, geçmişten aldıkları ve geleceğe sunacaklarıyla birlikte düşünmek gereklidir, bu şartlar yerine getirilmediğinde içinde yaşanan zamanın yitik ve âdeta yaşanmamış kabul edilebileceğini” söyleyen Karakoç, gelecek idealinin şekillenmesinde geçmişin birtakım zaferlerinin ve mücadelelerinin yeni nesil tarafından bilinmesinin gerekliliğine vurgu yapar ve şu ifadeleri kullanır:

“Eğer, Birinci Cihan Savaşı’nda Çanakkale’de, Kafkaslar’da, Sarıkamış’ta Kanal’da, Gazze’de, Kudüs’te, Selman-ı Pak muharebelerinde ölenleri yeni nesillerimiz bilmiyorlar, unutmuşlar ya da hatırlamıyorlarsa, hatırlasalar da neden öldüklerini, hangi amaçla can verdiklerini bilmiyor ve anlamıyorlarsa, hangi medeniyet ve idealin, hangi yüce manevi değerlerin aşk ve heyecanı, fedakarlığıyla göz kırpmadan şehit olduklarını düşünemiyorlarsa…bugünü de anlamıyorlar demektir.”

Eğitimde toplumsal sembollerin işlevi ve kavramların icadı

Sezai Karakoç geçmişin değerlendirilmesi ve toplumun ortak bir ideal etrafında örgütlenmesi anlamında kahramanlıklar, fedakarlıklar, gayretlerden misaller getiriyor olmakla birlikte yine geçmişin değerlendirilmesi noktasında birtakım dikkatler de ortaya koyar. “Geçmiş nasıl değerlendirilmelidir?” sorusuna bir cevap niteliğindedir bu dikkatler. Bilhassa geçmişin halk muhayyilesinde başkalaşan anlatıları veya tam ifadesiyle mitlerin, efsanelerin toplumsal aklı bütünüyle eleştirisiz bir biçimde denetimine almasına karşıdır. Karakoç’a göre “Çocukların eğitiminde halk zihninin kullandığı öğeler olarak masallar ve efsaneler, iç içe insan akıl ve mantığının olgunlaşma sürecinde dolgu ve besleyici madde kontrpuanlarıdır. Fakat efsaneler hakikatine odaklanılmadığı takdirde tüm aklı eleştirisiz ve denetimsiz egemenliğine alırsa, bir halk, bütünüyle bir sabit fikrin saplantısında kalır ve yine Karakoç’un ifadesiyle “çılgınca bir girişimle son aşamaya kadar giderse, trajik bir sonla karşılaşır.” Geçmişin değerlendirilmesinde efsanelerin ve menkıbelerin güncelin malzemesi haline getirilmesi, toplumsal zemini oluşmamış bir hayal dünyasının içine kişiyi çekecektir Karakoç’un bu konudaki trajik son dediği dikkat de şu ifadelerde açığa çıkar:

“Mitleri, efsaneleri ve hele hele dinî menkıbeleri, günün siyasî ve ekonomik hegemonya hayallerinin dayanağı yapmak, insanın kendini aldatmasından başka bir sonuç doğurmaz. Efsaneleri rahat bırakalım. O devi uyandırmayalım. Çünkü: o devi bir kere uyandırıp sırtına binenler, kısa zamanda aldandıklarını anlayacaklardır. O dev kendilerini kaldırıp yere çalacaktır.”

Sezai Karakoç, çocuğun yetiştirilmesi, onun muhayyilesinin bir ülkü etrafında hakikate ısındırılması anlamında sembollere atıfta bulunur. Karakoç’a göre millet topluluğu dağılmaya yüz tuttuğunda, bu semboller, zihinlerde, hayallerde, hafıza ve hatıralarda harekete geçerek kopuşu önlerler. O topluluğun tarihteki yerini, parlak günlerini, zafer dönemlerini bugünkü zamana çağırırlar. Bu ifadeler bir bakıma geçmişin değerlendirilmesi noktasında masalların ve efsanelerin içinde geçen sembollerin ufuk belirleyici özelliğine atıfta bulunmaktadır. Çocuğun yetişme sürecinde ufuk kesişmelerinde semboller çocuğa yeni ufuklar açacaktır. Karakoç’a göre masallardaki, padişahın has bahçesindeki yarı kızarmış elmanın ülkü sembolü olan kızıl elmaya telmih olması ve bu ülkünün çocuğa masal dünyası içinde sunulması ve benzeri masal sembolleri, çocuğun kendini bilir bilmez bu sembollerin gerçekliğini kavraması konusunda işlevseldir ve çocuk yaşı ilerledikçe hayatının dönüm noktalarında bu semboller etrafında yeni yorumlara ulaşacaktır. Böylece çocuk, tarihin sembolik anlamını, bir hikâye ve dekor içinde âdeta bir içgüdü halinde öğrenecek, kavrayacak, özümleyecektir. Karakoç’a göre masallar derinliklerinde muhtelif ülküler taşımaktadır. Çocuğun yetişmesinde millet ülküsüne ilk alışması, o ülküyle ilk karşılaşması masallar sayesinde olmaktadır. Yaş ilerlediğinde, masal sembollerinin yerini din ve devlet sembolleri alacaktır. Böylece semboller ülküleri görünür hale getirmektedir.” Batılılaşma süreci neticesinde sembollerin ve beraberinde ülkünün de yitirilmeye başladığını halk direniyor olsa da eğitim basın ve propaganda vasıtalarıyla sembolsüz bir millet haline dönüştürülme süreci yaşandığını söyleyen Karakoç, sembollerin diriltilmesine vurgu yaparken bu sembollerin de aynı zamanda beraberinde ülküleri görünür hale getirdikleri için ülküye bağlı yenilenmiş bir terminoloji veya bir başka ifadeyle kavram dünyasına vurgu yapar.

Sezai Karakoç’a göre “gelen her yeni ülkü terimlerini de getirmek zorundadır. Bu, yeni bir kültür değişmesi işidir. Yeni kültür yerleşmesinde veya bir kültürün bir başka kültüre dönüşmesinde yeni, adeta büyülü bir dil ve üslup şarttır.” diyerek kültür seferberliğinin beraberinde bir kavram seferberliği olması gerektiğini söyler. Dolayısıyla bir kültür seferberliği olarak ele aldığı eğitim meselesi beraberinde kendi kavramlarını belirlemeli tahrif edilmiş kavramları asli anlamlarına dönüştürerek ferdin zihin şemasını bu kavramlarla örgütlemelidir. Ona göre ancak bu şekilde yerlileşmiş düşünme melekesi açığa çıkabilecektir.

Eğitimde yukarıdan aşağıya bir değişim ve Tûba Ağacı Nazariyesi

Sezai Karakoç’un çerçevesini çizdiği ve geçmişin kültürel birikimini şimdiye taşıyacak kuşak olarak tarif ettiği ve kendi ifadesiyle diriliş eri olarak tavsif ettiği aydın kişilik, kavramların asli anlamlarına kavuşturularak zihinsel düşünme biçiminin yeniden örgütlenmesinde toplumda öncü rol oynayacaktır. Emrullah Efendi’nin Tûba ağacı nazariyesinde yukarıdan aşağıya bir değişim olarak beliren ve değişimin yükünü aydınlara yükleyen anlayış, Sezai Karakoç’ta diriliş eri olarak belirirken Karakoç; Diriliş Neslinin Amentüsü isimli kitabında bu diriliş erinin sabitelerini ortaya koyar. Ona göre bu nesil değişmeyecek fakat değiştirici etkisi olacak bir nesildir. Karakoç’un Masal şiirinde de doğunun yedinci oğlu olarak beliren ve batının değiştiremediği oğul olarak ortaya çıkan kişilik olarak tüm yönleriyle diriliş erini tarif eder. Değişmezleri olan fakat kendisi değiştirici etkiye sahip olan bu neslin bütün değişimlerin farkına varmasıyla etkili olabileceğini savunur. “İçinde bulunduğu zamanı tanımak, anlamak, bilmek ve sezmenin insanın birinci şuur ödevi olduğunu söyler ve bir benzetmeyle insanları toptan görebilecek bir taş yüksekliğinde yukarda bulunmak için gerekli asgari şuur, varoluş ödevinin birinci şartı olduğunu söyler.”

20. yüzyılın başından her siyasal değişimin beraberinde yeni bir gençlik ideali de getirdiğini söyleyen Sezai Karakoç; siyasi, edebi, fikri ve sosyal hayatımızın on yıllık konjonktürlerle ilerlediğini ve bunun sonucunda da kendi ifadesiyle “On yılda bir yeni kuşak anlayışı denemesine girilerek, meşhur marşın iddia ettiği gibi on yılda bir nesil yaratmak” arzusunun siyaset üreticilerinin ideali olduğunu söyler. 1930 yıllarında, 1920’nın planlamış gözüktüğü bir Türkiye’nin yerine bambaşka bir Türkiye vardır. Kılığı, yazısı, takvimi, hafta tatili, Başkenti değişmiş bir Türkiye. Bütün yönünü devrimlerle çevirmiş bir Türkiye. Yetiştirilecek neslin muhtevası yeniden değişmiştir. Batı romantizmi dönemidir bu dönem. Bütün ideal tam anlamıyla batılı olmaktır. İlkokul öğrencisinin dilinde;

         Geçmişi unut

          Yeni yolu tut

          Türklüğe umut

          Budur çocuğum

         türküsü dolanmaktadır. 1940’ta şehir yerine köyü temel alan ve bunun etkisiyle bir gençlik tasavvuru oluşturan siyasa, 1950’de idealini tamamen değiştirmiş, Amerika’yı örnek almaya başlamıştır. diyen Sezai Karakoç, dönemlere göre değişmeyen ve kökü geçmişte olan sabit bir idealin ortaya konmamış olmasının asıl problem olduğunu düşünmektedir. Karakoç’un ifadesiyle “Kendi kültür temellerimize, kendi ahlak anlayışımıza, kendi hayat görüşümüze inip oradan çağın bütün imkanlarıyla da donanmış bir ideal çıkarılamazsa, beklenmeden gelen çeşitli etkiler maarif sistemini kökten etkisiz hale getirecektir.” Karakoç, eğitim meselesini kültür değişimi meselesiyle birlikte ele aldığı için bir eğitim reformundan çok, toptan bir kültür değişimine vurgu yapar. Karakoç kültürel değişimin yukarıdan aşağıya doğru olması gerektiği görüşündedir ve bu yönüyle de Emrullah Efendi’nin Tûba ağacı nazariyesine yaklaşarak Satı Bey ve Tevfik Fikret çizgisinden ayrılır ve dolayısıyla da eğitimde ortaya çıkan problemin temellerini ortaya koymuş olur. Emrullah Efendi’nin bu nazariyesine göre eğitimde yenileşme ve düzenlemeye aşağıdan (ilköğretimden) değil yukarıdan (darülfünun)dan başlanılmalıdır. Çünkü ilk elden bilimsel zihniyet kurup geliştirmek gereklidir. Ona göre insanlığın gelişmesi de bilimlerin üniversitelerde geliştirilmesi ile sağlanmıştır. Ülkelerin ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan da ivedi olarak üniversite tarafından yetiştirilebilir. Oysa eğitim reformuna ilköğretimden başlamak hem masraflı hem de uzun süreli olacaktır. Emrullah Efendi’ye göre eğitimin amacı bir fertteki bedenî ve nefsanî güçleri olgunluk derecesine çıkartmaktır. Dolayısıyla eğitim, fıtrat ve hürriyet üzerine kurulmalı; kişinin tabiî hürriyetini sağlamalıdır. Eğitim kademeleri arasında yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya kuvvetli bağlar vardır ancak, ilim yukarıdan başlar.

Sezai Karakoç da Emrullah Efendi’nin görüşlerine benzer şekilde bir bilme seferberliği olarak ele aldığı eğitim meselesinin teorisini ortaya koyarken eğitim sistemini düzeltmeye orta öğretimden mi, yüksek öğretimden mi başlamalı? sorusunu sorar. Ona göre üniversitenin düzelmesi, orta öğrenimin düzelmesine, orta öğrenimin düzelmesi de üniversitenin düzelmesine bağlıdır. Üniversite ile ortaöğretim arasında tek yönlü değil karşılıklı bir geçişlilik olduğunu söylerken eğitim sistemi bozukluğunun bu iki ucun birbirini doğru şekilde besleyememesinden kaynaklandığını düşünür. Ortaöğretimden çıkan öğrenci yeterli erdem donanıma sahip olmadığı için üniversitede savrulmalar yaşamaktadır, üniversiteden gelenlerin ortaöğretime yönetici yahut öğretmen olmasından dolayı da savrulma yönetenler eliyle bu defa ortaöğretimde de devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında her iki tarafta birbirine negatif etkide bulunmaktadır. Bu negatif etkinin ve etkileşimin pozitife dönüştürülmesi için müdahalenin her iki tarafa birden olması gerektiğini düşünür fakat yine de üniversitenin etki çapının daha geniş olmasından dolayı ağırlığın üniversitede olması gerektiğini söyler. Üniversitenin düzeltilmesi için birtakım öneriler sunuyor olmakla birlikte üniversitenin düzeltilmesinin bir ön hazırlığı olarak ortaöğretimden itibaren kazandırılması gereken bir takım usul ve erdemleri sıralar. Bunlar:

- Usul veya bir başka ifadeyle metot bilgisine sahip olmak -Araştırma yöntem ve tekniklerini öğrenmek Kütüphanelerden ve kitaplardan nasıl yararlanacağını bilmek,

- Gereksiz tesirler altında kalmamak,

- Bir fikri karşıtları ve alternatifleriyle birlikte düşünmeyi,

- Tefrik kabiliyetine sahip olmak, bilim, düşünce, inanç, ideoloji, teori ve pratik ayrımını ve seçimini yapabilmeyi öğrenmek,

Bütün bunlar neticesinde üniversiteye gelecek olan öğrenci bir taraftan da kişiliğini geliştirmeye devam etmeli, dünyada olup bitenleri serinkanlılıkla izleyip değerlendirebilmeli, genel kültür, edebiyat ve güzel sanatlar konusunda da alakasını korumalı, bilgisini artırmalı ve zevkini inceltmelidir, diye düşünür.

Sezai Karakoç aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağı karşılıklı sürekli bir alışveriş şeklinde olacak ve buradan safha safha topluma yayılacak bilme seferberliğinde, aktarıcı rol üstlendiğini söylediği üniversitenin ezberci metottan kurtulması için bilginin içselleştirilmesine ve pratiğe dökülmesine, bilginin ezberci kişiliklerin aktarmacılığından çıkıp geleceği aydınlatacak telifi ortaya koyacak kişiliğe dönüşmesine vurgu yapar. Şunları söyler Sezai Karakoç:

“Bilmek derken ezberlemeyi ve dıştan kavramayı değil, benliğe ve ruha mal etmeyi kastediyorum. Bilme seferberliği, ilk öğretim seferberliği, okuma yazma seferberliği şeklinde değil, yani aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru, yani üniversite seviyesinden aşağıya doğru gelişen, yayılan bir kültür savaşı olmalıdır. Bizdeki ilköğretim seferberliği kültür işine öylesine hakim olmuştur ki sonunda üniversite öğretimi de gerçekte ilkokul seviyesine inmiştir.”

Karakoç’a göre de ülkelerin birinci kültür müesseseleri üniversitelerdir. Gerek teknik alanda gerek sosyal bilimler sahasında gerek matematik ve edebiyat alanlarında birinci söz sahibinin üniversite olması gerekir. Bu yetkiyi kullanabilmesi için de bütün bu alanlarda, bol sayıda orijinal eser vermiş olması gerektir. Karakoç’un düşüncesinde değiştirici rolü üstlenecek kişilikleri ortaya çıkaracak üniversite “yerli düşünce ve yerli edebiyatın” köklerine kadar gidebilmeli ve yeni nesillere de ışık tutmalıdır ama halihazırdaki üniversiteler ona göre henüz tercümeci üniversite safhasından telif sahasına geçememiştir dolayısıyla üniversiteyi negatif olarak bir bilim ocağı olmaktan önce bir siyaset ocağı olarak tanımlar. Karakoç üniversitelerin yeni bir gelişme ortaya koyamamakla malul olduklarını belirterek düşünce alanında üniversitelerin aktarıcı olmaktan öte gidemediğini söyler. Öyle ki üniversiteler aktarmayı bile tam anlamıyla yapamamaktadırlar. Karakoç’a göre eğitim ve öğretim bütününde ne tarihçi ne de deneyci bir metot vardır. Aktarmacılıktır temel olan. Bir iki deney kıpırdanışı bile görünüştedir. Deney bile aktarma bir deneydir.

Yunus Emre Özsaray,

FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi

YORUM EKLE