Aldım elime kâğıt kalemi, ilhamı da şöyle yanı başıma oturttum. İç sesim durur mu hemen dâhil oldu: İlham mı? Ben tanıyor muyum kendisini… Yok efendim yok, yalnız kalamıyorum.
En başından şunu söylemeliyim ki bu yazı seni oradan oraya savursa da sonunu sen tamamlayacaksın. Hani derdine derman aradığında sürekli şu cevabı duyman gibi: “Biz sana ne yapacağını söyleyebiliriz ancak yapacak olan sensin.” Bunu duyar ve çok teşekkür ederim, ben şuraya ödemeyi bırakıp çıkayım, dersin.
Şimdi seninle bazı sırlar paylaşacağım. Şunu söyleyebilirim ki sanki bir ringde gibi yaşıyorum. Rakiplerim ise şunlar; taleplerim, isteklerim, kader yoluyla gelenler, ailem ve ailemle gelen kan bağlılarım, beni isteyenler, benim istediklerim, rüzgârla savrulup yanlışlıkla önüme düşenler, Kalû Bela’dan selamlaşılanlar, Bostancı’ya nasıl giderimciler, esnaf, iş tanıdıklıkları, heyecan sevenler, aşıklar…
Daha ne olsun…J
Duyan gelmiş.
Etraf kalabalık seyirci de o biçim…
Kaç yıl bu ringde kalacağını bilmezsin ama yine de bir kazanma hırsı sarar seni. Zaman da peşinden kovalar sanki… Ringin kenarında iyileştirici 2/3 dost, belki yol gösterici bir de guru... Düşersen onlara koşarsın, iki pansuman, 3 tatlı söz hoppp tekrar ortadasın efendi.
Hepsi kader mefhumunun yönettiği düzen ve zaman çizelgesinde birer birer veya toplu halde karşına çıkarlar. Bir sabah kalkarsın Tenzile teyze gelmiş elinde fermuar dikilecek eteğiyle, bir akşam bakarsın bir kaptan yürür yolda sana doğru, kalp güm güm güm… Zaman genişledi de bir başka yerden geldi sanırsın, öyle bir güzellik… yaklaşır… yaklaşır… Sonra da geçer yanından, tüh, o yandaki ringe gelmiş… Yanlış alarm…
Hayat böyledir azizim, ringdir. Yuvarlaktır. Kenarlardan basıktır, neden mi? Darbeler alırsın zamanla o iplere vura vura, oyundan da çıkamazsın… İpe ne kadar sert çarparsan o kadar hızla iterler seni içeri. Kendinden emin bir şekilde planlayıp sol yumruğunu sıktığında sağdan darbeyi alırsın; bu böyledir efendim.
Kazanmaz mısın bazen? Elbette kazanırsın, gülüp durursun, günlerce nasıl kazandığını anlatırsın. Videolarını tekrar tekrar izletirsin. Şöyle cümleler dökülür durur dudaklarından: 10. saniyeyi tekrar izleyin, bakın orada çok etkili bir sözlü vuruş yapıyorum.” Toprağına gösteriş biraz fazla konmuş efendim…
Okursun da, yazarsın da… İnsan pek çok şeyi aynı anda yapar ama zamana böler. Yaşarken okursun veya yaşamı okursun. Zaman geçer, yıllar geçer, sen olduğun yerde zıplar, terler, yorulur ve her seferinde daha iyi anlarsın. Büyürsün... Ve bazen bir olgunluk çöker, durursun. Kendi kendine bu iş olmayacak dersin, yandaki ringden kopya çekersin, mesela, Muhammed Ali’yi takip edersin. İyi kopya iyidir, kim ne derse desin… Hımm… Hareketli, dolanıyor rakibinin etrafında, karşısındakini yoruyor ve rakibinin artık yapmaz dediği anda indiriyor yumruğu. İzledikçe öğrenirsin ama kendin olmadıkça da öğrendiğini zannettiklerin üstünde asılı kalır, işe yaramaz, yararsa da ancak ikramladır…
En iyisi mi sen izlediklerini üstüne giy. Okuduklarını ise duy.
Zaman ve efendiler sana öğretirler. Herkes bir yol tutturur. Yolu olmayan savrulur. Bunu da öğrenirsin. Bazen pes edersin, havlu atarsın… Bazen de “Yalnız hanımefendi, sizin attığınız havlu temiz değildi” cümlesini duyarsın ve öyle güzel güldürür ki hayat… Her durumda kabul etmek istemezsin çünkü toprağına itiraz konmuş.
Bu sözlerimi dikkate alır da beni dinlersen; yine kendin olamazsın, etrafı memnun etmeye çalışan biri oluverirsin.
Öğrenirsin efendim öğrenirsin. Bazen öylesi bir güne uyanırsın ki bir değil 10’larcası gelir. Tuttuğunu getirir hayat. Ve sen hepsini öğrenirsin.
Ama hakem de var değil mi maçta? Nasıl en doğru zamanlarda köşelerine itiyor, rakipleri ayırıveriyor. Ceza da verebiliyor üstelik. O olmasa bitmiştik. Kabul edelim: Öyle güzel idare ediyor ki arkadan kopya veren Celal abiyi de görüyor. Yandan çelme takan altını bol Necmiye teyzeyi de…
Âşık da olursun… 25-35 arası aşk, en güzel yerde yemek yiyip hesabın ödenmiş olmasıdır. 25 ile 35 arası aşk, hız trenine binmeden heyecanlanmaktır. Kar yağmadığı hâlde vallahi yağdı diyebilmektir. Ringin spot ışıkları o zaman yanar, görürsün… Bazı aşklar evlilik denen bir şeyle sonlanır, bu sporcunun kemer takması sonra da o kemeri başkasına vermemek için ettiği mücadeledir. Bazısı ise hiç evlenmez o ise; spotlar ne zaman yanacak diye beklemeyi sevendir. Heyecan bu işin olmazsa olmazıdır azizim…
Parça parçadır hayat; aralarda 10-20-30 sayılar geçer. Sayıları güzel melaikeler getirir ve gözünün önünden 10 saniye geçirirler. Ringin ortasında süzüle süzüle yürürler, geçen zamanı hatırlar o kadar oldu mu dersin. Tekrar kalkar koşturursun ev almalıyım... Arabam nerede? Hımmm… Hasibe’nin kızı da evlenmiş. Ay hem de çok zenginmiş adam. Arkadaşın her gün farklı giyinir ona özenirsin. Tatile gider… Tam sen ona yetişmeye çalışırken şiddetli bir Gong sesi daha duyulur, ne oldu demeye kalmadan güzel kız 40 kartını gezdiriverir.
Herkesin bunalıma girmeye hakkı var da benim yok mu; 40 yaş bunalımına elbette gireceğim. Nasıl girileceğini bilmeyen ona da düzgün giremez. Kapısı nerede bu bunalımın? Hep uyuyacak mıyız? Komşu Hikmet abi öyle yapmıştı. İlaç olarak ne alıyoruz… Siz bilmezsiniz küçüktünüz, buraların tozunu attırırdım demelere de başlarsın, hey gidi… Etraftakiler artık üstüne de oynamazlar… Amannn derler o hep aynı hikâyeleri anlatıyor. Evet, kabul et yaşlandın. Ringin minderleri bile soldu. Bak, annenin kanaviçelerini bile beğenmiyor yeni gelenler. Halbuki kolalayıp astığında ne havan olurdu. Kolalamak bile bilmiyorlar belki de… Ben kime ne anlatıyorum…
Neler görmez ki insan yaşadıkça, anlatsam nereye sığsın. Yukarıda da söylemiştim: Ben yazacağım bugün sen devam edeceksin efendim…
Senin ringin nasıl? Destekleyen var mı seni? Yanında akıl verenlerden kimler var? Karşında neler?
Sen de bana yaz azizim…
İkbal Çobanoğlu