Pervari’den Paris’e son günlerde okuduğum en güzel kitaplardan biri oldu. İhsan Süreyya Sırma’yı ablamın kitaplığındaki “Mekke Dönemi ve İşkence” vs. kitapları ile tanıdım ilk. O günlerde kitap 14. baskısını yapmıştı, şimdilerde ise 47. baskısında... Son yıllarda her sene kitap fuarlarında karşılaşmak da nasip oldu İhsan hocayla... Müslümanların Tarihi çalışması bir heyecan uyandırmıştı. Pervari’den Paris’e ise hem hocayı daha yakından tanıma fırsatı hem de birçok açıdan tarihe, ülkemize, bazı isimlere ve çeşitli konulara yakından bakma fırsatı verdi.
Bu yazıda genel olarak kitabı tanıtmak yerine, bir öğrencinin, ilim talebesinin, dil öğrenen bir insanın daha çok ilgisini çekecek konuları bir araya getirmeye çalıştım. Belki bir usul olur, taliplisine, meraklısına.
Zaman konusundaki titizlik ve verilen sözlere riayet
Muhtemelen biliyorsunuz, hoca çok dilli bir insan. Hem Arapça, Fransızca, İngilizce biliyor tercüme yapıp bu dillerde akıcı konuşacak, çalışacak kadar hem de gezileri esnasında kendini kurtaracak kadar başka Avrupa dilleri de tecrübe etmiş.
İlk olarak zaman konusundaki titizliğini anmak isterim. (Aslında bu konuya “titizlik” demek bile bizim halimiz hakkında ipucu veriyor. Hepimizin sahip olması gereken bir özellik artık parmakla gösterilen bir özelliğe dönmüş durumda.) İhsan Hoca zaman ve verilen söze riayette prensip sahibi bir insan. Hayatını okuyunca başka türlüsü mümkün olamazmış diyorsunuz. Mevki, makam sahibi insanların bile verdikleri randevuya geç gelmeleri halinde, hocanın elbette bir süre bekledikten sonra nasıl kalkıp gittiğini okuyorsunuz bir iki defa... Sadece randevular değil; derslerin, seminerlerin başlangıç ve bitiş saatlerine riayeti de öğrencileri üzerinde ayrı bir terbiye unsuru olmuş. Önceleri bu durumundan şikayetçi olan birçok kişi, sonrasında hayatlarını bu disiplinin düzene soktuğu konusunda hocaya teşekkür etmişler.
Zaman konusunu küçük ama önemli bir detayla sonlandıralım. Müslümanın erken uyumak, erken kalkmak gibi bir düsturu olması gerekmesine rağmen “Avrupa’da gece 11.00’de bir evin ışığı yanıyorsa o ya Türk’tür, ya Arap, ya İranlıdır” diyor hoca. Düştüğümüz yerden kalkar mıyız acaba?
Süheyl Ünver’den tavsiye: “Zarf usulü çalış oğlum…”
Okuduklarını, çalıştıklarını düzenlemek, seminerlere-konuşmalara-yazılara hazırlanmak açısından fiş usulü çalışma da önemli bir nokta. Bir gün çeşitli vesilelerle gerekli olacak bilginin, altını çizdiğimiz satırlarda, okuduğumuz metinlerde kalıp unutulmaması için önemli bir metod. İhsan Süreyya Sırma’nın tez hocası Jacques Berque fişle çalışırmış. Her başlık için bir fiş. Muhammed Hamidullah hoca da böyleymiş. Hatta Hamidullah hoca keskin bir hafızaya da sahip olduğu için fişleri oldukça özet olurmuş ve onları okuyan kimsenin pek bir şey anlamayacağını dile getiriyor İhsan Hoca. Hamidullah ise onlara bakar ve uzun uzun anlatırmış.
Süheyl Ünver de aynı metodu tavsiye etmiş vakti zamanında: “Zarf usulü çalış oğlum. Her mevzu için bir zarfın olsun. Mesela, güvercin zarfı... Bir gün enterasan bir makale görürsün, onu keser, oraya koyarsın. Bir gün senden konferans isterler. İçinde ne var diye o zarfa bakarsın, sonra onu doldurur, gidersin. Ben öyle yapıyorum.” Süheyl Hoca’nın Süleymaniye Kütüphanesi’nde 3000 zarfı varmış. İmkan olsa da görsek, okusak...
Hamidullah hocanın “sürekli tebliğ, sürekli” düsturunu anarak bu faslı da kapatalım. Hoca, Allah ve Rasulünü anlatmak için çağrıldığı her yere gitmek mecburiyetinde görür kendini. Tabi öğrencisi İhsan Süreyya Sırma da... Ve öyle de yaparlar...
“Pardon”un düzgün telaffuzu için bir adama 5-6 kez çarpmak
Gelelim yabancı dil meselesine...
Önce tebessüm ettirecek bir hatırayı alalım. Hoca Fransızca öğrendiği günlerde, yanlışlıkla bir adamla çarpışır. Adam “pardon” der ve haliyle çok güzel telaffuz eder. Genç İhsan Süreyya da alış veriş merkezi içinde adamı takip eder ve 5-6 defa daha -bu defa bilerek :)- adama çarpar. Adam bu kasıtı anlamaz, ama her defasında aynı şekilde pardon der. Böylece gün sonunda genç öğrenci bu kelimenin güzel telaffuzunu kapmıştır.
Dil öğrenmeye yönelik tavsiyeler
Dil için kulağı doldurmak lazımdır, diyor İhsan hoca. Bu nedenle de “hem öğrenmek hem de dilini geliştirmek için” fırsat buldukça konferanslara gitmiş.
Paris’te bir camide tanıştıkları Arnavut avukat Ziya amca da “Okulda öğrendikleriniz yetmez, haftada bir gün ben size özel ders vereceğim” der ve fakat bir şartı vardır ki, o da o ne derse yapmalarıdır. Ezber yapmalarını ister Ziya amca. Dil ezberdir, der. Les Thibeaux adlı romanın ilk sayfasını öğrencilerine ezberletir.
Fransızların “Enseigner, c’est apprendre deux fois” (Öğretmek ikinci defa öğrenmektir) diye ifade ettiği usul de önemli bir yer tutuyor dil öğrenirken. Hoca Arapça’yı öğretirken daha iyi öğrendiğini ifade ediyor.
İhsan Süreyya Sırma’nın hayatından öğrenecek daha çok şey var. Bu nedenle “İhsan Süreyya Sırma Kitabı & Pervari’den Paris’e”, özenle ve dikkatle okunması gereken bir eser.
Rabia Gülcan Kardaş