Bir Melami yiğidi böyle göçtü bu âlemden

Yahya Soyyiğit Ağabeyi insanlar müttaki, sakin kimliği ile tanır. Sesi güzel, hanende-sazende, Kur’an hafızı biridir Yahya Soyyiğit onlar için. Zeki Dursun ise kendi gözünden Yahya Soyyiğit’i yazdı..

Bir Melami yiğidi böyle göçtü bu âlemden

Yahya Soyyiğit Ağabeyi beden gözüyle görmeyeli 13 yıl olmuş. Epeydir rüyamıza da uğradığı yok. Demek ki onu muhabbetle çok arzulamamışız yoksa rüya yoluyla cemalini bizden esirgemezdi.

Yahya Soyyiğit  Ağabeyi insanlar müttaki, sakin kimliği ile tanır. Sesi güzel, hanende-sazende, Kur’an hafızı biridir Yahya Soyyiğit onlar için. Hafız Ömer Efendi’nin en büyük oğlu Yahya için bu sözler eksiğiyle doğru. Fakir içinse önce Deniz Kurtyılmaz’ın fem-i muhsininden bir Melami muhabbetinde dinlediği “Bülbüller Gibi” albümünün hanendesi, mürşidi Ahmet Soyyiğit Beyefendinin bendesi Yahya. Bizim Yahya.

İlk şifai tanışmamız mürşidi Hafız Ahmet Efendi’yi Cihat Arınç’la ziyaret ettiğimizde Üsküdar’daki dernekte gerçekleşti. Bir cumartesi akşamı Ahmediye’de toplanan canlar arasında Bizim Yahya da vardı. “Nefret etme karga bülbül halinden/ yan gülün narına bülbüller gibi” diyen Hafız Yahya bizi bizden aldı, kendi denizimizde kendimizle yüzleştirdi.

Çay borcunu unutmadı

Kader 2004 yılında yeniden bizi İstanbul’da vazifelendirince Hafız Ahmet Efendi’nin huzuru bizim için Cumartesi akşamları bambaşka kapılara yol veren bir mekân oldu. O meş’um hastalığının daha ilk evreleri. Zaten ne ilk evrelerinde ne de son demlerinde Yahya Ağabeyin el-aman dediğine şahit olmadım.  Sonra kaderim 2006 yılının son aylarında Birdenbire dergisi ile buluşunca Yahya Soyyiğit Ağabeyle mesaim, muhabbetim kardeşi ve hastalığı sırasında asla terkini vermeyen İsmail Soyyiğit Ağabey üzerinden daha da kavileşti. Allah beni bir şeye, bir hâle şahit tutuyordu şüphesiz. Sabrın haline ve güzelliğine, sabırla dünyadan nasıl geçileceğine. Ah Yahya Ağabeyim ah, teslimiyet timsali ağabeyim eyvallah.

Hastalık bir anda ilerledi. Önce sağ elinde bir hissizlik başladı. Hemen doktorlarla görüşüldü, ameliyat için kararlar alındı. Gün geldi, ameliyat öncesinde Yahya Ağabey hastaneye yatırıldı. Sabah ameliyat günüydü. O gün canı çay istedi, hemen etraftaki evlere haber salındı, çay nasibi İlim Yayma Yurdu’ndan oldu. Ameliyattan sonra İlim Yayma Yurdu’nda konser verdi Yahya Ağabey. Çay borcunu böylelikle ödemiş oldu.

Bu hastalık o ilahiden sonra geldi

O dönemde Yahya Soyyiğit’in iyileşmesi için hem hal ile hem de kal ile dua eden insanlardan biri de Dr. Sevda Kural Hanımefendi oldu. Kader daha sonra onu Nöroloji mütehassısı yapacaktı. Sevda Hanım her şeye hazırlıklı olmamız gerektiğini, ameliyatın sadece bir açma-kapama işi bile olabileceğini bize söyledi de bu hale Yahya Ağabeyin en küçük kardeşi Osman da şahit oldu. Ameliyattan önceki gece herkes birbirini teskin ederken Osman ve fakir, bildiklerimiz içimizde saklı, sabır oduna Ya Hak diyerek odun taşıyorduk. Çaresiz susacaktık, sustuk da…

Cenazesine yetiştiğimde Yahya Ağabeyin başında beklemek susmanın hediyesi olarak Osman’a nasip olacak, ilk güzel olarak Osman’la sarılacak ve ağlaşacaktık. Sanki bunları biliyormuşçasına “kaderin karşısında eyvallah demek ne zormuş”u birbirimize sarılarak hal diliyle terennüm edecektik. Ameliyat günü Hanımanne, Hafız Ahmet Efendi’nin odaya kapandığından ve kimseyle konuşmadığından bahsettiler telefonda. Nasıl ki ameliyat sırasında efalini sahibine tevdi etmişse Hafız Yahya, Hafız Ahmet Efendi de müridi, sırdaşı Yahya için sükûnete bürünmüş, efalin sahibinin dua burcunda utanarak, sıkılarak meded u inayet tokmağını Ya Meded nidasıyla aralıksız vuruyordu.

İlk ameliyat başarılıydı şükürler olsun. Hemen arkasından kemoterapi için hastane koridorlarında üç kişiydik: Yahya Ağabey, İsmail Ağabey ve fakir. İsmail Ağabey koridorlarda sıra ve gün için koştururken fakir de Yahya Ağabey ile hastanenin bahçesinde sohbet etmiştik. İlk dilin ne bela bir dert olduğunun o gün kendisinin dil belasına uğradığını düşünen Yahya Ağabey’den öğrendim. Bu hastalık o ilahiden sonra geldi. Hastalık dediği nadir görülen bir beyin tümörü, ilahi dediği de şu idi:

mabudum illallah mevcudum illallah
senden gayrısı yok maksudum illallah
ya allah illallah ya subhan illallah
ne versen razıdır seyfullah illallah
nurumsun illallah varımsın illallah
gariplik illerde yârimsin illallah
dünyada illallah ahrette illallah
dağlarda deryada sahrada illallah

Bu sözleri söyledikten sonra dedi ki “biz ne seversen razıyız dedik, o da verdi.” Sarıldık, “deme Ağabey deme” dedim, “verdiyse Allah” dedim, “alsın, şifasını versin” dedim. Yine ağzından şu döküldü: “O bilir.”

“Sen geçen sayıda bizle ilgili bir şey mi duydun da Kilit adlı hikâyeyi yazdın?”

Yahya Ağabeyin hasta olduğu zamanlarda başka bir Allah dostu Selamsızlı Tevfik Efendi de son demlerindeydi. Ağrıları iyice artmıştı Tevfik Efendi’nin. Bir Cumartesi sohbeti sonrası Yahya Ağabeyle yanına vardık, iki kişi kaldılar odada. Ne konuştular bilmiyorum ama ikisi de gülüyordu biz tekrar odaya yanlarına girdiğimizde. Soramadım Yahya Ağabeye “neden güldünüz” diye. Bir vakit sonra Tevfik Efendi sırlandı bu âlemden.

Dergi zamanları Yahya Ağabeyin de bir yazısı olsun istedim Birdenbire’de. “Yazamam ama ne yapsak ki” dedi. “Ağabey” dedim, “sen anlat, ben not alırım, sonra birlikte düzeltir, düzenler, fakir de yayımlar.” Kabul etti, evinde misafir etti beni. O anlattı ben not aldım ve ilk metin böylelikle çıktı Birdenbire’de. Dedi ki o gün bana:  “Sen geçen sayıda bizle ilgili bir şey mi duydun da Kilit adlı hikâyeyi yazdın?” Baktım hanımından gözyaşı dökülüyor, aynısı Yahya Ağabeyin yanaklarında. Hikâyeyi burada anlatmam aramızdaki hukuk gereği münasip düşmediğinden fakire kalsın ama İsmail Soyyiğit Ağabeye bile sormuşlar “sen mi yazdırdın bunu” diye.

Dergiyle bağımız koptu. Şimdilerde Dünya Bizim’in yazarları arasında yer alan Zeynep İnan Hanım vazifeyi üstlendiler. Yahya Soyyiğit Ağabeyle son röportajı yapmak da Dr. Sevda Kural Hanımefendiye nasip oldu.

“Söyle İsmail’e, Kur'ân okumayı bıraksın, saygımdan ölemiyorum”

Hastalık hızlı seyretti. İkinci ameliyat geldi. Kemoterapiler derken Yahya Ağabey çok sevdiği neyini üfleyemez oldu çünkü sağ elini kullanmak nasibi olmaktan çıkmıştı. Son ameliyatından sonra sesi de gitmiş, yeniden dil öğrenir gibi ses talimlerine başlamıştı. Bu yoğun günlerde Bursa’da kendi kabuğuna çekilen fakire, biri yüz yüze olmak üzere iki defa daha Yahya Ağabeyle görüşmek nasip oldu. Ölmeden birkaç ay önce. 26 Temmuz 2010. Yine Hafız Ahmet Efendi’nin huzurunda. Efendisinin yanında Hafız Yahya Efendi, onun yanında da fakir.

Son görüşmemiz İsmail Soyyiğit vesilesiyle oldu. Gözleri kendisinden alınan ve sahibine teslim edilen Hafız Yahya Efendi duyuyor ama cevap vermekte bile zorlanıyordu. İsmail Ağabey teli kulağına tuttu. “Efendim Zekim” dediğini ve bana “Hakkını helal et” dediğini, “benden yana sana hakkım yok ama helaldir”i o dönmeyen diliyle söylediğini daha şimdi olmuş gibi hatırlıyorum. Son perdemiz bu oldu.

Bir sabah İstanbul’dan dönerken rüyama geldi Hafız Yahya Efendi. Dedi ki “söyle İsmail’e, Kurân okumayı bıraksın, saygımdan ölemiyorum.” Meğer son demleriymiş, İsmail Ağabey son görevini yapmak için Kur’an’dan ayetler okuyor Yahya Ağabeye. Son yolculuğunu Kamil Büyüker yine buradan güzel anlattığı için bize düşmez.

Hafız Yahya Efendi, bir Melami mürşidi, bendesi, Efendisinin gözdesi olarak, yaşadığı gibi dosdoğru, Kur’an’lar, ilahiler, salat u selamlar ve zikirlerle bu âlemden uğurlandı; biz de buna şahit tutulduk. Yazdıklarımız bu şahitliklerden bir teşehhüd miktarı sadece, ruhu için el-Fatiha…

Zeki Dursun yazdı

YORUM EKLE