Metin Yüksel 23 Şubat 1979’da Fatih Camii’nde Cuma namazından çıkarken şehit edildi. Metin, uzun yıllar Fatih Akıncıları’nın başkanlığını yapmıştı Sadrettin Yüksel’in oğlu, Süreyya Yüksel’in kardeşi idi.
Şehidin babası oğlunun cenaze merasimindeki konuşmasını şöyle bitiriyordu:
“Ey iman edenler! Savaşmak üzere çıkan bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız vakit korkmayın! Sıkı durun, Allah’ı çokça anın ki kurtuluş ve başarıya eresiniz. Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle çekişmeyin, yoksa yılgınlığa kapılırsınız da gücünüz gider. Zor durumlarda ve her türlü sıkıntılara karşı dirençli olun, gerçekten Allah zorluğa göğüs gerip sıkıntılara katlananlarla beraberdir.” (Enfal suresi, 45 ve 46. Ayet-i kerimeler.)
Bu imanlı genci şehid eden zihniyet, dinimizin yasakladığı kavmiyetçi zihniyettir. O yıllarda Türkiye gençliğini oyuna getirip birbirine kırdırıyorlardı.
Bütün şehitlerde olduğu gibi Metin’in şehadeti de davasını başkalarına, sonraki nesillere göstermek için vesile oldu. Davasına şahitlik etti, şehadetiyle Metin, arkasında binlerce Metin bıraktı.
Şehitler hayatıyla, yaptıklarıyla şehitliği hak eden kişilerdi. Metin tam bir müslüman olarak yaşadı. Dini tavizsiz anladı ve etrafındakilere de o şekilde anlattı. Hızlı yaşadı. Kısacık ömrüne çok şey sığdırdı.
Fatih’te yardım faaliyetleri yapıyordu. Fakir aileleri tesbit edip ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ücretsiz dispanser açmıştı. Vakıf Guraba’dan doktorları organize ederek bir müddet bu dispanseri devam ettirmişti.
Şehitler sonrakilere güzel misaller ve miraslar bırakmışlardır. Cesaret, fedakarlık, kardeşlik, sevgi doluydu. Tevazu sahibi idi. Makam ve mevkiye önem vermezdi. Hoşgörülü ve affetmeyi severdi. Şehadetinden bir gün önce katilini, silahla yakalamış, “Bir daha camiye silahla gelme!” diye tembih ederek salmıştı. Hatta silahını kendisi geri vermişti.
Metin’i daha önce de Komünistler kurşunlamıştı. Yanındaki arkadaşı anlatıyor. Hastahaneye gidiyorlar. Doktor ameliyata hazırlamak için pantolonunu kesmeye kalkıyor, Metin itiraz ediyor:
“Benim başka pantolonum yok.” Üç kurşun vücudunda iken ayağa kalkıyor, pantolononunu çıkarıyor ve sonra yatıyor. Kurşunlardan ikisi karnından çıkarılıyor. Üçüncüsü, sol dizinde olan, tehlike arz ettiği için bırakılıyor. Şehadetine kadar bu kurşunu dizinde taşımıştır.
Cenazesini gören arkadaşı Mehmet Ali Tekin bu anları şöyle anlatır:
“Gökyüzünde yatarak gezen bir meleğe benziyordu. Uykudan yeni uyanan biri gibiydi. Gülümsüyordu.”
Kardeşi Edip, son kareyi fotoğraflamıştı. Metin’i tanımayanlar, şehadetinden sonra onu bu fotoğrafla tanımıştı. Metin için babasına birçok İslam âliminden taziye mektupları geldi. Mehmet Ali Tekin “Şehid Metin Yüksel” kitabında bu mektupların Arapça ve Türkçe asıllarına da yer vermiştir.
Metin iyi bir ailede yetişmişti. Babası fıkıh âlimi Molla Sadrettin Yüksel, annesi ise bir şeyh kızıydı.
Süreyya Yüksel
Ablası Süreyya Yüksel hepimizin ablasıydı, hocasıydı. O da kardeşi gibi ilk eğitimini babasından almıştı. Çok iyi derecede Arapça biliyordu. Fazilet Kur’an Kursunda beraber okuduk. Benden üst sınıftaydı. Hızlı, idealist, ve çok çalışkandı. Asla taviz vermezdi. Doğru bildiğini her ortamda savunurdu. Süreyya Abla Fatih’te açtığı “Suffe” adını verdiği evde yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Orada hemen hemen her gün bir ders vardı. Ders olmasa da sohbet vardı. Ben de bir müddet tefsir derslerine devam ettim. Bu dersler 20 küsur yıl devam etti. Birkaç tefsir kaynağından hazırlanır, güncel konulara girerek anlatırdı. Oradan birçok kişi ilim ve ilham almıştır. Kendisi İstanbul Üniversitesi Astronomi bölümünde okurken başörtüsü yasağı nedeniyle son sınıfta tahsilini yarım bırakmak zorunda kalmıştır. Fakat ilmin yalnızca üniversitede olmadığını düşünüp kendini yetiştirmiştir. Bu kararlı yapısı başörtüsü zulmüne uğrayan bütün genç kızlara örnek olmuştur. Hiçbir değişim ve dönüşüm onu çizgisinden saptıramadı.
Sadece ders vermekle kalmaz büyük salon toplantıları düzenler; tiyatrolar, şiirler, konferanslar tertip ederdi. İnandığı bir şeyi sonuna kadar devam ettirirdi. Itirazını sesli yapardı. Bir eylem mi var, Süreyya abla başında yürürdü. Korkusuzdu, düşüncelerini ve inançlarını cesurca savunurdu. Eylemlerde polis copundan kaçmadığı gibi bir toplantıda konuşmacıya itiraz etmekten de çekinmezdi.
Rusya Çeçenistan’a girdiğinde bir Çeçen bakan İstanbul’da açlık grevine başlamıştı. Süreyya abla öyle bir organizasyon yaptı ki ertesi gün belediye başkanı Tayyip Erdoğan dahil, büyük bir kalabalığı oraya topladık. Böylece Çeçenlerin sesini Türkiye’ye duyurmuş olduk. Açlık grevi amacına ulaşmış oldu.
Afgan cihadı günlerinde de çok çalıştı. Konferanslar ve yardım faaliyetleri düzenledi. Yardım organizasyonları düğün salonlarında düğün gibi düzenlenirdi. Mesela bir Afgan gelini olur, takılar yani cihada gidecek yardımlar, bu geline takılırdı. Bu bir tedbirdi. Hem yardımlara el konulmayacak hem de programımız suç sayılmayacaktı. Yıllar sonra bir arkadaşımla konuşurken, o gelin benim demişti.
Süreyya abla yaşayan bir sahabe kadınıydı sanki. Hayatını İslam’a ve Müslümanlara adamış, evlenip yuva kurmaya vakit bulamamıştı. Arkadaşlarıyla Umre ve Hac organizasyonları yaparak defalarca Kabe’yi ziyaret etmişti. Hatta her yıl Hac mevsiminde bu arkadaşları onunla yeniden tavaf ediyormuşçasına coşkuyla o günleri yad ederler. Mübarek yerlerde ölmek ve oralara gömülmek istiyordu. Hayatının son senelerinde sağlığı bozuldu, kanser teşhisi konulmuştu. Bir müddet Mekke-Medine’de kaldı ama gene Türkiye’ye dönmek kısmet oldu. Son zamanlarında kendisini hastahanede ziyaret ettim ama göremedim. Ağırlaşmıştı. 11 Haziran 2005’te Fatih’te hayatını kaybetti. Cenaze namazı birçok ünlüden çok daha kalabalık oldu. Cemaat yeri doldurulamayacak bir hocalarını kaybettikleri için çok üzgündü.
Hepimize iyi bir örnek oldu. Kendisi adına “SüreyyaDer” diye bir dernek kuruldu. Öğrencileri, arkadaşları ve sevenleri hala onun her ölüm yıl dönümünde anma programları düzenliyorlar. Allah rahmet eylesin.
Gelecek nesillere iyi birer örnek olacak bu iki kardeşten Metin Yüksel’in en sevdiği marşı paylaşarak yazımı bitiriyorum;
Savaşa girdi kalbim, bin yara aldı beni
Ne denli acı varsa aradı buldu beni
Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste
Bir Ebubekir kıldı, bir Ömer kıldı beni
Kurmak bizlere düştü, kalbi sökülmüş çağı
Buyruk en ağır yükün altına saldı beni
Atıldık kurşun gibi şehrin alanlarına
Birkaç put ve taş gördü, birden irkilde beni
Parça parça bir yürek, delik deşik bir bağır
Bir beş değil sevgili bin kurşun deldi beni
Böyle çıktım alana ve yürüdüm yürüdüm
Ne görebildi kimse ne de anladı beni
Ve put alanlarından geçtim ibrahim gibi
Bir savaş bildi beni eylem bildi beni
Kerime Macit Tunçbilek
Sevgili kardeşim, Kerimecim, ne kadar güzel hallere şahitlik etmişsin, kalemine, yüreğine sağlık... Rabbim ebeden razı olsun... hepimizi sıratı müstakimden ayırmasın, nimet verdiklerinin yoluna iletsin, gaflette olanların ve sapmışların yoluna değil... amin