Bir Osmanlı mirası: Mehter

Mehter, düşman tarafından dehşet verici bir ses olarak algılansa da Osmanlı halkında huşu duyguları uyandıran bir haykırıştı. Mehterin sesi her Müslümana orada güven ve selamette olduğunu hissettirir, mazlumların gözyaşlarını dindirir, İslâm’ın şanının yükseleceğini ve Müslümanların bir ümmet olduğunu hatırlatırdı. Çünkü Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi Peygamberin sancağı nerede dalgalanıyorsa mehter oradaydı. Kübranur Özbey yazdı.

Bir Osmanlı mirası: Mehter

Mehter denilince hepimizin zihninde büyüklerimizin bize namelerini öğrettiği, millî ve manevî duygularımıza dokunarak bizi âdeta tarihte zaman yolculuğuna çıkaran, kalplerimizi heyecanla dolduran ve hayranlıkla izlediğimiz bir musiki takımı canlanır. Günümüzde görsel bir şölen olarak sunulan mehter, geçmişte gök gürültüsüne benzer bir ses ile düşmanın moralini bozmak, savaş motivasyonunu kaybetmesini ve bu sayede savaşın en kısa sürede bitirilmesini sağlamayı amaçlamaktaydı. Beethoven’dan Mozart’a pek çok müzisyeni etkileyerek onlara ilham kaynağı olan mehterin tarihi ise yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.

Ceddin deden, neslin baban

“Ceddin deden, neslin baban
Hep kahraman Türk milleti
Orduları pek çok zaman
Vermiştiler Dünya’ya şan”

Bugün bile dinlediğimizde içimizde coşkun bir his uyandıran mehter, yüzyıllar boyunca savaşlarda askerlerimizi motive edip savaşı kazanmalarında, düşmanın ise motivasyonunu düşürerek savaşı kaybetmesinde önemli bir psikolojik etken olarak rol oynamıştır. Farsçada “Daha büyük, en büyük” anlamına gelen “Mih-ter” kelimesinin Türkçeleşmiş şekli olan mehter[1], Türklerin âdeta bir simgesi hâline gelerek bir ant, bir dua, bir niyaz hatta bir haykırış olarak adından söz ettirmiştir. Dünyanın en eski askerî bandolarından biri olarak kabul edilmiş, İslâmiyet’ten önceki Türk devletlerinin de vazgeçilmez gelenekleri arasında yer almıştır. Asr-ı Saadet döneminde de cahiliye Araplarının askerlerini coşturmak için savaşlarda def çalıp kahramanlık şiirleri okuduğunu, Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de Bedir ve Uhud gazvelerinde bu uygulamayı sürdürdüğünü görmekteyiz.  

Osmanlı’da ilk mehter

Osmanlı’da mukaddes bir konuma sahip olan mehter; bağımsızlığın, devlet varlığının önemli bir göstergesiydi. Savaş meydanına ilk giren ve en son ayrılan askerî birlikti. İlk Türk Devleti Hunlar’a kadar dayanan askerî müzik geleneği, Selçuklularda da devam etmişti. Osmanlılarca ilk mehter nevbeti (Konseri) ise Bilecik’in bir kasabası olan Söğüt Meydanı’nda Osman Gazi ve silah arkadaşlarının huzurunda gerçekleşmiştir. Bu nevbet sonrasında Osmanlı’nın hazarda ve seferde çok büyük hizmetler verecek olan mehter takımı kurulmuş oldu. Bu tarihten itibaren artık nevbet vurulurken bütün padişahlar Selçuklu hükümdarına hürmeten ayağa kalkarlardı.

Surlarda mehter yankılanıyor

“İstanbul mutlaka fethedilecek. Ne mutlu onu fethedecek askere ve o askerin emirine.”[2] Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) Hadis-i Şerifindeki müjdesine mazhar olup çağ açıp çağ kapatan Padişah, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethi esnasında da elbette mehterin rolü büyüktü. Fethin devam ettiği bir sabah Fatih Sultan Mehmet şafakla beraber topçularının yanına gitmiş, toplar atılırken Okmeydanı’da durmuş binlerce ulema hep bir ağızdan tekbir getirmeye başlamış, yüzlerce davul ve zurnadan oluşan devasa bir mehteran takımı Osmanlı ordusuyla beraber savaş meydanına iştirak etmişti. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul surlarının önüne geldiğinde 300 kişilik mehter takımı durmadan çalıyor, Okmeydanı’ndaki ikinci mehter takımı da gök gürültüsünü andıran korkunç ve insanın içini ürperten sesler çıkararak topların seslerini bile bastırıyorlardı. Surlar yıkılıp İstanbul fethedildiğinde Fatih Sultan Mehmet, atının sırtında şehre girerken yüzlerce kişilik mehteran coşkuyla yine bu kutlu güne eşlik etmekteydi.

Bir niyaz olarak mehter duası

Mehteri yalnızca savaş meydanlarının olmazsa olmazı diye düşünürsek haksızlık etmiş oluruz. Çünkü mehter aynı zamanda padişahın cülûslarında, kılıç alaylarında, zafer haberi geldiğinde ve arefe divanlarında, şehzade ve sultanların doğum ya da sünnet düğünlerinde de vurulurdu. Ayrıca gündelik hayatta mehter, Beykoz, Anadoluhisarı, Üsküdar gibi İstanbul’un semtlerinde geceleri yatsı namazından sonra ve sabah namazından önce insanları uyandırmak için görev alırdı.

Birçoğumuz mehteri yalnızca davul, zurna, ziller gibi çeşitli müzik âletlerinden oluşan bir musikiden ibaret zannetsek de mehter nevbetlerinde “Gülbank” denilen özel bir dua da okunurdu. Gündelik icranın belirli yerlerinde sazendelerin “Allah”, “Yallah”, “Allah-u Ekber”, “Haydır Allah”, “Yekdir Allah”, “Ya Fettâh” gibi Allah’ı öven sözleri haykırarak söylemeleri, ezgi cümlesinin tekrarlandığı yerlerde de hep bir ağızdan “Hû” çekmeleri bütün inananların imanını tazelerdi.[3]

Mehterin akıbeti

Osmanlı Devleti’nin kurulduğu günden itibaren asırlarca Türk ordusuna savaşta eşlik etmiş, askeri yüreklendirip düşmanı sindirmiş ve Osmanlı Devleti’nin sembolü hâline gelmiş olan mehter, bağlı olduğu Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında “Vak’ayı Hayriye” olayı ile II. Mahmud tarafından kapatılması sonrası itibarını kaybetmiş ve yok olma süreci başlamıştır.[4] Mehter, uzun bir aradan sonra 1914 yılında Ahmet Muhtar Paşa tarafından “Mehterhâne-yi Hâkānî” adıyla yaşatılmaya çalışılsa da bu durum çok uzun soluklu olmamış, Cumhuriyetin ilanını müteakip, Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey tarafından Osmanlı’yı hatırlattığı için tekrar kaldırılmıştır. 1952 yılına gelindiğinde ise dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kralın cenazesine iştirak için gittiği bir Londra gezisinde İskoç tarihî bandosuna hayranlığını gizleyememiş, Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut’a “Bizde de böyle bir şey kurulamaz mı?” demiştir. Bu teklif üzerine Nuri Yamut, tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’ya mehterin ihyasını teklif etmiş, bu teklifin kabul görülmesi üzerine mehter, İstanbul Harbiye’deki Askerî Müze’de orduya bağlı olarak yeniden kurulmuştur. Bugün ise kültürel mirasımız olarak varlığını sürdürmektedir.

İşte musiki diye buna derler

Budapeşte ve Viyana vasıtasıyla mehtere âşina olan Avrupalı bestecilerden Mozart, Haydn, Gluck ve Beethoven, bu ilhamla “Türk Marşı”nı bestelemişlerdir. Wagner’in mehter konserini dinledikten sonra heyecandan kendisini tutamayarak “İşte musiki buna derler.” dediği bilinmektedir. Cumhuriyet devrinde dünyanın pek çok şehrinde verilen konserler fevkalade alaka çekmiş; gazeteler “Osmanlı Avrupa’yı fethetti.” diye başlık atmışlardır.[5]

Mehter her ne kadar düşman için dehşet verici bir ses olarak algılansa da Osmanlı halkında huşu duyguları uyandıran bir haykırıştı. Mehterin sesi her Müslümana orada güven ve selamette olduğunu hissettirir, mazlumların gözyaşlarını dindirir, İslâm’ın şanının yükseleceğini ve Müslümanların bir ümmet olduğunu hatırlatırdı. Çünkü Evliya Çelebi’nin de belirttiği gibi peygamberin sancağı nerede dalgalanıyorsa mehter oradaydı.

Kübranur Özbey

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi

Hüma Dergisi, sayı:7, Mart-Nisan

Dipnot:


[1] Nuri Özcan, İslam Ansiklopedisi, 2003, 28/545-549

[2] Ahmed bin Hanbel, IV, 335

[3] Bir Güç ve İcra Gösterisi Olarak Mehter, Eugenia Popescu

[4] A. Selçuk Bayburtlu, Türklerde Askeri Müzik Tarihi Hakkında Bir İnceleme

[5] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Yeniçeri Avrupa’yı Yeniden Fethetti

YORUM EKLE
YORUMLAR
Şinasi
Şinasi - 1 ay Önce

"Bir ant, bir dua, bir niyaz ve bir haykırış olarak" mehter... Özlü ama bütünü kapsayan bir tanımlama. Teşekkürler.