Erciyes Dağında bir veli: Ahmed Kumârî Hazretleri

Kelime kelime bizi Erciyes’in zirvesine tırmandırırken, vadi vadi de sanki ummanlara daldırır gibi en derinlere götürüyor. Bizim buralarda her er, her evliya bir dağ içinde… Dağlardaki türbeler, tekkeler, zaviyeler dağ pınarlarına benziyor. Oluk oluk akan kesilmez suları, insanlar tarafından kana kana içiliyor modern zamanın simülasyonlarına rağmen. Şehir, Kültür Sanat'ta Dursun Çiçek'ten...

Erciyes Dağında bir veli: Ahmed Kumârî Hazretleri

Erciyes tek başına bir dağ değil. Onu Erciyes yapan dağları var eteklerinde, duldalarında… Bunların kimi yer ismi kimi er ismi… Bozdağ, Gökdağ, Sütdonduran, Kefeli yer isimleri iken; Şem’un el Gazi ya da Emir Çoban, Turasan, Omuzu Gürzlü, Sesli Dede, Ahmed Kumârî de er isimleri. Erler de dağ… Erciyes’i dağ yapan biraz da bu erler… Evliya Çelebi seyahatnamesinde Erciyes’i Ricalü’l Gayb makamı olarak nitelerken bu erleri kastetmiş olmalı. Her biri bir dağın koyağında mesken tutmuş bu insanlar adeta bir yurdu çevrelemiş muhafızlara benzer. Hiçbirinin mekânı tesadüf değil. Yıllar önce… Rahmetli Akif Emre ve Aydın Karakimseli ile beraber Erciyes’in evliyalarını geziyoruz. Her zamanki gibi bizi oralara götüren İbrahim Kamberli. Kızılören’i aşıp Armutluk Mevkii’ne yöneldiğimizde derin bir vadiden bütün heybeti ile görünen Erciyes’e karşı Yunus dile geliyor:

Adım adım ileri, bu âlemden içeri,

On sekiz bin âlemi gördüm bir dağ içinde.

Yetmiş bin hicab geçtim, gizli perdeler açtım,

Ben dost ile buluştum, buldum bir dağ içinde.

Körler gibi görmedim, söz gibi söyleşmedim,

Musa gibi münacaat ettim bir dağ içinde.

Gökler gibi gürledim, yeller gibi inledim,

Sular gibi çağladım, aktım bir dağ içinde.

Bir döşek döşemişler, nur ile bezemişler,

Dedim bu kimin ola, sordum bir dağ içinde.

Deprenmedim yerimden, ayrılmadım şeyhimden,

Aşktan bir kadeh aldım, içtim bir dağ içinde.

Vardım ileri vardım, Levh’i elime aldım,

Ayetlerin okudum, yazdım bir dağ içinde.

Kalpten büyük dağ olmaz, o Allah’a doyulmaz,

Sohbetine kanılmaz, erdim bir dağ içinde.

Açtım Mekke kapısın, duydum o dost kokusun,

Erenlerin hepisin, gördüm bir dağ içinde.

Yunus der ki: Gezerim, dost iledir pazarım,

Ol Allah’ın didarın gördüm bir dağ içinde.

Erciyes Dağında bir veli: Ahmed Kumârî HazretleriŞeyh Ahmed Kumârî hazretlerinin vefatını müteakip kabri üzerine bir türbe inşa edilmiş ve bu türbeye çeşitli eklemeler yapılmış ve yine bugünkü Armutluk ve çevresinde bulunan bazı tarlaların gelirleri de bu tekke ve bu türbenin giderleri için vakfedilmiş.

Yunus bu… Kelime kelime bizi Erciyes’in zirvesine tırmandırırken, vadi vadi de sanki ummanlara daldırır gibi en derinlere götürüyor. Bizim buralarda her er, her evliya bir dağ içinde… Dağlardaki türbeler, tekkeler, zaviyeler dağ pınarlarına benziyor. Oluk oluk akan kesilmez suları, insanlar tarafından kana kana içiliyor modern zamanın simülasyonlarına rağmen.

Ahmet Kumârî’nin kitabesiz, adsız, sansız hatta biraz da bakımsız türbesini gördüğümüzde afallıyoruz. Lakin bir paradoks da yok. Dünyalık netsin buralardaki diyoruz.

Türbenin tam karşısında Erciyes’in en güzel dağlarından, halkın deyimiyle Göğdağ, bilindik adıyla Gökdağ var. Her tarafı ağaçlarla donandığı için mi böyle denmiş bilinmez. Sanki bir ormanın içinden gök kubbeye uzanan bir dağ gibi…

Aydın Karakimseli türbeye girer girmez ilk kez denk geldiğim bir cezbeye kapılıyor. Rahmetliyi ilk kez öyle ağlarken gördüm. Öyle bir ağlayış ki içine feryat, dışına sükût. Akif Abi önce biraz şaşırsa da bir süre sonra biz de sükûta kapılıp Aydın Abi’nin kabir başındaki duasına iştirak ediyoruz. Gözyaşları avuçlarına düşen Aydın Abi uzun bir müddet öylece kalıyor. Sonra iki rekât namaz kılıp Omuzu Gürzlü (Güçlü) hazretlerine doğru yola devam etmek için türbeden çıkıyoruz.

Bölgede oturan, aynı zamanda türbenin de eksiğine gediğine bakan biri ile karşılaşıp sohbet ediyoruz. Semai de olsa epey bilgisi var. Ahmet Kumârî ile ilgili Mehmet Çayırdağ, Mehmet İnbaşı gibi tarihçi hocalarımızın bize aktardıklarının dışında fazla bir bilgi yok aslında. Lakin halk arasında menkıbevi bilgi ve rivayet çok fazla. Nitekim Kızılören internet sitesinde kaynağı belirli olmayan bilgilerin önemli bir kısmı kimi tarihî bilgileri içermekle birlikte daha çok menkıbevi bilgiler. Ancak bizim için menkıbeler önemli. Çünkü her menkıbe bir gerçekliğin tecellisi…

Erciyes Dağında bir veli: Ahmed Kumârî Hazretleri

Mehmet Çayırdağ’a göre Ahmet Kumârî ve zaviyesi ile ilgili bilgiler kabaca şöyle: Zaviye İncesu’ya bağlı Kızılören (Kızılviran) köyü ile Omuzu Güçlü Zaviyesi arasındaki arazide bulunmaktadır. 1570 tarihli tahrirde, Kara Kinise (Kilise) Mezrası’nın Şeyh Kumârî Zaviyesi Vakfı’na ait olduğu kayıtlı olup, burada zaviyenin harap olduğu belirtilmiştir. Bu kaydın altında, Kara Kinise ve Kızıl Viran’ın Kumârî zaviyesine ait olduğu ve burada Dervişan Cemaati’nin yerleşmiş olduğu yazılmıştır. Aynı cemaat, Omuzu Güçlü Mezrası’nda da oturmaktadır. 1584 tarihli tahrirde ise, Karataş nahiyesine bağlı Kara Kinise (Kilise) Mezrası’nda, Kızılviran (Kızılören) ahalisinin ziraat yaptığı ve burasının malikâne gelirlerinin Şeyh Kamari (Kumârî) Zaviyesi’nin vakfı olduğu kayıtlıdır. Aynı kaydın devamında, “adı geçen mezrada yıllık 360 akçelik malikâne gelirine Hacı Abdi, Hacı Halil, Hüseyin, Kumârî, Döndü ve Fatma, evladiyet ve mülkiyet üzerine mutasarrıflar (hisse sahipleri) iken, bu mülklerini 1092 Zilhicce ayının başında (M 1681) Kara Mustafa Paşa Vakfı’na kendi rızaları ile satmış oldukları ek kaydı düşülmüştür.

Vakıf olan Şeyh Kumârî Zaviyesi’ni kimin kurup vakfettiği, Şeyh Kumârî’nin kim olduğu ve bu zaviye ve vakfın ne zaman yapılmış olduğunu bilmiyoruz. 1500 tarihli tahrirde geçtiği ve 1570 tarihli tahrirde de harap olduğu belirtildiğine göre, zaviye daha önce herhâlde diğerleri gibi XIV. yüzyılın ikinci yarısında Eretnalılar döneminde yapılmış ve kısa sürede harap olmuştur. M. 1681 yılında da vakıf evladı (bir tanesi dedesi Kumârî’nin adını taşıyor) İncesu’ya kervansaray, cami, medrese, hamam, arasta gibi binalardan oluşan külliyesini yaptıran Kara Mustafa Paşa’nın bu tesislerinin giderleri için kurmuş olduğu ve Anbar arazisinin de büyük bir kısmını içine alan vakfına, vakıf arazilerini satmışlardır. Şeyh Kumârî Zaviyesi yukarıda belirtildiği gibi Kızılören ile Omuzu Güçlü arasındaki bir yerde olup, bugün sonradan yapılmış basit yapısı ile mevcut bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı, üzeri takviye kemerlerin taşıdığı tonozla örtülü, içinde sonradan yenilenmiş sandukası bulunan türbe kısmının yanında küçük ve basit bir eyvanı bulunmaktadır. Bina tamamen gayrimuntazam moloz taşlarla imal edilmiştir. Meyilli arazide bulunan bu mütevazı yapı, son zamanlarda hayır sahiplerince yapılan çok geniş betonarme bir yapının içine alınmıştır. Böylece insanların kapalı bir mekânda ibadet edeceği ve oturacağı geniş bir bölüm elde edilmiştir.

Yöre insanı Ahmet Kumârî dâhil bölgede yatan evliyaların Kadirî meşrep olduklarına inanıyor. Nitekim her yaz dönemi burada büyük katılımla anma törenleri düzenleniyor. Onlara göre de Moğol katliamından kaçarak 13. yüzyıl ortalarına doğru Kızılören kasabası havalisine yerleşen es-Seyyid Muhammed el-Kadirî hazretlerinin kabilesine mensub olan Şeyh Seyyid Ahmed Kumârî hazretleri M. 1400-1490 yılları arasında o dönem Kara Kilise bugün ise Boyun Kilise içi denilen yerde (Armutluk mevkiinde) yaşamış ve vefatını müteakip Kızılören’in güneyindeki Gökdağ eteklerinde şeyhliğinde bulunduğu zaviyesi yakınlarına defnedilmiştir.

Erciyes Dağında bir veli: Ahmed Kumârî Hazretleri

Seyyid Ahmed Kumârî hazretleri ile ilgili bölgede inanılan kerametlerden birisi de tarlasını sürerken rivayete göre Gökdağ ormanından gelen bir aslanı çifte koşmasıdır.

Şeyh Ahmed Kumârî hazretlerinin vefatını müteakip kabri üzerine bir türbe inşa edilmiş ve bu türbeye çeşitli eklemeler yapılmış ve yine bugünkü Armutluk ve çevresinde bulunan bazı tarlaların gelirleri de bu tekke ve bu türbenin giderleri için vakfedilmiş.

Kaynağımızın anlatımına göre burada Hıristiyanlardan kalma bir kilise veya manastır varmış ve tekke onun üzerine bina edilmiş. Şeyh Seyyid Muhammed el-Kadirî’nin torunları yörede Karakilise olarak bilinen Romalılardan kalma kiliseyi tekkeye çevirerek insanları irşada başlamış, Şeyh Ahmed Kumârî hazretleri de zamanla bu tekkeye şeyh olmuş.

Bölgedeki insanların irşadı için çalışan Şeyh Ahmed Kumârî hazretlerinin tekkesine ait çeşitli vakıf gelirlerinin olduğu ve arşivlerde kayıtlı olduğunu Mehmet İnbaşı ve Mehmet Çayırdağ’ın verdiği bilgiler doğrultusunda belirtmiştik.

Şeyh Ahmed Kumârî’nin vefatından sonra kimlerin tekkenin şeyhliğinde bulunduğu kesin olarak tespit edilememiş ise de Şeyh Ahmed’in veya Şeyh Mehmet’in veya Şeyh Budak’ın veya Kızılören’de yaşayan diğer bir Şeyh Ahmed’in tekkenin başında bulunduğu anlatılır.

Yine tarihçilerin verdiği bilgilere göre, M. 1698 (H. 1110) tarihinde Şeyh Ahmed Kumârî Tekkesi’nde Hacı Abdi isimli biri ve ondan sonra ise M. 1708 (H. 1115) senesinde Seyyid Üveys isimli diğer bir kişi tekkenin şeyhliğinde bulunmuştur. Zamanla Şeyh Ahmed Kumârî hazretlerinin kabri hariç türbesi, tekkesi, bunların meşrutaları ve vakıf arazileri ortadan kalkmıştır. Yaklaşık 500 yıldır yöre halkı darda kaldıklarında, kuraklığa ve salgın hastalıklara müptela olduklarında, ihtiyaçlarının karşılanıp dualarının kabul edilmesi için onun kabrine gidip dua ederler.

Hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şunlardır: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bilindiği gibi ordusuyla bir ara İncesu’ya uğrar ve burada bir cami, kervansaray, han, hamam vesaire dükkânlardan oluşan güzel bir külliye bırakır. Bir ara ordusu ile şimdi saz diye bahsettiğimiz geniş düzlüğe gelir ve burada Kumârî hazretlerine bir haber salarak:

– Şeyhim bugün ordumun tüm iaşesi sana aittir, der. Zira o zamanlar tüm Karataş nahiyesi Kumârî hazretlerine dirlik olarak verilmiştir.

Kumârî hazretleri eline bir uruplağa bulgur, bir kaşık yağ, biraz tuz, biraz da baharat alarak ordunun yanına gelir. Elindekileri gören paşa:

– Sen bizle alay mı edersin şeyhim neye yetecek o elindekiler diye, çıkışır. Şeyh ise:

– Siz orasına karışmayın kazanları kurun paşam der. Kazanlar kaynamaya başlar şeyh hazretleri kazanların başına geçer, elindekileri Yaradan’a dua ederek kazana atar. Onca kazanda sular kaynar, yemekler pişer, tüm orduya verilir, ancak hazretin getirdiği bir uruplağa bulgur hâlâ tükenmemiştir. Kara Mustafa Paşa artık şeyhteki sırrı anlamış, erenlerden olduğunu sezmiştir. Ona keramet göstermesi için bir dilekte daha bulunur.

“Şeyhim” der,

– Benim atım yalnızca filik arpa yer bana bu arpadan bulabilir misin, der. Filik arpa baharda büyüyen, yeni başak veren arpa demektir. Mevsimse güz olduğu için bu arpayı Türkiye’de bulmak imkânsızdır esasında. Şeyh hazretleri buna da peki der ve

– Biraz bekleyin getiriyorum paşam, diyerek ayrılır. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ise elinde birazcık arpa ile gelir, atın önüne atar. Bu azıcık arpadan tüm atlar yer, ancak yine de arpa tükenmez. Şeyhteki keramete hayran kalan Paşa:

– Şeyhim arpayı getirdiniz ama çok oyalaştınız, diyerek sırra vakıf olmak ister. Kumârî hazretleri ise:

– İnsaf paşam, filik arpa bu mevsimde yalnızca Şam’da bulunuyordu oradan getirdim, diye gülümseyerek karşılıkta bulunur.

Seyyid Ahmed Kumârî hazretleri ile ilgili bölgede inanılan kerametlerden birisi de tarlasını sürerken rivayete göre Gökdağ ormanından gelen bir aslanı çifte koşmasıdır.

Zaviyeden çıkıp Erciyes’e ve hemen önünde fidan gibi duran Gökdağ’a muhabbetle bakıyoruz. Buz gibi havayı derin derin içimize çekerken âlemi yaratıldığı hâl üzere görmenin o ince hissi sanki oradaki her şeyi kuşatıyor. Etrafta sadece kelebekler, kuş sesleri, rüzgârın sesi var. Uzaklardan ineklerin ve koyunların melemeleri geliyor. Tarlalarda çalışan birkaç insan sanki toprağı değil kendini terbiye ediyor. Abdülkadir Geylani hazretlerini yâd ederek, onun ruhu için fatihalar okuyarak Omuzu Gürzlü’ye doğru yol alıyoruz.

Dursun Çiçek

Şehir, Kültür, Sanat dergisi, Sayı: 38

YORUM EKLE