Avlulu evlerin şiirleri: Sekerat

Ahmet Serin, Selim Erdoğan’ın “Sekerat” adıyla 2019 yılında yayımlanan şiir kitabı hakkında yazdı.

Avlulu evlerin şiirleri: Sekerat

Selim Erdoğan’ın 1982 yılından bu yana şiirleri ve öyküleri ulusal edebiyat dergilerinde (Mavera, Kayıtlar, Albatros, İkindi Yazıları, Hece, Dergâh, Melâmet, İtaki, Türk Dili ve Külliye) yayımlanıyor. Erdoğan’ın Hece Yayınlarından çıkmış “Sis” ve “Şeb-i Yelda” adlı iki kitabı var. Şairin yürüdüğü izlek ise aşk, hüzün, efkâr, ölüm korkusu, hasret, dünyada bulunmanın şaşkınlığı ve bitmeyen bir hayret.

Sakin kasabaların mahzun sokakları

Kitaba adını veren “sekerat” kelimesinin karşılığını bulmak için şairin yazdığı ithaf yazısına bakmamız yeterli:

“Kasabalı çocukların, sobaların yanında okumayı çözmeye uğraştıkları, dedelerinin kucağında ağır tütün kokusuna tanık oldukları, ihtimal genç kızların eski bir gazetenin renkli ilavesine dalıp dantelasını unuttukları akşamlarda artık sobalara pamuk kozası atılmıyor, şark bülbülü celal’in yeni çıkmış taş plağını dinlemek için kahvelere doluşmuyor kasabalılar. Çocuklar da çaput bebeklerden anlamıyor artık. Uzun kış geceleri evlerde dor atlardan konuşulmuyor, çocuklar büyük dam evlerin derin ve daracık pencerelerinden, birazdan geçecek 21.45 yük katarının arkasına takılı kapkara vagonları saymıyor artık. Aylardan yaşlıların sıtma illetinden, vebadan, kininden söz açmadıkları aydır. Aylardan harb-i sâni ayları değil. Bu yüzden, istisnasız hemen her sabah kalbini öperek ancak uyanabildiğim anneannemin “demek bir zamanlar bu oyunun içinde biz de varmışız be oğul” ağıtına karşılık “he ya, o oyunda biz de varmışız be anneannem” diyerek bu kitabımı ona ithaf ediyorum. Çünkü ondan bana tevarüs eden hayat omuzlarıma birkaç saka kuşunu kondurdu bile, Anneannem içinse perde açılmış ve başlamıştı sekerat.”

Şiirde karşılığını bulan bir hayat

Hayatının her anı şiirle hemhâldır şairin ve onu izleyenler bilir ki Selim Erdoğan’ın okuyanı dinginleştiren, şiirinden haberdar olanı da asude kılan bir şiir üslubu var. 

Erdoğan’ın bu kitabında uzun sayılabilecek toplam yedi şiir (Kendisi bunları öykü diye kategorize etse de bence şiir) var. Bu şiirler, şairin öteden beri şiir anlayışını sürdürdüğü hayat tarzından ötürü duyuş olarak geleneğe yaslı, dil olarak muhafazakâr şiirler.

Şairin şiirlerine hâkim olan bir fotoğraf var ki o da parke taşla döşeli sokaklar, aşı boyalı avlulu tek katlı evler, tahta büyük dış kapılar, evlerin duvarlarında yankılanan köpek sesleri…

Destan kokulu şiirler

Araya artistik bilinçaltını yoklayan düzyazı metinlerinin de serpiştirildiği bu şiirlerde, epik bir hava kendini hemen hissettiriyor. Bu epik hava, bazen şiir ile düzyazının sınırlarını da zorluyor gibi. Ama bu sınırları zorlayış olumsuz bir durum değil, şairin tahayyül ve tasavvuratını ifade tercihiyle ilgili. Bu metinler Batı edebiyatında “prose poetri” olarak kategorize ediliyor.

Erdoğan’ın şiiri, sürprizlere kapalı hatta öngörülebilir bir şiirdir. Kırk yıla yakın süredir şiirle iç içe olan birisinin şiirleri nasıl olmalıysa Erdoğan’ın şiirleri de öyledir: Durmuş, oturmuş, kendini bulmuş ve işçilikli şiirlerdir bunlar. Bir dost sıcaklığındadır. Öfkeden iz taşımayan, bir Leyla ve Mecnun hikâyesinin girizgâhı sayılabilecek şiirlerdir. Ama asıl vurgulanması gereken, şiirlerinde de kendisini özellikle hissettiren hüzün ve yeryüzünde bulunmanın şaşkınlığının, aşk imgesinin de önünde yer aldığıdır.

Edalı ve işveli sevdalar

Erdoğan’ın şiirleri hep belli bir ritimdedir, sürprizlere yer yoktur bu şiirlerde. Bu yüzden bu şiirleri okurken hiç şaşırmazsınız. Kaynağı geleneğimiz olan bir ırmağın sakin ve duru bir şekilde akıp gitmesi gibi akıp gider dizeler. Bu şiirlerin akışına kendinizi bıraktığınızda, size, yaşadığımız şaşaalı ama zamanı parçalayıp un ufak eden, ilişkileri yozlaştıran bu çağı düşünüp hayıflanmak kalıyor.  Hayıflanırsınız çünkü bu şiirlerin sizi alıp götürdüğü dünya sıcak bir dünyadır; o şiirlerdeki toprak, fesleğen kokan topraktır. Bu şiirlerde sevdalar hâlâ mahrem, ölümler hâlâ acı vericidir. Aşk, olması gerektiği şekilde vardır: Nazlarla, gizliden gizliye sevdalının yüzüne bakmayla, bir gamzenin derinliğine dalarak hayattan yitip gitmeyle…

Kitaba da adını veren “Sekerat” şiirinde yer alan;

“ey akşamın yumuşak koynu

kızıllığın merhametli eğni ey

gidiyorum bir ırmağın sesine doğru

gidiyorum kağıttan uçaklar yapan çocukların yanına

uzun yol otobüslerinin camlarından dışarı

el sallayan anneler gibi gidiyorum

gidiyorum son kez sıkarak kenetlenen ellerimi

uzaklara uzaklara uzaklara yaslanıp

sığınarak gidiyorum

esirgeyen ve bağışlayan

Allah’a gidiyorum bismillah

hu Allah hu Allah hu Allah”

dizeleri okunduğunda Selim Erdoğan’ın nasıl bir dünyada yaşadığı/yaşamayı tercih ettiği anlaşılacaktır. Aslında şairin resmettiği bu dünya, içine doğduğumuz şu çağın insani ilişkileri tüketen, zamanı paramparça eden etkilerine karşı bir dervişin bize sunduğu bir ecza olarak da düşünülebilir. Alıntıladığım bu dizelerde, bir de özellikle son yıllarda iyice uzağına düştüğümüz bir şey daha var: Mevla’ya mümince teslimiyet. Bu teslimiyet, Erdoğan’ın şiirlerinin ana izleklerinden biridir de aynı zamanda. Şair, belki de bir şair sezgisiyle, insanı öğüten bu dünyaya karşı direnmeyi bu teslimiyetle sağlamakta ve bize de bunu öğütlemektedir.

Sekerat, Selim Erdoğan, Ebabil Yayıncılık, 2019.

YORUM EKLE

banner36