Şah İsmail önemli bir tarihi karakter… Bıraktığı miras yolunda ilerleyen milyonlarca insan var. Peki, hakkında efsaneler de uydurulan, Safevilerin lideri olan Şah İsmail kimdir? Elimizde onu yakından tanımamızı kolaylaştıran bir kitap var. Tufan Gündüz’ün yazmış olduğu Son Kızılbaş Şah İsmail adlı kitap, kendisiyle ilgili merak edilen sorulara cevap veriyor. Yeditepe Yayınları arasından çıkan kitap, döneme dair kaynaklardan yola çıkılarak yazıldığı için oldukça değerli…

Gündüz, kitabının başında Safevilerin oluşum sürecindeki önemli karakterleri okurla tanıştırıyor. Şeyh Safiyüddin aldığı telkin üzerine Gilan’a gider ve orada Şeyh Zahid’in kızıyla evlenir. Şeyhin ölümüyle tekkenin başına geçer. Bu tarihten itibaren tekkenin adı Safeviyye olarak anılır. Gündüz, kaynaklara dayanarak tarikatın Şiileşmesini Şeyh Cüneyd’in kişiliğinde ve faaliyetlerinde aramanın daha uygun olduğunu belirtiyor. Gündüz, kitabında Şeyh Cüneyd’in temel arayışının siyasal iktidarı ele geçirmek olduğuna değiniyor.

Şeyh Cüneyd, Gündüz’ün Osmanlı kaynaklarından yola çıkarak yazdığına göre, Anadolu’ya gelip dervişlerden oluşan bir heyeti Sultan 2. Murad’a gönderiyor. Kendisine Kurt Beli mevkiinin verilmesini ve irşada Osmanlı topraklarında devam etmek istediğini söylüyor. (S.26) 2. Murad, Çandarlı Halil Paşa ile istişarenin ardından Şeyh Cüneyd’in teklifini “bir tahta iki sultan sığmaz” diyerek reddediyor. Konya’ya gelen Şeyh Cüneyd burada Sadrettin Konevi Dergâhı'nda misafir olur, ancak burada iltifat görmez. Hatta bir tartışma esnasında tarikat geleneklerini sorgulamanın ardından “O ayetler indiğinde siz orada mıydınız” diyerek ortamı gerdiğini hatırlatıyor yazar, bize. Şeyh Cüneyd’in faaliyetlerinden Sünni çevreler zamanla şikayetçi olur. Şikâyetlerin mercii dönemin Memlük sultanlarıdır.

Gündüz, Şeyh Cüneyd’in itibarının Uzun Hasan’ın kızı Hatice Begüm ile evlenmesinin ardından arttığını söylüyor. Fakat yazar, Uzun Hasan’ın, Şeyh Cüneyd’in mutlaka Sünnilik dışı fikirlerinden haberi olduğunu belirtiyor. Gündüz, dönemin önemli tanıklarından Ruzbihan Hunci’nin kaynağına dayanarak, “sapıklar, buzağıya tapanlar, şeytanın askerleri” gibi sıfatlarla andığı Anadolu Türkmenlerinin Şeyh Cüneyd’i ilah yerine koyduklarından söz ettiğini okurlarıyla paylaşıyor.

Türkmenler ve Şah İsmail

Şeyh Cüneyd’in ardından yerine Şeyh Haydar geçiyor. Gündüz, Şeyh Haydar’ın, tekkenin başına geçtikten sonra, günlerini ok ve mızrak uçları, kılıç ve zırh yapmakla geçirdiğini, özellikle Anadolu’dan gelen müritlerini devamlı surette savaşa hazırladığını söylüyor. Şeyh Haydar’ın fetih hareketleri Uzun Hasan’ı rahatsız eder ve onu Tebriz’e çağırarak uyarır. Bu gelişmeler sırasında Şeyh Haydar kendisinden olanları ayırt etmek adına askerlerine on iki dilimli ve kırmızı renkli bir başlık giydirir. Bu dönemden itibaren Safevi tarikatının müritlerine Kızılbaş denmeye başlar. Fakat yazarın belirttiğine göre Uzun Hasan’ın ölümünün ardından Şeyh Haydar fetihlerine kaldığı yerden devam eder. Şeyh Haydar, Akkoyunlarla yapılan savaşta hayatını kaybettikten sonra yerine Sultan Hoca Ali geçer. Hoca Ali’nin tarihte kayda değer bir izi yoktur. O da Akkoyunlular tarafından öldürülür. Yerine ise İsmail geçer. Gündüz, Akkoyunluların, Safevilerin inanç farklılıklarından ziyade güçlerinin kontrol edilemez bir noktaya ulaşmasından endişelendiğine değiniyor.

Tufan Gündüz’ün aktardığına göre Şah İsmail 4,5 yıl zindan hayatı yaşamış. Akkoyunlular tarafından öldürülme ihtimalinden dolayı 6 yıl süren kaçak hayatı onu olgunlaştırmış. Zamanla Şah İsmail’in çevresindeki inanan sayısı artmış. Yine yazarın aktardığına göre, “Safevi Devleti’ni kuran Türkmenlerin ezici çoğunluğu Akkoyunlu ve Karakoyunlu sahasında Safevi tarikatına bağlananlardır.” (S.54) Bu da Şah İsmail’in elini güçlendiriyordu. Burada yazarın okuruna hatırlattığı önemli bir nokta var. O da Osmanlı yönetiminden, devletin merkezileşmesinden ve ayrıca yerleşik hayata geçmelerinin istenmesinden rahatsız olan Türkmenlerin de Şah İsmail’in mehdici propagandasından etkilenerek onun yanına geçmeleridir.

Yazar, bize Venedikli bir tüccarın hatıralarını aktarırken şuna dikkat çekiyor: “Şahlarına büyük bir sevgi ile bağlanmışlardı ki, birinin başına bir bela gelse Allah yerine Şah’a dua ediyor, savaşta zırhsız ve belden yukarısı çıplak olarak savaşıyor ve ‘Şah! Şah!’ diye bağırıyor, canlarını onun yolunda vermeyi kendileri için bir şans addediyorlardı. Hatta bazıları onu Tanrı gibi görüyor ve asla ölmeyeceğini düşünüyordu.” (S.59)

Şah İsmail’in etki alanı genişliyor

Şah İsmail’in karizmatik liderliği ve savaşçı özelliğiyle Safeviler sınırlarını zamanla genişletir. Tebriz, Bakü, Diyarbakır alınır. Fakat Gündüz, Şah İsmail’in esas meselesinin sınırlarını genişletmek değil, Şiiliği ilan etmek olduğunu belirtiyor. Kitabın önemli başlıklarından biri “Şah İsmail ve Şiilik”. Yazar bu başlık altında, nüfusunun önemli bir kısmının Sünni olduğu Tebriz’de halkın, ‘biz Şii padişah istemiyoruz’ demelerine aldırmadan ezanı değiştirdiğini, Hz. Ali dışında diğer halifelere, Emevi ve Abbasilere lanet okuduğunu, Sünniler gibi namaz kılanların başını kestirdiğini anlatıyor. Bu durum kesin ayrılıklara da sebep oluyor. Topraklarındaki Sünnileri bu şekilde bastırıyor. Önemli Şii ulemayı İran’a göndererek bu coğrafyanın Şiileşmesini sağlıyor.

Zamanla iyice güçlenen Şah İsmail, Akkoyunluları ortadan kaldırır ve Osmanlı tahtında oturan 2. Bayezıd, Şah İsmail’e elçiler gönderir. Yazar burada okuruna, askerlerinin Şah’a bağlılığını gösteren bir olayı kaynağından aktarıyor. “Ordusuna geçit resmi yaptırdıktan sonra Şah’a bağlı olanların kendilerini minareden atmaları istendi. Kızılbaşlar bu emre kayıtsız uyup sırayla minareye çıkıp aşağıya atlamaya başladılar. Yüzden fazla kişi atlayıp, çok sayıda kişi de atlamak için sıraya girince Osmanlı elçisi gördüğü manzara karşısında dehşete kapılıp, gösterinin durdurulmasını rica etti.” (S. 83)

Yazar, 2. Bayezıd’ın, bu durum ve Şah İsmail’in sınırlarını genişletmesine rağmen ona yeterince karşılık vermediğini belirtiyor. Zira bu süreçte Şah İsmail, Bağdat’ı alıp Özbekleri mağlup ediyor. Ardından Osmanlı’yı çok yakında ilgilendiren ve Teke’de başlayan Şah Kulu isyanı ile Şah İsmail’in alanı biraz daha genişliyor.

Sultan 1. Selim ve Şah İsmail

Trabzon’dan Teke’ye gelen ve isyanı bastıran Yavuz Sultan Selim kısa bir süre sonra da Osmanlı tahtına geçti. Yazara göre, tahta geçen Selim’in ilk işi Safevi problemini ortadan kaldırmaktı: “Safevilerin, Osmanlı topraklarındaki Kızılbaşları İran’a davet etmeleri ve bu yolda girişimlerde bulunmaları; Şah İsmail’in 2. Bayezıd’ı sık sık aşağılaması ve nihayet ona Şeybek Hanı’nın başını göndererek dolaylı olarak tehdit etmesi İran ile yapılacak savaşın belli başlı sebeplerini teşkil ediyordu.” (S. 116) Nitekim savaş hazırlıkları başlar. Ardından iki hükümdar da birbirlerini savaşa kışkırtacak mektuplar gönderir. Yazar bu mektuplaşmalar sürecinde tarihte çok tartışılan bir noktaya değiniyor. O da yaklaşık kırk bin Kızılbaşın öldürülmesi… Yazar, devlet tarafından ileri gelen Kızılbaşların öldürülmesi yönünde bir emir çıkarıldığını, İdris-i Bitlisi’nin de bunu kaydettiğini söylüyor. Buna karşılık yazarın değindiği esas nokta, Anadolu’daki olayları takip eden Safevi kaynaklarından hiç birinde Kızılbaşlara yönelik sistemli bir katliamın yapıldığından söz edilmemesidir. Yazar, Kızılbaş topraklarının Osmanlı’da sınırlı olduğunu ve Teke’deki isyan sırasında önemli bir kısmının İran’a gittiğini hatırlatıyor. Yazar ayrıca, “vergi defterlerinde bu denli bir nüfus kaybının varlığına dair bir iz yoktur. Eğer katliam gerçekleşmiş olsaydı, en iyimser ihtimalle yüzlerce köyün haritadan silinmiş olması gerekirdi” diyerek tarihsel coğrafyaya gönderme yapıyor.

Savaş hazırlıklarının ardından iki ordu Çaldıran’da karşılaştı. Şah İsmail’in ordusu dağılınca o da kaçtı. Yazar bu savaşta Osmanlı ordusunun da beş bin kadar kayıp verdiğini yazıyor. Peki, Safevilere büyük darbe indiren savaşın ardından Şah İsmail ne yaptı? Tufan Gündüz’ün belirttiğine göre, Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim’e barış adına elçiler gönderdi. Selim ise buna itibar etmeyip elçileri hapse attırdı. Şah İsmail kaybettiği yerleri geri almak için herhangi bir çaba sarf etmedi. Selim ise, Doğu coğrafyasını önemseyerek tampon bölge oluşturdu. Selim’in yeniden saldırmasından çekinen Şah İsmail Avusturya’ya müttefiklik adına elçiler gönderdi. Lakin elçiler ulaşmadan Şah İsmail hayatını kaybetmişti.

Sonuç olarak, Tufan Gündüz bu coğrafyanın tarihinde önemli bir yer teşkil eden Şah İsmail’i dönemin kaynaklarından yararlanarak yazmış. Şah İsmail gerçeğini ve bıraktığı izi merak edenler için önemli bir kitap…

Sedat Palut yazdı