Bir kitap şifacısı mücellid Rafet Güngör

Ölmeden önce yapacaklar listenize, bir mücellidi seyretmeyi de eklemelisiniz. Mücellidlik, günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş ata yadigârı bir sanat. Rafet Güngör bu sanatı hala icra eden birkaç kişiden biri. Neredeyse 40 yıldır bu sanatla meşgul. Kitapları çocuğu gibi seviyor. Derisinden kâğıdına, ibrişiminden mukavvasına, hattından tezyinatına kadar kitapların her ayrıntısına vakıf.

Bir kitap şifacısı mücellid Rafet Güngör

İslam medeniyeti, kutsal bir kitap üzerinde filizlenip yükseldiğinden bütün kitapları da baş tacı etmiş, hürmet göstermiş. Kitapla ilgili pek çok sanat ve zanaat dalı doğmuş bu hürmet ve muhabbetten. Mücellidlik de bunlardan biri.

Arapça bir kelime olan cild, “deri” anlamına geliyor. Kitapların sayfalarını korumak ve dağılmasına mani olmak maksadıyla yapılan deri kabın adı olmuş bu kelime zamanla. Kitapları deri ile kaplayan kişiye de mücellid denilmiş.

Kökeni Orta Asya’ya uzanan kadim bir sanat Türk cildcilik sanatı. Uygurlarla başlamış. Türkler, Çinlilerden kâğıt yapmayı öğrendikten sonra bu sanatla da ilgilenmiş. Türklerin yaptığı ilk cilt örnekleri 8. asra tarihleniyor. İslam cilt sanatının ilk örnekleri ise 10. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmış. Mesela Selçuklu yazmalarında kendine has cilt teknikleri kullanıldığı biliniyor.

Ancak cild sanatının İslam dünyasında şöhret bulmasında ve yaygınlaşmasında Memlûkların ayrı bir yeri var. Doğu Türkistan ve Orta Asya’dan getirilen Türk köleler bu sanatı Mısır coğrafyasına taşımış. Mücelidlik, Beylikler döneminden sonra Osmanlı’ya intikal etmiş ve konunun uzmanlarına göre, altın çağını da bu dönemde yaşamış. Sultan II. Mehmed döneminden itibaren mücellidlik bir saray sanatı olur. 

Osmanlı’da cildcilik bir saray geleneğidir

İlme ve kitaba meraklı olduğu kadar kitap sanatlarına da büyük ilgi duyan Fâtih Sultan Mehmed Han, sarayında bir Nakkaşhâne kurdurur. Edirne ve Anadolu’nun meşhur hattat, müzehhip ve nakkaşlarını burada toplar. Başlarına ise dönemin ünlü nakkaşı Baba Nakkaş geçer. Bu adet, diğer Osmanlı sultanları tarafından da devam ettirilir. Dolayısıyla Osmanlı’da cildcilik bir saray geleneğidir.

Bu zarif sanatın pek çok inceliği, kendine göre bir terminolojisi mevcut. Mesela cildler; teknik özelliklerine, kullanılan malzemeye ve tezyinatına göre birbirinden ayrılıyor. Yapıldıkları coğrafyaya göre Hatayî Arap, Rumî, Memlûk, Mağribî gibi farklı üslup adları alıyor. Yine Horosan, Buhara, Herat gibi başlıklar altında tasnif ediliyor. Anlayacağınız bugün bizim çok uzaklarına düştüğümüz incelikli kocaman bir dünya var burada.

Deri, kumaş, ebru, murassa ve lâke cildcilikte kullanılan temel malzemeler. Cildleri kullanılan bu malzemelere göre de tasnif etmek mümkün. Farklı teknik ve desenler kullanılması açısından deriden yapılan cildler özel bir ilgiye matuf.

Günümüzde, artık kaybolmaya yüz tutmuş, bu ata yadigârı saray sanatını icra eden çok az kişi var. Rafet Güngör bu ustalardan biri. Muzaffer S. İnanç, İSMEK El Sanatları dergisi için kaleme aldığı (sayı 14, 2012) “Süleymaniye Cilt Evi'nde Kitaptan Önce, Kapaktan Ziyade” başlığını taşıyan yazısında Rafet Güngör’ü anlatmış bize uzun uzun.

O bir kitap doktoru

Yazıdan öğrendiğimize göre Rafet Güngör, neredeyse 40 yıllık bir mücellid. Kitapları çocuğu gibi seviyor. Derisinden kâğıdına, ibrişiminden mukavvasına, hattından tezyinatına kadar kitapların her ayrıntısına vakıf. Elinden bugüne kadar binlerce eser geçen Güngör, önce Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde sonra da Süleymaniye Kütüphanesi’nde kitap doktorluğu yapmış. Yani hasar görmüş, dağılmış kitapların tamiriyle ilgilenmiş.

Biraz geriye gidelim. Liseden mezun olduktan sonra Güngör, 1969’da Süleymaniye Kütüphanesi’nin memurluk sınavını kazanarak burada memur olarak çalışmaya başlar. İyi derecede Osmanlıca ve Arapça bildiği için tasnif işiyle görevlendirilir. O sıralarda mücellid İslam Seçen ile tanışır ve hayatı bambaşka bir mecraya akar. Kendisiyle görüştükçe mücellidlik sanatının büyüsüne kapılır ve öğrenmeye başlar. Bunun için hat meşk eder, ebru dersleri alır, bir yandan da kütüphanedeki memuriyetini devam ettirir. İcazetini alamamış olsa da hat sanatında üstadı Hamid Aytaç.

Cildciliğin yanı sıra kâğıt tamirine de merak saran Güngör, 1989 yılında UNESCO’nun davetiyle Suriye’ye gönderilir. Vazifesi İbn-i Asakir’in Tarihu’l-Medinet-i Dımaşk adlı eserini tedavi etmektir. 40 kişilik bir ekiple gece gündüz çalışarak hem bu meşhur kitabın hem de kütüphane kötü durumda bulunan pek çok kitabın tamirini yapar.

Dünyanın en büyük Kur’an’ını ciltler

İstanbul’a döndükten sonra aynı işi yapması için önce Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde ve sonra da Süleymaniye Kütüphanesi’nde görevlendirilir. Kurduğu bir ekiple kütüphanedeki hasar görmüş, yıpranmış ve cildi dağılmış eserleri yok olmaktan kurtarır. Ölmeye yüz tutan eserleri hayata döndürür.

Bu işi büyük bir özveri ile yaklaşık 10 yıl yaptıktan sonra emekli olur. Olur olmasına da boş duramaz. Vefa'da kendi atölyesini açar ve kitapları şifalı ellerinden mahrum etmez. Bir taraftan da bu kadim sanatın yaşayabilmesi için kendisine varisler yetiştirir.

Bir gün telefonu çalar ve “40 yıllık meslek hayatımın zekâtı” şeklinde tanımladığı bir iş teklifi alır. Dünyanın en büyük Kur’an-ı Kerim’ini ciltlemesi istenir kendisinden. Söz konusu Kur’an, Afganistanlı Nadirhan sülalesinden Hacı Seyyid Masur el-Nadirî’nin talebi üzerine hattat Muhammed Sabur ve 10 kişilik ekibi tarafından yazılmış. Tamamlanması tam 5 yıllarını almış. Rafet Güngör bu tekliften şeref duyar ve hemen işe koyulur.

Bir rüya ile gelen çözüm

Rafet Güngör’ün tamirinde en çok zorlandığı eserlerden biri Muhammed Şemseddin Sivasî Efendi'nin Delâil-i Hayrât’ı imiş. Bu meşhur eser Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştığı yıllarda gelir önüne. Sonrasını kendisinden dinleyelim: “Delâil-i Hayrât’ı nasıl onaracağımı bir türlü bilemedim. Kumaş olsa, deri olsa dikeceğim ama bildiğin gümüş plaka. Düşünürken uyuklamışım. Rüyamda hocamı gördüm. Karnı yarılmıştı ve ben hocamın karnını dikiyordum. Uyanınca levhanın küflerinin arasında delikler gördüm. O deliklerden itinayla diktim.”

Mücellidlerin yaptığı işle azıcık ilgilenmek bile, bu sanatın nasıl bir kültürel zeminden neşvünema bulduğunu anlamaya yetiyor. İnce işçilik isteyen bu sanat, incelmiş zevklerin ve kitabı baş tacı eden bir zihniyetin meyvesi.

Bu sebeple ölmeden önce yapacaklar listenize, bir mücellidi seyretmeyi de eklemelisiniz. Zira sayıları çok az. Bunu nerede yapabilirim derseniz, Vefa’daki Süleymaniye Cilt Evi’nde Rafet Usta’yı rahatlıkla ziyaret edebilirsiniz. Kapısı herkese açık.

Munise Şimşek

YORUM EKLE
YORUMLAR
nurcihan
nurcihan - 5 yıl Önce

Kendisini hocam ile ziyaretine gittik. Hocamla aynı zamanda mazisi uzun dostluğu vardı. Kış mevsimiydi çay ikram etmişti. Atölyesine girince kendinizi etrafa bakmaktan alıkoyamıyorsunuz. Anilarını anlatmış ,sohbet ehli bir zattı. O günün tadı damağımda kalmıştı.