Yüce dinimizin fakir komşuyla zengin komşu arasındaki dengeyi sağlayan ve sosyal adaletin gerçekleşmesine dayanak olan vecibelerden biri olan Kurban, hicretin ikinci yılında Müslümanlara meşru kılınmıştır. Kurban, mali ibadetlerden birisidir. Bu, Cenab-ı Hakk'ın ihsan buyurduğu varlığa karşı bir şükran borcudur. Meşruiyeti yani dinî dayanağı: Kur'an-ı Kerim, Hadis-i Şerif ve İcma-i Ümmet ile sabittir.

Kurban'ın meşru kılınmış bir ibadet olduğuna dair Kur'an-ı Kerim'de deliller bulunmaktadır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Rabbin için namaz kıl ve nahr yap, kurban kes!" (Kevser Suresi, 2)

Tercih edilen bir tefsire göre; ayet-i kerimede geçen namazdan maksat: Bayram namazı, nahrdan da maksat: Kurban kesmektir. Yukarıda zikrettiğimiz Saffat Suresi: 107. ayet-i kerimesinde; Hazreti İbrahim'in (a.s.) oğlu Hazreti İsmail'in (a.s.) yerine bir koçun, Allah tarafından kendilerine fidye, kurban olarak verildiği açıkça bildirilmektedir. Ayrıca diğer bazı ayet-i kerimelerde de kurban ibadeti ile ilgili hususlar mevcuttur. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Onlardan yiyin ve eli dar olana ve yoksula yedirin!" (Hac Suresi, 28) 

"Biz, her ümmete, Kurban kesmeye uygun hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah Teâlâ'nin adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlâh'tır. Öyle ise O'na teslim olun. Ey Muhammed! O ihlaslı ve mütevazı in sanları müjdele!" (Hac Suresi, 34)

"Biz büyük baş hayvanları da sizin için Allah Teâlâ'nın dininin işaretlerinden, kurban kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah Teâlâ'nın ismini anınız ve kurban ediniz. Yan üstü yere düştüklerinde ise artık canı çıktığında onlardan hem kendiniz yiyin hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik." (Hac Suresi, 36)

"Onların ne etleri ne de kanları Allah Teâlâ'ya ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır." (Hac Suresi, 37)

Bu ayet-i kerimelerde zikredilen hayvan kesiminin, et ihtiyacı temini için kesilen hayvanlar olmadığı, bunların ibadet amaçlı birer uygulama oldukları gayet açıktır. Et ve kanların Allah Teâlâ'ya ulaşamayacağının, asıl olanın ihlas ve takva olduğunun bizzat ayet-i kerimenin metninde yer alması bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Görülüyor ki: Kurban ibadetinin dini delillerinin Kur'an-ı Kerim'de bulunmadığını iddia etmek ve Allah Teâlâ'nın bu çeşit bir emrinin olmadığını ileri sürmek tamamen yanlıştır.

Kurban ibadeti hicretin ikinci yılında eda edilmeye başlanmış ve Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz de kurbanı bir ibadet olarak kabul etmiş ve bizzat kendisi de on yıla yakın bir süre hep kurban, udhiyye kesmiştir, hiç terk etmemiştir.

Ebu Bekre'den (r.a.) rivayete göre: Resulullah (s.a.) Efendimiz hutbe okudu ve minberden indikten sonra iki koç getirterek kesti.[1]

Enes b. Malik (r.a.) diyor ki: Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz, iki alaca semiz koç kurban kesti. Ayağını yanlarına basarak: "Bismillah" deyip tekbir aldığını gördüm. Sonra onları kendi elleriyle kesti.[2]

Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) Efendimiz ile beraber açık hava namazgahında kurban bayrami namazında bulundum. Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz hutbesini bitirince minberinden indi ve bir koç getirdi. Resulullah (s.a.) Efendimiz, o koçu kendi eliyle kesti ve keserken: "Bismillah! Vellahü ekber! Bu koç, benim ve ümmetimden kurban kesemeyenler içindir!" buyurdu.[3]

Celebe b. Sühaym'den (r.a.) rivayete göre adamın biri, Abdullah b. Ömer'e (r.a.): "Kurban hakkında vacib, farz mıdır?" diye sordu. Abdullah b. Ömer (r.a.): "Resulullah (s.a.) Efendimiz ve Müslümanlar kurban kestiler!" dedi. Adam, aynı suali, Abdullah b. Ömer'e (r.a.) tekrar edince o şöyle dedi: "Ne dediğimi anlamıyor musun? Resulullah (s.a.) Efendimiz ve Müslümanlar kurban kestiler, diyorum!" [4]

Cabir b. Abdullah'tan (r.a.) rivayete göre Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz: Veda Haccında Cemre-i Akabe, büyük şeytanı taşladıktan sonra, kurban yerine giderek kendi eliyle altmış üç deve boğazladı. Sonra bıçağı Hazreti Ali'ye (r.a.) verdi. Geri kalanını da O boğazladı.[5]

Cabir b. Abdullah'tan (r.a.) rivayete göre: Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz, Veda haccında kurban edilmek üzere 100 deve getirtmişti. 63 yaşında olduğu için her bir senesi için birer deve kurban olmak üzere bizzat kendisi kesmiş, geri kalanları da Hazreti Ali'ye (r.a.) kestirmiştir. Sonra her bir deveden bir parça alındı. Beraberce pişirildi. Sonra etinden yediler ve çorbasından içtiler."[6]

Hazreti Aişe (r.a.) validemizden rivayete göre, Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz, Kurban bayramında, Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu şöyle ifade buyurmuştur: "Adem oğlu, Kurban Bayramı günü Allah Teâlâ katında kurban kesmekten daha sevimli hiçbir amel yapmamıştır. Gerçekten o kurbanlık hayvan, kıyamet günü boynuzuyla, tırnaklarıyla ve kıllarıyla birlikte gelir. Kurbandan akan kan daha yere düşmeden Allah Teâlâ yanındaki yerini alır. O halde, kurbanın sevabı böyle olunca, kurban kesmekle kendinizi hoş ve müsterih tutun." [7]

Bu hadis-i şerif, kurban bayramı gününde yapılabilecek en kıymetli, en makbul ibadetin kurban kesmek olduğunu belirtmektedir. Ayrıca hadis-i şerifte, kurbanın boynuz, kıl, tırnak v.b. işe yaramaz gibi gözüken kısımlarının bile kıyamet günü ortaya çıkacağının zikredilmesi, kurbandan hâsıl olacak olan sevabın büyüklüğünü belirtmektedir.

Kesilen kurban eksiksiz olarak kıyamet günü geleceğine, yani her bir parçasından sevap hasıl olacağına göre, onun, imkân nisbetinde eksiksiz ve mükemmel olması ve gönül hoşluğu ile, sevinerek kesilmesi gerekir.

Kesilen kurbanın kanının daha yere düşmeden Allah Teâlâ katında bir mevkiye ulaşması, Allah Teâlâ'nın kurban ibadetinden razı olacağını, kurbanın, Allah Teâlâ katında makbul bir ibadet olduğunu ifade eder.

Öyle ise kulun; böylesine kıymetli bir ibadeti istemeyerek, cimrice düşüncelerle değil, gönül hoşluğu ile, sevinçle yapması kurban emrini yerine getirmek hususunda iştiyak ve heyecan duyması, bayram yapması gerekir. Resulullah (s.a.) Efendimiz işte bu noktaya irşad buyurmaktadır. Zeyd b. Erkam (r.a.) şöyle demiştir. Resulullah (s.a.) Efendimizin ashabı: "Ya Resulullah! Şu udhiyyeler yani bayramda kesilen kurbanlar nedir?" dediler. Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz: “Babanız İbrahim’in sünnetidir" diye cevab verdi. Sahabiler: "Peki, kurbanlarda bizim için ne sevap var ya Resulullah!" dediler. Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz: “Her kıla karşılık bir hasene var" buyurdu. Sahabiler: "Ya yün yani kesilen kurban koyun, kuzu olunca sevap nasıl?" dediler. Resul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz: “Yünden beher taneye karşılık bir hasene vardır" buyurdu.[8]

Mihnef b. Süleym'den (r.a.) rivayete göre Resulullah (s.a.) Efendimiz:"Ey insanlar! Her sene ev halkına kurban kesmek gereklidir.” buyurdu.[9]

Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayete göre Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz: "Varlıklı, mali durumu kurban kesmeye müsait olup da Kurban Bayramında kurban kesmeyen kimse bizim namaz kıldığımız yere sakın yaklaşmasın!" [10] buyurmuşlardır.

Evet kurban kesme imkanı olduğu halde şu veya bu bahanelerle bu görevini yerine getirmeyenler için bu hadis-i şerif tehdit olarak kafidir. Bu, ağır bir uyarıdır. Çünkü Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz, Allah Teâlâ'nın verdiği mal bolluğu içinde iken Allah Teâlâ'nın yolunda, O'nun rızası için bir kurban kesmemek cimriliğini gösteren kimsenin, İslâm topluluğu içinde yerinin olmadığını beyan etmişlerdir.

Kurban kesmenin meşruiyeti üzerinde bütün müctehid imamlar icma, fikir birliği etmişlerdir. Binaenaleyh Kurban kesmek: Hanefi mezhebince vacib kabul edilmiştir.[11]

Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmenin vacip olduğunu kabul edenler, sadece Hanefiler değildir. İmam Evzai, Leys b. Sa'd ve İmam Malik de kurbanın vacip olduğu görüşündedir. Çünkü böyle büyük bir uyarı, ancak vacip olan bir ibadetin terki için yapılır. Yani kurban vacip olmasaydı onu terk eden için Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz böyle buyurmazdı. Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının hükmü sünnettir.

Yukarıda sıralanan ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere; kurban, hiçbir şekilde vazgeçilmemesi gereken sosyal yönü ağırlıklı bir ibadettir.

Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz, Ashab-ı Selef-i Sâlihîn, 15 asır boyunca her asırda yaşamış olan evliyaullah, fukaha, süleha, kâmil mürşidler Kurban Bayramında kurban kesmişlerdir. Bu konuda büyük bir icma ve tevatür vardır. Milletimizin de, diğer İslâm toplumlarına göre kur- ban ibadetine çok daha önem verdiği ve bunu bir sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya dönüştürdüğü memnuniyetle müşahede edilmektedir. Bu güzel ibadeti, sonsuza kadar da bu şekilde devam ettireceğine olan inancımız tamdır. Kurban ibadetine yapılan itirazların dinî, aklî, hikemi hiçbir kıymeti yoktur.

Bazı kimselerin dinî konularda, Şeriat ve fıkıh hükümlerine aykırı olarak beyan ettikleri görüşler, yaptıkları bâtıl itikadlar Müslümanları bağlamaz. Çünkü bu kimseler icazetli din âlimi değildir. Onlar Müslüman oryantalistlerdir. Ehl-i Sünnet itikadına sahip olan Şeriat ve fıkıh sınırlarını zorlamayan şahısları tenzih ederiz. Lakin zındıklık yapan "İlmihal Müslümanlığı yanlıştır. Peygamber ölmüş ve işi bitmiştir, sünnet din kaynağı değildir..." gibi hezeyanlar sarfeden kimselere kesinlikle kulak verilmemelidir.

Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimizin sünneti İslâm dininin ana kaynaklarındandır. Kur'an-ı Kerim'de tafsilatlı olarak beyan buyurulmamış din hükümleri sünnet ile, mütevatir ve sahih hadîslerle anlaşılır. Mesela Kur'an-ı Kerim'de sabah namazının sünneti hakkında bilgi yoktur, biz Müslümanlar bunu sünnetten öğrenir ve uygularız. Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimizin sünneti, hadisleri de bir nevi vahiyle gelmiştir. Usûl-i fıkıh kitaplarında bu konuda aydınlatıcı bilgi bulunmaktadır.

Ehliyet, selahiyet ve icazetleri olmadığı halde bâtıl fetvalar verenler, yanlış ictihadlar yapanlar boşuna uğraşmaktadır. Onlar kaybedilmiş davaların fuzuli avukatlığını yapıyor.

Halkın, bilhassa çağdaşlaşmış ve yabancılaşmış kesimin dinî kültürü, ilmihal bilgisi yok. Kafa karıştırmak kolay. Kolay da, vebali ağır. Yarın Mahkeme-i Rûz-i Ceza'da, Rabbü'l-alemîn'in huzurunda ne cevap verecekler?

Kur'an-ı Kerim'de yokmuş, vacip değil, sünnetmiş... Falan, filan... Vacib de olsa, sünnet de olsa Müslümanlar kurban ibadetini edaya devam edecektir.

Hazreti Peygamber (s.a.) Efendimiz kurban kesmemiş,.. Doğru değildir bu iddia. O, kesmiştir. Ashab-ı Kiram hazeratı kesmiştir. Tabiîn kesmiştir, Selef-i Sâlihîn kesmiştir, Eimme-i müctehidin, müctehid imamlar kesmiştir, onbeş asır boyunca ulemâ-i âmilin, kâmil mürşidler, evliyaullah hep kesmişlerdir. Bu konuda öyle kuvvetli bir icma ve tevatür vardır ki, bütün reformcular karşı çıksa, hiçbir hükmü olmaz. Biz dinimizi hokkabaz kılıklı reformculardan öğrenecek değiliz. Şeriat, fikih, ilmihal kesilecek diyorsa, keseceğiz. Lamı-cimi, kafı- kefi yok...

Kurban, Allah Teâlâ'nın emridir, Resulünün emridir, ulemanın ve evliyaullahın emridir. Kestiğimiz kurbanlar, bizim onları Allah için kesmemizden razıdırlar. Yarın Rûz-i Ceza'da bize şahitlik edeceklerdir. Kurban ibadetinin, kesilen kurbanların esrarı bulunmaktadır. Zaten her ibadetin esrarıvardır. Kurban keselim, kendimizi ve çoluk çocuğumuzu emniyete alalım.

Müslümanlar kurban vacibesini eda etmezlerse felaketler, uğursuzluklar, afetler sökün eder. Kurban kanı dökülmezse Allah saklasın başka kanlar dökülür.

Mevrid-i nasta ictihad yapılamaz. Kurban konusunda Kur'an, Sünnet, Şeriat ne diyorsa o mutlaka yapılmalıdır.

Kendimizi, çoluk çocuğumuzu, vatan ve milletimizi felaketlerden ve afetlerden korumak istiyorsak namazı kılalım, kurbanı keselim, zekat farzını dosdoğru ve yerli yerinde eda edelim, azgınlıklardan uzak duralım, lüks ve israftan kaçınalım.

Kurban bayramında ülke kan gölüne dönüyor diyen dinsizler büyük çelişki içindedir. Gitsinler mezbahalardaki duruma baksınlar, zavallı hayvanlar ne kadar acımasız, gaddar bir şekilde kesiliyor, görsünler ve insanlıklarından utansınlar.

Her gün kanlı biftek, pirzola, cızbız köfte, rosto yiyecekler, sonra da Müslümanların kurban kesmesine vahşet diyecekler. Bu kadar insafsızlık olmaz.

Bir kimsenin üzerinde zekât, hac, sadaka-i fıtır, yemin kefareti ve kurban borcu olduğu halde vefat edip bu borçlarının ödenmesi için malının üçte birini vasiyet etse, ki ancak malının üçte birini vasiyet edebilir; malının üçte biri, yeterse borçlarının tamamı ödenir. Ancak malının üçte biri, vasiyet ettiği borçlarını ödemeye yetmediği takdirde önce zekât borcu ödenir.

Çünkü bu borçları içersinde en önemli olamı zekâttır. Bu borcu ödedikten sonra malı artarsa haccı yaptırılır. Bundan sonra fitre borcu ödenir. Daha sonra da yemin keffâreti verilir ve en son mali kalırsa kurban borcu ödenir.

Mehmet Talu

Lalegül dergisi, Sayı 20

DİPNOTLAR

[1] Tirmizi, Edahi: 19

[2] Buhari, Edahi: 9,14; Müslim, Edahi: 17

[3] Tirmizi, Edahi: 19,20

[4] Tirmizi, Edahi: 11

[5] Müslim, Hac: 1218; Ebu Davud, Menasik:56

[6] İbn-i Hibban, Hac:19, No:3943

[8] Tirmizi, Edahi: 1; Ibn-i Mace, Edahi: 3

[9] İbn-i Mace, Edahi:3; Ahmed b. Hanbel, 4/368

[10] Tirmizi, Edahi:18; İbn-i Mace, Edahi:2

[11] İbn-i Mace, Edahi:2; Ahmed b. Hanbel, 2/321

[12] Serahsi, Mebsut, 12/8, Kâsâni, Bedayi, 5/61-62