Akıl: Bilmek için mi bulmak için mi?

Yüce Allah insana diğer varlıklardan ayrı olarak akıl nimetini bahşetmiştir. Muhakkak böyle bir nimetin arkasında yüce bir gaye vardır. Bu gaye yaratıcının yarattıkları tarafından bilinmek istemesi, yaratılanların da bu sonsuz nimetleri tefekkür ederek şükretmeleridir. Tuba Nur Aslan yazdı.

Akıl: Bilmek için mi bulmak için mi?

“Cogito ergo sum; Düşünüyorum öyleyse varım.” Dillere pelesenk olan yetişkin her bireyin hayatında bir ya da birkaç kez muhatap olduğu meşhur cümle. Düşünüyorum, düşündüğümün farkındayım, o hâlde bir düşünen olarak ben de varım diyor bu söz bize. Peki, bu cümleyi bir de tersten okuyalım. Varım çünkü düşünüyorum mu demeli? Varlığımı düşünmeme mi borçluyum? Bu soruya cevabımız kesin bir dille hayır olacaktır, zira çevremizde var olan ancak düşünme/akletme melekesine sahip olmayan binlerce varlık var. Öyleyse insan olarak böylesine üstün bir donanıma sahip oluşumuz bizi nereye götürmelidir?

uYüce Allah insana diğer varlıklardan ayrı olarak akıl nimetini bahşetmiştir. Muhakkak böyle bir nimetin arkasında yüce bir gaye vardır. Bu gaye yaratıcının yarattıkları tarafından bilinmek istemesi, yaratılanların da bu sonsuz nimetleri tefekkür ederek şükretmeleridir. Nedir bu akıl denilen meleke? Âlimler, düşünürler akla dair birçok tanım yapmış ancak akıl için ortak bir tanımda ittifak edememişlerdir. Gazali  aklı, “İnsan tabiatında olan bilgi edinme gücü” olarak tanımlamışsa da1 İmam Mâturidi  aklın tam bir tanımı olamayacağına zira aklın kendisini tanımlama gücüne sahip olmadığını ancak bir açıklama yapmak gerekirse akıl için “Aynı nitelikte olanları bir araya toplayan ve ayrı nitelikte olanları ayıran şey” olarak tanımlamış.2 Buradan yola çıkarak aklı insana mukayese kabiliyetini veren dolayısıyla iyiyi kötüden doğruyu yanlıştan ayırmayı sağlayan bir araç olarak anlayabiliriz.

Bilmek mi, bulmak mı?

Allah Teâlâ’nın yarattıklarında ve işlerinde her daim bir gayenin ve hikmetin bulunduğunu biliyoruz. Öyleyse aklın da yaratılışında mutlaka bir hikmet bulunmalıdır. Yaratıcımız, akıl vasıtasıyla kendisine ulaşmamızı ve O’nun şanını yüceltmemizi istemektedir. İnsanın aklını kullanarak kendisini ve evreni böylesine sanatlı yaratan yüce yaratıcının zatını/sıfatlarını bulmayı ve bilmeyi istemesi en insanî ihtiyaçtır.

Peki, akıl ne için vardır? Bilmek için mi yoksa bulmak için mi? Yüce Allah’ın peygamberlik görevini teslim ettiği özel insanlar dahi bu süreçlerden geçmiş, tek ilâh olan Allah’ı bulmak için türlü çabalar içerisine girmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde peygamber kıssalarında rastladığımız bu “Rabbini bulma çabası” bize insanlar olarak görevimizi hatırlatır. Halilullah olmak için aramak ve bulmak gerektiği Rabbimizin dilinden bizlere öğütlenir Kur’an’da. “Benim dostum olmak isteyen, Beni seven kim varsa Beni bulsun ve Beni bilsin!” der yüce Yaradan bu kıssayla. İbrahim peygamberin bu yolculuğuna tanıklık edelim sizle:

“Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (Muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki kesin inananlardan olsun.

Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: ‘Rabbim budur.’ dedi. Yıldızlar batınca da ben batıp gidenleri sevmem dedi. Ay’ı doğarken gördü: ‘Rabbim budur.’ dedi. O da batınca: ‘Yemin ederim ki Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum.’ dedi.

Güneş’i doğarken görünce: ‘Rabbim budur, bu hepsinden büyük.’ dedi. O da batınca dedi ki: ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.

Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim.’”3

İbrahim önce Rabbi’ni aradı. Ölçtü biçti. Aklına danıştı. Sonunda tek ve sonsuz olan Rabbini buldu. Ancak bulması tek başına yetmedi. O’nu bilmek istedi. Bildikçe O’na yaklaştı. Buldu, bildi. Bildi, teslim oldu. Bu süreç birbirini tamamlayan bir döngü olarak devam etti. Bu açıdan baktığımızda aklın bulmakla yetinemeyeceğini, bilmekle yakîne erişmek isteyeceğini görüyoruz. Çünkü insan yaratılışı gereği merak duygusuyla donanmıştır. Bu onun kendisinden kaçamayacağı bir şekilde fıtratına yerleştirilmiştir. Bu türden bir duygu insanı bulmakla bırakmayacak kadar sarmıştır. Zira Rabbimizin isimlerinin bizlerde bir tecellisi olarak O’nu, zatını ve sıfatlarını bilmek isteriz. O’nu daha çok tanımak sevmek isteriz. Aradıkça buluruz, buldukça severiz. Nihayetinde bu arama serüveni bizi O’na daha da yaklaştırır.

Marifetullah yolunda

Bulma ameliyesi işin kolay kısmını oluşturur. Zira insan aklı temel olarak Rabbini bulabilecek donanıma sahiptir. Peki, gerçekten herkes O’nu         hakkıyla bilebilir mi? İşte, bulmak mı bilmek mi? Sorumuzun veçhesi burada değişmektedir. Bilmek salt bir biliş hâli olarak yakamızı bırakmamaktadır. Eğer bu noktada bilme eylemine sıkı sıkıya sarılmazsak yaratılışımızın gayesini noksan bırakmış oluruz.

Bu eylem elbette ki zor ve çetin yolları beraberinde getiriyor. Bir yandan kendisini paçalarından aşağıya çekmeye çalışan nefisle ve şeytanla mücadelesinde insan, bir sonraki aşamayı görmeden dünya sınavında kalemi bırakıyor. Oysaki bu “Bulmak”tan “Bilme”ye yürüyüş insanın her an durmaksızın içinde bulunması gereken bir hâl olmalıdır. Akıl ve vahiy azığıyla insan, indiği her inişte, çıktığı her yokuşta, attığı her adımda Allah’ın esmasının izlerini aramalıdır.

Rabbini hakkıyla bilmek insanı başka bir mertebeye taşır. Buna yalnızca onu gerçekten arayanlar erişebilir. Marifetullah mertebesi erişilmesi kolay bir nokta hiç değildir. Dolayısıyla bilmeyi sıradan bir bilmek olarak bırakmayan gerçek Allah dostları, O’nun zatının hakikatine ulaşabilen özel insanlardan olmuşlardır. İnsana verilen bu büyük akıl nimetinin zekâtını vermişler, taklitten tahkike vararak en yüce ibadetlerden olan tefekküre her daim devam etmişlerdir. Bu tefekkür hâli gerçek ve sarsılmaz bir imanın önemli bir parçasıdır. Onun için İslâm büyüklerinden bazıları aklın yerinin kalp olduğunu söylemekle bu noktaya işaret etmişlerdir.

Bütün bunlardan sonra gördük ki akıl önce bulmak ve sonra bilmek içindir. Peki, bu aklın bilmesinin de bir sınırı yok mudur? Her bir şeyi bulmayla ve bilmeyle öğrenmeye yetecek kadar uzun mudur insan ömrü? Halk arasındaki tabirle üç günlük dünyada bildiklerimizin çoğunluğu bize vahiyler aracılığıyla öğretilenlerdir. İnsan aklının bu denli karmaşık ve gelişmiş olmasının yanında evrenin ve yaratılışın hikmetini tam anlamıyla kavrayamayacak sınırlılıkta olması, onu vahye ve vahyin otoritesine muhtaç kılmaktadır. Doğruyu, iyiyi, güzeli bulmak insan için mümkündür, demiştik. Bunun yanında bunların doğruluğunu teyide muhtaç olduğu da akıl için bir gerçektir.

Allah’ın kullarına bir nimeti olarak vahyin yol göstericiliği ve onları üst akıldan mahrum bırakmayışı işlerimizi kolaylaştırmakta ve bizlere doğrunun kestirme yollarını öğretmektedir. Aklın iman etmekle ve teslim olmakla vahyin otoritesini kabul etmesi4 ve doğrunun en net çerçevesini çizme işlemini ona bırakması, sınırlı aklımızın yetki alanını sonsuz ilim sahibine bırakması demektir. Mevlânâ Celaleddin Rumî’nin “Aklı Mustafa’nın önünde kurban et... Hasbiyallah de, yani Allah’ım bana yeter!”5 dediği gibi aklı vahyin önüne geçirmemek Ehl-i Sünnet kelam geleneğinin geçmişten günümüze çizgisi olagelmiştir. Allah akıl sahiplerinin bu büyük nimeti kullanmamalarını kitabında birçok defa eleştirse de bu anlamda vahyin akılları aşan bir tarafının olduğunu unutmamak gerekir. Bulmanın ve bilmenin akla bakan bir yönü olduğu gibi vahye bakan bir yönü olduğu da bilinmelidir. Zira vahyin bildirmesi olmadan nihaî anlamda doğrunun iyinin ve kötünün akıl tarafından belirlenebilmesi söz konusu değildir. İnsan aklıyla tartıp biçtiklerini vahiyle desteklemeli ve “Sırat-ı Müstakim”de ilerlerken bu iki yoldaşının rehberliğinde Hakk’a varmalıdır.

Aramakla bulunmaz mı bilinmez ama bulanlar gerçekten de arayanlardır, sevgili okur…

Tuba Nur Aslan


Dipnot:

1  Yusuf Şevki Yavuz, “Akıl”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları,1989),2: 244

2  Yavuz, a.g.e.

3  Enam Suresi, 75-79

4  Hülya Alper, “İmam Mâturîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi: Aklın Önceliği ve Vahyin Gerekliliği”, Milel ve Nihal, 7/2 (2010): 22.

5  Mevlana, Mesnevi, C.VI, Beyit 1408

YORUM EKLE