Osmanlı Devleti'nin yıkılışıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması arasındaki bağ oldukça kuvvetlidir. Bu bağ kültürel, siyasal, sosyal ya da ekonomik açıdan ele alınabileceği gibi dinî yönden de ele alınabilir. Osmanlı toplumunda, din öğretimi dergâhlar, tarikatlar ya da tekkeler aracılığıyla veriliyordu. Bu kurumların da devletin resmi kademeleriyle birinci dereceden ilişkileri vardı. Osmanlıdaki sufi geleneğin yeni devlete nasıl aktarılacağı önemliydi. Tarikat mensupları, Cumhuriyet Türkiye'sinin laiklik politikalarına nasıl adapte olacaktı?
Tekkelerin kapatılması ile birlikte tasavvuf çevrelerinde sükûnet ve muhalefete yönelik iki ana eğilim ortaya çıkmıştı. Nakşibendîler muhalif ve aktif tavırlarıyla bilindi. Buna rağmen Mevleviler, Bektaşiler ve son dönem Melamileri yeni rejimin öncelikli muhalifleri değildi. Ancak bu muhalefet veya teslimiyet zamanın hâl ve şartlarına göre sıkça değişiyordu. Mevleviler, Osmanlı devletinden bile eski bir tarikattır. Bu özelliklerini de yönetim üzerinde sıkça kullanmışlardır. Abdulbaki Gölpınarlı da “Mevlevilik XVII. yy.dan itibaren âdetâ bir devlet müessesidir.” demiştir. Yaklaşık yedi asır, Mevlevilerin yönetimle olan ilişkiler hep kusursuz olmuştur. Keskin çıkışlar yapmamanın yanında musiki, sema ve şiire dayanan tasavvuf anlayışlarıyla yöneticilerin ilgisini sıkça çekmişlerdir. Osmanlı yönetimiyle Mevlevileri karşı karşıya getiren mesele, Ehl-i Sünnet'e sadakatlerinden şüphe duyulmasıydı. 1826'da resmen kapatılan Bektaşi tarikatı ise, yeni kurulan cumhuriyette bile resmi olarak tanınma umutlarını elde edemediler. Melamilerin bir kolu olan Nuriyye Melamileri ise, sultanın ve toplumun tepkisini çekmekte Bektaşilerden daha ilerideydiler.
Osmanlı'da Tek Heteredoks Tarikat
Devletin XVI. yy.dan beri tanıdığı tek heteredoks tarikat olan Bektaşiler, II. Beyazid döneminde merkezi yönetimin himayesine resmen girmiş oldu. Osmanlı için bir tehdit oluşturan Safeviler varlıklarını sürdürdükleri sürece, Osmanlı'nın bu düzenlemesi elzem olarak görünüyordu. Bektaşiler de, bütün ömürlerini tekkelerde geçiren tarikatlardan değildi… Tarikat da olsalar, onların da dünyevi arzuları, ihtirasları vardı. Sanıldığından çok daha fazla siyasete karışan şeyhleri olmuştur. Fakat siyasi kaygı gözetilerek kapatılan tek tarikat Bektaşiler'dir. Kapatılmalarına bir sebep de, ehl-i sünnet inancından farklı hareket ediyor olmaları olarak tarih kayıtlarına geçmiştir.
Osmanlıdan Cumhuriyete Sufi Geleneğin Taşıyıcıları
Yazının bu kısmına kadarki bölümü, geçtiğimiz ay okurla buluşan, "Osmanlıdan Cumhuriyete Sufi Geleneğin Taşıyıcıları" isimli kitapta, altını çizdiğim satırlardan derlediğim cümlelerden meydana getirdim. Hacettepe Üniversitesi'nden Doç Dr. Rüya Kılıç'ın hazırladığı bu kitap, Osmanlının son dönemiyle, Türkiye'nin ilk yıllarını içine alan 30 yıllık bir dönemden söz açıyor. Mevleviler, Bektaşiler, Nakşibendîler ve Melamiler ele alınarak yorumlanan bu kitap, oldukça önemli bilgiler içeriyor. Malum olduğu üzere, son yüzeli yıllık tarihimizde din kavramı, tartışıla tartışıla bitirilemedi. Günümüzde dahi, din merkezli tartışmaların sonu gelmiyor. Hâlâ tarikat, tekke, dergâh kavramları felaket tellallığına tutunarak yaşayan birtakım insanların ağzından düşmüyor. Bu kitapta, bu dört tarikat üzerinden, bir devrime giden toplumun dine bakışı anlatılıyor. Bu tarikatların, siyasetle ilişkileri, Osmanlı'nın yıkılışından sonra laik sistemle karşılaştıklarında aldıkları tavır, harf inkılâbı, siyasal cinayetlerin tarikatlarla ilişkilendirilmesi gibi birbirinden kritik tartışma sahaları inceleniyor.
Gelenek Bir Tane midir?
“Gelenek mi? Gelenekler mi?” başlıklı bölümde bu dört tarikatın künyelerinden söz açılıyor. Her tarikat ayrıntılarıyla anlatılıyor. Osmanlı toplumu içindeki siyasal ağırlığından uzun uzadıya bahsediliyor. Osmanlıdan önce sufi gelenek denildiğinde, bir değil birden çok gelenekle karşılaşıldığı tezi bu bölümde öne çıkıyor. “Modernleşme-İtaat-Muhalefet” başlıklı bölümde de, Bektaşilerin mason localarıyla ilişkili oldukları iddiasını, dervişlerin hizmet için gazete çıkarmalarını ve cemiyet kurmalarını, Halidiler'in II. Abdülhamit'i nasıl desteklediklerini, şeyhlerin yeni yönetime uyum konusunda çektikleri sıkıntılarını okuyabilirsiniz. “Yeni Rejim-Eski Tarikatlar-Tekkesiz Şeyhler” adlı bölümde daha ziyade şahıslar üzerinden bir anlatıma gidilmiş. Cumhuriyet'in ilanının tarikatlar üzerindeki etkileri ve o meşhur bir gecede Latin alfabesinin kabulüyle “cahil” kalan ulemanın düşünce dünyasından dökülen sesler okuyanda derin izler bırakıyor. O ân, düşünmenin ne kadar da zor olduğunu fark ediyor insan. Hatırlamanın da!
Şapka Devrimi
Bu yeniliklerle beraber yeni laik rejimin sembolü olan Şapka Devrimi de bu bölümün ağırlığını oluşturan meselelerden. Cumhuriyet'in ilanından sonra Mevlevi âlimlerden Veled Çelebi'nin, Abdülhalim Çelebi'nin, Abdülbâki Baykara'nın, Tahirü'l Mevlevi'nin ve daha nicelerinin yeni siyasal sisteme karşı aldıkları tavrı da bu bölümden takip etmeniz mümkün. Bu isimlerden Abdülbâki Baykara'nın isyan bayrağını çekişini ve laik sisteme karşı muhalefetini okurken onun o yıllarda yazdığı bazı hiciv dolu şiirleri de görmeniz mümkün. Bakın Baykara o şiirlerinden birinde neler diyor:
Semâ-ı Mevlevî-yi terk edip öğrenmedim dansı
Selanik dönmesinden de beter bir Müslüman oldum
O dönemde bunun gibi harf devrimine, şapka kanununa ve diğer devrimlere yazılan şiirler, hiciv edebiyatımızın eşsiz örneği olabilecek şiirleri hafızasına almıştır.
Referans İsmail Kara…
157 sayfalık kitabın bazı kısımlarında sayfalarca satır altı çizdiğim oldu. Osmanlı'nın ağrılı yıkılışı, cumhuriyetin sancılı doğumu, sufi gelenek üzerinden bu kitapta hakkıyla verilmiş. Rüya Kılıç'ın önsözde ifade ettiği gibi, çalışmasına, Mustafa Kara, İsmail Kara, Yaşar Ocak gibi bu sahada özel bir anlam yüklenmiş hocaları referans göstermesi de ayrıca dikkatimizi çekti. Türkiye'nin bugününü anlamanın yolunun bu kitapta anlatılan dönemden geçtiğine inananlardansanız bu kitabı okumalısınız derim. Acizâne…
Kitap Dergâh Yayınları'ndan okura sunuldu. Bu kitabın ardından, İsmail Kara'nın yine Dergâh'tan çıkan "Cumhuriyet Türkiye'sinde Bir Mesele Olarak İslam"ını okumak bana büyük bir işmiş gibi geliyor.
Yakup Öztürk yazdı
yazınızı büyük bir ciddiyetle okudum, bende birkaç yerin altını çizmek isterdim fekat monitörüm buna müsait değil. Yazının girişinde osmanlının yıkılı ile t.c'nin kuruluşu arasında büyük bir bağ var demişsiniz, şüphesiz büyük bir bağ vardır fekat bu kitap doğrulutsunda kast edilen büyük bağ nedir??, kitap olayların tam içine girememiş zannımca, tam da budur bizim kimlik sorunumuz, medeniyet sorunumuz, ufuk sorunumuz.