Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”[1] Başta Sahabe efendilerimiz olmak üzere müminler öldükten sonra da amel defterlerinin kapanmaması için hadiste müjdelenen bu müstesna kişilerden olmak istemişlerdir.
Yakın tarihimizde bizlere örnek olan hayatını ilim öğrenmeye adamış, peygamber âşığı ve görülen odur ki hadiste müjdelenen müstesnalardan olabilmiş bir zattır, Mustafa Âsım Köksal Hocaefendi. Bazı insanlar vardır ki onlardan öğreneceğimiz şeyleri belki onlarca yüzlerce kitabı okusak öğrenemeyiz. İşte Âsım Hoca da gerek ilmî kişiliği gerek Müslümanlığı ile örnek alınası, hayatı hayatımıza kandil olan büyüklerimizdendir.
Mustafa Âsım Köksal, Kayseri Develi’de doğdu. Babası Hafız Mehmet Edip Efendi, annesi Döne Hanım’dır. Büyük dedelerine nispetle Pîr Velî oğulları diye bilinen bir aileye mensuptur. İlköğrenimini Develi Merkez Numune Mektebi’nde tamamladı. Kayseri Lisesi ve Erzurum Askerî Lisesi’nin giriş imtihanlarında başarılı olduysa da çeşitli imkânsızlıklar sebebiyle bu okullara devam edemedi. Bunun üzerine Develi Müftüsü İzzet Efendi’nin “Mukaddimât-ı Ulûm” derslerini takip etti. 1928’den Haziran 1930’a kadar Develi Ticaret ve Sanayi Odası’nda başkâtip olarak çalıştı.
Dinî ilimler sahasında yüksek tahsil yapmak için Mısır’a gitmek istediyse de muvaffak olamadı. 1933 yılında Ankara’ya gitti. Aynı yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı kâtiplik imtihanını kazandı. Emekli olduğu 1964 yılına kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Evrak Kitabeti Memurluğu, Tahsis Memurluğu, Sicil Şefliği, Yazı İşleri Müdürlüğü, Yayın Müdürlüğü, Hayrat Hademesi İşleri Müdürlüğü, Zat İşleri Müdür Vekilliği, Müşâvere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulu üye baş muavinliği görevlerinde bulundu. 28 Kasım 1998 tarihinde Ankara’da vefat etti ve Bağlum Kabristanı’na defnedildi.
Âkif’in ahdi Âsım’ın cehdi
Safahat’tan etkilenerek 1927’den itibaren dinî manzumeler yazmaya başlayan Mustafa Âsım Köksal daha sonra ilmî çalışmalara yönelmiştir. Çalışmalarının büyük bölümünü Peygamber dönemine ayırmış, anlatımda kısaltma yoluna gitmeyi uygun görmemiş, kaynaklarda kısa geçilmiş konuları ayrıntılı biçimde incelemeyi tercih etmiştir.[2]
1936 yılında, Mehmet Akif’in hasta yatağındayken “Kalkabilirsem Resulullah’ın hayatını nazm edeceğim.” diye ahdettiği ancak vefatı sebebiyle bu büyük şiiri yazamadığını öğrenen Mustafa Âsım Hoca, çok duygulanarak millî şairin bu arzusunu kendisine vasiyet edindi ve “Peygamberimiz” adlı eserini 1944 yılında yayınladı.
Mustafa Âsım Köksal Hoca’nın kıymetli eserlerinden ve yazımızın da ortaya çıkış sebebi olan “Peygamberler Tarihi” bizler için büyük önem arz etmektedir. İki ciltten oluşan bu eserde Kur’an’da adları geçen yirmi beş Peygamberden yirmi dördü yer almıştır. (Peygamberimizi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ayrı bir kitapta ele almıştır.) Müellifimiz, peygamber olup olmadıkları ihtilaflı olan ve Kur’an’da kendilerinden bahsedilmeyen peygamberlerden de bahseder. Böylece toplam otuz altı peygamberin hayat mücadelesini anlatmıştır.
Peygamberlerin soyları, hayatları, şahsiyetleri, üstün kişilikleri, gönderildikleri kavimlere neler tebliğ ettikleri, nasıl karşılandıkları, kavimlerinin tutum ve davranışlarına göre ne gibi akıbetlere uğradıkları kaynaklara dayandırılarak açıklanmıştır.
Hazırlanan eserin birinci cildinin başında “Nübüvvet, Nebi ve Resul” konusuna, ikinci cildin sonunda da “Fetret Devri” başlıklı olmak üzere iki konuya daha yer verilmiştir.
Eserin bizler için önemli olmasının sebebi ise aradan asırlar geçmiş olsa da peygamberlerin hayatlarının insanlar için hâlâ birer örnek niteliğinde olmasıdır. Çünkü Peygamber, insanın kendi başına kalmayışı demektir. Peygamber, insan olmak için gerekli olan çevredir. Peygamber, insan gerçek anlamda “İnsan” olabilsin diye vardır. İnsanın yeryüzündeki varlığına dair sistemden peygamber kavramını çıkardığımızda insan, şimdi olduğumuz insan olmayacaktır.
Peygamber demek insan demektir
Mümin kişiliğimiz ile yaşayabiliyorsak ya da en azından bunun çabasını veriyorsak bunu; peygamberin varlığına ve insanlığa sundukları yaşam tarzına borçluyuz. Çünkü peygamber demek eğitim demektir. Onlar en başta gönderiliş amaçları olan din ve dinî yaşayış konusunda bizleri eğitenlerdir. Dinî yaşama yani kulluk bizim yaratılış gayemiz olduğundan da aslında en kıymetli öğretmenlerimiz peygamberlerdir.
Peygamberler değerler alanında da eğitimcilerimizdir. Kur’an’da her peygamberin toplumlarının hem ahlâkî hem sosyal hem de kalkınma ve uygarlık yolunda gelişmeleri için farklı örnekleri anlatılmıştır. Peygamberimizin dönemine baktığımızda görürüz ki eğitim ve öğretim Kur’an ve Sünnet eğitimi ile başlamıştır. Nitekim Resulullah, “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” buyurmuştur. Yine Resulullah: “Sizden biriniz kendi nefsi için istediğini din kardeşi için istemedikçe gerçek mümin olamaz.” buyurarak toplumda herkesin sorumluluk duygusu içinde hareket etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Müslümanların Medine’ye hicret etmesiyle değişim burada da kendisini göstermiştir. Daha çok tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olan Medine’de, Ebu Bekir, Ömer, Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avâm (Radıyallahu Anhum) gibi Müslümanlar birer tacir olarak buranın ticari hayatına hız kazandırmışlardır.
Peygamberler, ideal toplum hayatında huzurlu bir yaşam biçiminin eksenine “Tevhit, adalet ve hakkaniyet ilkesini” koymak gerektiğini de öğretmişlerdir. Onlar Allah’tan aldıkları ilahî vahyi ekleme ve çıkarma yapmadan olduğu gibi toplumlara iletmişlerdir. Bu konuda onların görevi; tebliğ, tebyin ve temsildir. Devletin varlığı toplum otoritesi için neyi ifade ediyorsa nübüvvet kurumu da toplumların dinî, ahlâkî, kültürel ve sosyal alandaki devamlılıkları için o görevi ifade eder. O hâlde toplum olarak başta Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olmak üzere, Kur’an’da örnek davranışları anlatılan ve tarih boyunca insanlığın ilim, irfan, adalet, yüksek ahlâk ve faziletle donanmasında getirdikleri öğretilerle örnek olmuş bu seçkin şahsiyetlere kulak vermeli, onların öğreti ve hayatlarından davranış modelleri çıkarmalıyız.
Peki, ben ne yapacağım?
Sadece “Peygamberlere iman ettim demek.” yetmez, “Peygamberlere iman etmem bana neyi gerektirir?” sorusuna verilecek cevap, asıl maksadı ortaya koyacaktır. Bu yüzden onlar en büyük eğitimcilerdir. Bu eğitimde ise başta Kur’an-ı Kerim, sonrasında Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sünneti bizler için esas kaynaktır. Ancak belli meselelerde bizlere öncü olan ferasetleriyle, Allah’ın bahşettiği ilim ile bizlere yol gösteren âlimlerimiz de vardır. Onların eserleri de vahiy ve sünneti en doğru şekilde anlayabilmemiz için rehber niteliğindedir.
Bu sebeple Mustafa Âsım Köksal Hoca’nın “Peygamberler Tarihi” kitabı peygamberlerin hayatlarını anlayıp hayatımıza uyarlamamız için çok önemlidir. İmtihan sebebi ile bir kere dünyaya gelen insan, Rabbinin rızasına uygun bir hayat yaşamak istiyorsa müracaat edeceği yer O’nun seçkin kullarının hayatları olacaktır. “Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının. Allah’a karşı saygısızlık etmekten sakının. Kuşkusuz Allah cezalandırmada çok çetindir.”[3]
Salih kulların arkasından yürüyebilme ve onların ilimlerinden istifade edebilme duası ile…
Vildan Alp