İkinci olarak, Türkçede üretilen kelamı gündeme getirmesi açısından da önemlidir. Üçüncü olarak bir yayınevinin böyle bir kitap yayımlaması da takdire şayan bir gelişmedir.
Hülya Alper kelam ilmi ile ilgili olanların bildiği/tanıdığı bir isim. İslâmî ilimlere, okumaya, öğrenmeye çocukluğundan itibaren merak duymuş ve bunun neticesinde Kelâm ilminde karar kılmış. Bunun nedenini ise şöyle açıklıyor: “Usûli'd-Dîn'i temsil ediyor kelâm, dinin bel kemiğini dolayısıyla. Ve bu anlamda Kelâm'ın doğuş sebeplerini düşündüğümüzde, İslâm'ın, dinin savunucusu misyonunu üstlenmiş. Zaten başlangıçta da dînî duygularla, dini öğrenmek, dînî bir hayatı daha iyi yaşayabilmek için bu bölümü seçtiğim için Kelâm bana çok uygun göründü. Ve hâlâ da uygun olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan dini sadece belirli formlarda değil ruhunu da anlayarak; felsefesi, dünya görüşüyle birlikte İslâm'ı iyi kavrayarak; ona göre hem kendi hayatımızı şekillendirmek, hem de toplumsal hayatın şekillenmesine bir katkı sağlamak için en iyi bölüm olduğunu düşünüyorum.”
Uzun yıllar Marmara Üniversitesi Kelâm Anabilim Dalı'nda çalışmış ve çeşitli eserler üretmiş olan kelamcılarımızdandır. Özellikle Kelâm ilminin değişik konularındaki çalışmalarıyla tanınmaktadır. Ama yine de birkaç cümleyle, kısaca kendisinden söz etmek yerinde olacaktır.
Kelâmcının hayat güzergâhı
Öğrenciliğimde Haksöz dergisindeki yazıları ile tanıdığım Hülya Alper 1993 yılında M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı'nda araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. “Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Peygamberin Dindeki Konumu” adlı tezle M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Kelâm Bilim Dalı'nda yüksek lisansını (1993), “Bir Kelâm Problemi Olarak İmanın Psikolojik Yapısı” isimli çalışma ile de doktorasını tamamladı (2000). Sahasıyla ilgili araştırmalar yapmak üzere yaklaşık bir yıl İngiltere'de (1996-1997) bulundu. Ayrıca Kahire Üniversitesi Dârü'l-Ulûm Fakültesi'nde misafir ilim adamı olarak çalışmalar yaptı. 2005 yılında yardımcı doçent 2009 yılında doçent ve 2015 yılında Profesör oldu.
Başlıca eserleri: Bir Kelâm Problemi Olarak İmanın Psikolojik Yapısı (İstanbul: Rağbet Yayınları, 2002), Bendeki Kahire (İstanbul: Kesit Yayınları) ve İmam Mâtürîdî'de Akıl-Vahiy İlişkisi (İstanbul: İz Yayıncılık, 2008) adlı eserleri ve çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır
Akıl nedir? Bilgi edinme yollarından biri olarak aklın bir sınırı var mıdır? Akıl karşısında vahiy hangi konumdadır? Akıl tek başına hakikate ulaşma gücüne sahip midir? Yoksa vahye mi muhtaçtır? Akıl ve vahiy arasında ne tür bir ilişkiden bahsedilebilir?
Bu ve benzeri sorulara İmam Mâtürîdî'nin düşünce sistemi içerisinde bir cevap arayışı olarak görülebilecek İmam Mâtürîdî'de Akıl-Vahiy İlişkisi kitabından söz etmek istiyorum Hülya Alper'in. Önce biraz İmam Mâtürîdî'den söz edelim.
Asya'nın kandillerinden bir ilim yolcusu
İmam Mâtürîdî''nin adı, Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed bin Mansur'dur. Asyanın Kandilleri'nden Semerkand şehrine bağlı Maturit Köyü'nde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen İmam Mâtürîdî döneminin ünlü İslam bilginlerinden dersler almıştır. Onun Hanefi mezhebine mensup olduğunu öğrenince şaşkınlık yaşadım. Bu şurdan kaynaklanıyor. İmam Hatip Lisesi'nde Kelâm derslerinde olsun hatta ondan önce olsun İtikatta mezhebimiz olarak öğretilen ve Ehl-i Sünnet'in 2 büyük ekolünden biri olan Maturidilik'in kurucusunun Ebu Hanife'den önce yaşamış olması gerekir gibi bir sanı oluşmuştu bende. İtikadın önce amelin sonra olmasından da kaynaklanan bir sanıydı bu. Kur'an'ı baştan sona tefsir etmiştir ve tefsirine "Kur'an'ın Akılla Yorumu" adını vermiştir. Aslında onun için tefsir kelimesini kullanmak doğru değil. Çünkü tefsirinin orijinal adında te'vil kelimesi geçer. Ona göre tefsiri yalnıza ilk muhataplar yani Peygamberimizin arkadaşları sahabeler yapabilir. Bu bakımdan güzel bir ayrımdır bu. İnanç ve itikatla ilgili yazdığı "Kitabu't-Tevh" adlı eseri, Türkçe'ye çevrilerek yayımlanmıştır İmam Mâtürîdî'nin. Çok sayıda öğrenci yetiştiren İmam Mâtürîdî 944 yılında Semerkand'da ölmüştür.
İlahi Emanet'le İlahi Rahmet kavramak
Pek çok ayette insanların, gerçeğe ulaştıran ve doğru yolu gösteren aklı kullanmasını ve akli temellendirmeye başvurmasını emretmiştir. İmam Mâtürîdî'de, inanç konularını temellendirirken sık sık akla başvurur. Ele aldığı konuları akla uygun bir şekilde izah eder. Ona göre akıl, Rabbimizin bir emanetidir. Ayrıca iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlıdan ayıran bir araçtır. Akıl tıpkı ayet ve hadisler gibi, dinde bir delildir ve doğru bilginin kaynağıdır. İnsanlar iyi ve kötüyü, çirkin ve güzeli aklıyla bilebilir. Duyular ve haber yoluyla bilgi edinirken de akla ve akıl yürütmeye ihtiyaç vardır.
Öte yandan İmam Mâtürîdî'ye göre, Rabbimizin emaneti olan akıl Rabbimizin Neml Suresinde ifade ettiği rahmetle de irtibatlıdır. O Peygamberlerin gönderilişini Allah'ın rahmetiyle açıklar. İmam Mâtürîdî aklın bilgi edinme gücü ve alanının sınırlılığını kabul eder. Bu yüzden akıl eşyayı ve hadiseleri, bütün yönleriyle ve her şeyi teferruatıyla bilemez. Ama bu durum aklı, bütünüyle, güvenilir ve doğru bilgiye ulaştıran bir kaynak olmaktan çıkartmaz. Kısaca İlahi imtihanı kazanmak için bu iki kılavuz vazgeçilmezdir.
Kimse kendisine akıl verilmesini istemez. Oysa önermek, akılsıza akıl vermeye kalkışmak değildir. Akılsız, zaten akıl verilemeyendir. Önermek, akıl edenin akıl etmeyene seslenişi. Akıl etmeyen akıllıysa, Bunu akıl etmemiştim diyecektir
İşte Hülya Alper'in kitabı hem ele aldığı konu bakımından hem de kitabın iç bölümlerinin adlandırılmasında takip ettiği yöntem bakımından oldukça güzel bir çalışma ortaya koymuştur. Kitap sadece ele aldığı konunun doğası yüzünden değil; aynı zamanda, böyle bir konu üzerinde entelektüel kapsama alanının genişliği ve istikameti yüzünden de değerli bir kitap.
Kant paradoksunu aşmak için
Bilindiği gibi, Kant, öncelikle "sanma" (opining), "inanma" (believing) ve "bilme" (knowing) arasında ilginç bir ayrım yaparak yola çıkar. Hatta biz, konuyu biraz daha netleştirmek için, onun temelde "inanç" ile "bilgi" arasında esaslı bir ayrım yapmış olduğunu söyleyebiliriz, sanıyorum. Böylece o, "inanca yer bulmak için bilgiyi inkâr ettim" diyerek ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrı'nın varlığı gibi meselelerin "bilme"nin değil, sadece ve sadece "inanma"nın konusu olabileceğini iddia etmişti.Oysa bizler Rabbimizin rahmetinin bilgisi ile inanırız.Keşke Kant İmam Mâtürîdî'yi okusaydı.
İslâm düşünce geleneği içinde göz ardı edilemez bir yeri bulunan bu büyük düşünürün, akıl-vahiy ilişkisini anlama biçimini kavramak emanetin ve rahmetin yerli yerine oturtulması bakımından son derece önemlidir. Bu sebeple, İmam Mâtürîdî'de Akıl-Vahiy İlişkisi mutlaka okunmalıdır.
Kim olursak olalım, önce kendimizi yetiştirmemiz gerekecek. O zaman akılsızlığın ve rahmetsizliğin gecesinden çıkmamız kolaylaşabilir.
Asım Öz yazdı