Rikkat Bacı cennette müzehhibe ola ya hu!

Mürekkebi aydıngerin/gök kubbenin üzerine yayan fırçayı her elime aldığımda izlerini sürdüğümüz Rikkat Kunt hocamızı rahmetle anarak yazdım.

Rikkat Bacı cennette müzehhibe ola ya hu!

Zamanın hızla belimizi büktüğü anlardan biraz kopup bir hattatın masasına konuk oluyoruz. Mürekkep hokkasına değmeden, usulca bir köşede yerimizi alıyoruz.

Bu yolculuk size kâğıdın mürekkebi emmesinden çok daha çabuk gelecek. Tıpkı ölümün ona bu denli çabuk gelmesi gibi...

Bir Nisan sabahı... Liflerini toprağa batırmıştı kamış, laleler renklerini öyle almış. İstanbul gökyüzünden doğmuşçasına berrak... Fakat bir hattatın elleri sisli... Mürekkep hokkasına, divitine, kamışlarına sis çökmüş gibi.Rikkat Kunt

37 sene önce kavuştu Rabbine.

Rikkat Kunt. Müzehhibe.

Her şeyden evvel müşfik bir anne. Yalnız acılarını, sevinçlerini gözlerinden değil kamıştan akıtırdı sayfalara...

Kadın bir hattat olarak zorluklar içinde yaşadı

Bu hikâyeye sondan başlamalıyım. Müntehadan ibtidaya varmalıyım. Ki hep yeniden doğsun kamış tutan eller. İlk günkü gibi naif, soluğunu tutarak yaysın mürekkebi gök kubbeye.

Rikkat Hanımın alıp verdiği her nefeste, yaşadığı her anda bir tefekkür ve tam bir teslimiyet var. Sabır ise en güzel süsü. Sonu selamete varan bir yolda takınmıştı onu.

İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam etti. Oradaki gelenekli sanatların çok kıymetli üstadlarının hizmetinde çalışmaya başladı.

O yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Arap harflerinin yerine Latin alfabesinin değiştirilmiş bir şekli olan yeni alfabeyi getirdi. Bu harf devrimi hat sanatını zayıf bırakmıştı.

Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen çalışmalarını sürdürmüştü hattatlar. Ve müzehhipler...

Yıllar sonra İstanbul’da tanıştığı büyük hat üstadı Necmeddin Okyay’ın yanına gitmişti. Necmeddin Okyay Yeni Camii’nin imamıydı aynı zamanda. Birlikte gül bahçesini dolaşırken üstadından ve aynı zamanda yakın arkadaşından birinci gelen kompozisyonunun akademide asılı olduğunu öğrenmişti.

Bir müzehhibe olarak zorluklar içinde yaşadı. Ancak bunu ay ışığıyla aydınlanan odasında Osmanlı kadın hattatı Esma İbret Hanımla beraber kaldığında unuturdu.

İlk eşinden boşanmış, oğlu Nedim ile beraber yaşıyordu. Yıllar sonra Hariciye'de memur olan Fahrettin Bey’le evlenmişti ve ondan oğlu Nurullah dünyaya geldi. Ona ‘küçük nur’ diyorlardı.

Beş yıl sonra eşi, küçük Nur'u da alıp Beyrut’a gitti. Bu naif yüreği allak bullak eden bir gidiş...

Bu zor zamanlarda elleri titrer, akıtamadığı gözyaşları boğazında düğümlenirdi. Kıyıya vuran dalgaların bir gün müjdeli haberler getireceğini umarak sabırla beklerdi.

Öyle de oldu. Küçük oğlu büyümüş, hızlı ve heyecanla yazılmış titrek harflerle bir mektup yollamıştı annesine Beyrut’tan.

Mektuplaşmalar ve nihayet görüşmelerle bir bahar yaşamıştı anne yüreği.

"Peygamberler Allah kelamını iletir, hattatlar yazar"

Bölük pörçük yaşadığı hayatı atölyesini kaplardı bazen. Masasında bir çalışması olurdu o zaman. Çalışmasının etrafına altın yaldızlar saçılırdı. Bir hilyenin etrafında gezinirdi fırçası. Atölyesi zifiri karanlık, yalnızca ay ışığı dolardı devam edebilsin diye.

Bu uzun metni salavatlar kattığı boyalarla boyardı:

Ali, Allah'ın selamı üzerine olsun, kendisinden peygamberi tarif etmesi istendiğinde şöyle diyordu:

"O ne uzun boyludur ne kısa, orta boyludur.

Saçları kısa değildir; ne kıvırcıktır, ne de dik ama ikisi arası bir şeydir.

Yüzü ne dardır, ne de yusyuvarlak ama belli yuvarlaklıkları vardır.

Teni açıktır, gözleri siyahtır ve uzun kirpikleri vardır.

Geniş omuzlu, sağlam yapılıdır.

Göğsü hariç vücudunda tüy yoktur.

Elleri ve ayakları büyüktür.

Yürürken, sanki yokuş aşağı gidermiş gibi, öne eğilerek giderdi.

Birine bakarken, onun gözlerinin içine bakardı."

Rikkat Hanımın oğlu Nur, Fransa’ da evlenmişti. Yıllar sonra ölüm haberi Beylerbeyi'ne ulaşmış ve hattatın elleri bahardan çekilmişti.

Oğlu geride onbir yaşında küçük bir kız çocuğu bırakmıştı. Ancak Rikkat Hanımın ömrü onu son kez görmeye yetmedi.

Nur'un kızı Yasmine Ghata, 2000 yılında Paris, Louvre Müzesi’nde İstanbul Üniversitesi, Sakıp Sabancı Müzesi’nden Osmanlı Hat Levhaları Koleksiyonunun sergilendiği salonu gezerken bakışlarına Osmanlıca bir şiir takıldı. Sergi etiketinde hattatın adı verilmiş: Rikkat Kunt (1903-1986), babaannesi.

Hiç görmediği Türk büyükannesini tanımak için bir yola çıktı ve Hattatların Gecesi’ni yazdı.

14 Ocak. Hüseyin Kazım Kadri Bey’in kızı dünyaya gözlerini kapadı. Adı Rikkat. Elleri göğe bir şeyler çizmekte… Peygamber kuşlarına salınmakta belki de…

Esra Erdoğan yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
m.salih akbey
m.salih akbey - 11 yıl Önce

haberimiz olmayan kimbilir daha nice güzellik var...haber verenden hak razı olsun..teşekkürler