IV. Murad’ın vefatı üzerine 9 Şubat 1640 Perşembe günü, Osmanoğulları’nın on sekizincisi olarak yirmi beş yaşı içinde tahta çıkan Sultan İbrahim, I. Ahmed’in oğlu ve IV. Murad’ın en küçük kardeşidir.
I. Ahmed’in diğer evlatları Süleyman, Kasım ve Bayezid sarayda boğdurulduğundan ve IV. Murad’ın erkek çocukları hep küçük yaşta öldüğünden, ağabeyi IV. Murad’ın vefatıyla saltanat yolu, hanedanın yegâne erkek evladı Veliaht-Şehzade İbrahim’e açılmış ve böylece biraz da tesadüflerin yardımıyla Sultan İbrahim tahta çıkmıştır.
Yirmi beş yaşına kadar sarayda devamlı bir ölüm korkusu ile yaşayan ve bu yüzden cülûsunda müzmin bir başağrısı ile asap bozukluğundan şikâyetçi olan Sultan İbrahim’in 9 Şubat 1640 tarihinden 8 Ağustos 1648 Cumartesi gününe kadar sekiz sene, beş ay, yirmi sekiz gün devam eden saltanatında, devşirme vezirlerle haremdeki hasekilerin korkunç faaliyeti görülmüş, Sultan İbrahim, sözde tedavi kastıyla bu güruh elinde kalmıştır.
Meşhur “Cinci Hoca” bu devirde saraya hulûl ile şöhret ve servet sahibi olmuş, bilhassa Vezir-i A’zam Semin Mehmed Paşa ile padişahın anası Kösem Sultan’ın Sultan İbrahim üzerindeki tesirleri pek feci olmuştur.
Saltanatının ilk yıllarında, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı sadâret makamında tutmak basiretini gösteren Sultan İbrahim, gerek bu vezir-i a’zamın gerek Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin müspet tutumlarıyla devleti ağabeyi devrindeki düzenle idareyi becerebilmişse de Cinci Hoca’nın melanetiyle Kemankeş Kara Mustafa Paşa idam olunmuş, bu idamdan yirmi yedi gün sonra şeyhülislâmın da vefatıyla devlet idaresi tamamen devşirmeler eline geçmiştir.
İşte Semin Mehmed Paşa’nın Sultan İbrahim üzerindeki korkunç tahribatı bu devrede görülmüş ve bu vezir-i a’zam, Sultan İbrahim devri çılgınlıklarında mühim rol oynamıştır.
Sultan İbrahim’le bu Sadrazam Semin Mehmed Paşa arasında geçen aşağıdaki konuşma, devletin o yıllarda ne tıynetteki kimseler elinde kaldığını tespit bakımından mühimdir.
Sultan İbrahim’in, “Lalam, Kara Mustafa Paşa gâhî bana itiraz edip ‘Bu iş nâma’kuldür!’ derdi; senden hiç ânın gibi söz sâdır olmadı. Cümle kelâmın ‘Sadaka l-emîr!’ kaidesine binâ olduğunun aslı nedir?” sualine, bakınız bu Semin Mehmed Paşa nam hain ne cevap veriyor: “Siz yeryüzünün halifesi, zıllullâhsınız (Allah’ın gölgesisiniz), zamîr-i münîrinize lâyih olan havâtır fi’l-cümle ilhâm-ı Rabbânî’dir (hatırınıza ne gelirse Tanrı ilhamıdır) ve kavlen ve fiilen sizden bî-hûde hata zuhûr eylemez ki i’tirâza mecâl ola!”
Sultan İbrahim devrine işte bu tip kimseler hâkim olmuş ve bu çeşit telkinler sonunda, Sultan İbrahim, saltanatının ilk yıllarında hatt-ı hümâyûnlarını, “Eğer bir yanlış yazdım ise bildiresin!” diyerek gönderir iken birdenbire değişivermiştir.
Padişahtaki bu âni değişikliği inceleyen İsmail Hami Bey, Kronoloji’sinde, “IV. Murad’ın on altı sene, dört ay, yirmi dokuz gün süren saltanat devrinin her dakikasını kement bekleyerek ve her ayak sesini cellatların ayak sesleri zannederek ecel buhranları içinde geçirdikten sonra hiç ummadığı bir anda birdenbire kendisini mutlak bir kudretin rakipsiz sahibi vaziyetinde gören Sultan İbrahim’in bütün çılgınlıkları, şehzadelik esaretiyle padişahlık hürriyeti arasındaki tezadın hâsıl ettiği ruhî sarsıntılarla izah edilebilir. Hayatının sonuna kadar çektiği ‘hafakan ve sevdavî illet’ işte bunun neticesidir. Sultan İbrahim’in ruhî bir tedavi ihtiyacından dolayı Cinci Hoca ile diğer bir takım üfürükçüler devletin başına musallat olmuş, Osmanlı hanedanında kendisinden başka erkek kalmamış olmasından dolayı da neslin devamını temin için vezirlerden valilere kadar bütün devlet adamları kendisine güzel cariyeler takdim ederek baştan çıkmasına sebep olmuş, nesli inkırazdan kurtulmuşsa da muhtelif Şark ve Garp milletlerine mensup olan hasekilerle cariyeler Sultan İbrahim’i sonsuz bir sefalet girdabına sürüklemiştir. Devletin bütün varidatını yuttuktan sonra memuriyetlerin bile tevcihine sebep olan saray israfatı işte bu yüzdendir.” diyor.
Sultan İbrahim’in, cülûsunda şikâyetçi olduğu asap bozukluğu ile müzmin baş ağrısı -ne hikmetse- bazı tarihçilerce(!) “deli”liğe kadar götürülmüş ve yukarıya aldığımız İsmail Haini Bey’in tespit ettiği gerçekler incelenmeden, çalakalem yazılan eserlerde(!) hayalî türlü vakalarla Sultan İbrahim ve devri karikatürize edilmiş, hatta bu yazılanlar, sonraları yerli-yabancı birçok muharrirlere mevzu olarak çeşitli roman ve piyesler yazılmıştır.
Bu yazılanlara, devrin şeyhülislâmı Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’nin Zeyl-i Ravzatu’l Ebrâr’ı kaynak olmuştur ki bu eserin sahibi şeyhülislâm, Sultan İbrahim düşmanlığıyla maruftur ve Hammer dahil bütün tarihçiler, şeyhülislâmın hislerine mağlup olduğunda ittifak etmişlerdir.
Tahta çıktığı gün “Elhamdulillah yâ Rab ki benim gibi za’îf kulunu bu makama layık gördün. Yâ Rab! Eyyamımda (saltanatım sırasında) ümmeti (milleti) hoş-hâl eyle ve birbirimizden hoşnûd eyle!” diyerek şükür ve niyazda bulunan Sultan İbrahim, saltanatının bir devrinde Semin Mehmed Paşa gibi dalkavukların ve anası Kösem Sultan’ın telkiniyle bazı aşırı hareketlerde bulunmuşsa da iddia edildiği gibi “deli” değildi.
Ahmed Refik adlı tarihçi(!), Sultan İbrahim’in devr-i saltanatına “Samur Devri” demektedir. Hâlbuki devrin Vezir-i A’zamı Rum asıllı Hezârpâre Ahmed Paşa, bu “samur” meselesinin kahramanıdır.
İhdas ettiği “Samur ve Anber Vergisi” ile Yeniçeri Ocağı’nın isyanını hazırlamış, hatta bu sebepten azledilip cesedi parçalanmıştır. Böyleyken Sultan İbrahim’in samur iptilası dillere destan olmuş ve işte, yukarıda görüldüğü gibi bir tarihçi(!) o devre “Samur Devri” diyebilmiştir.
Sultan İbrahim, bu idam edilip cesedi paramparça olunan Hezârpâre Ahmed Paşa’dan sonra sadârete getirilen “Sofu” lakabıyla meşhur Koca Mehmed Paşa devrinde hal’ edilmiştir. Hezârpâre Ahmed Paşa’nın ihdas ettiği “Samur ve Anber Vergisi” dolayısıyla ayaklanan ocak ağalarına ilmiyye sınıfı da katılmış ve Fatih Camii’nde toplananların başında bulunanlar Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’yı dinledikten sonra Sultanahmed meydanına ilerleyip sarayı muhafazaya memur bostancıbaşıyı elde ederek hal’i gerçekleştirmişlerdir.
Hal’i tebliğe memur heyeti “Bre hainler! Pezevenkler!” diyerek tahkir eden Sultan İbrahim’le Karaçelebizade Abdülaziz Efendi arasında çok sert bir konuşma cereyan etmiş ve bu konuşma esnasında Karaçelebizade, velev ki mahlû’ da olsa bir padişaha söylenemeyecek sözler sarf etmiştir. İşte Sultan İbrahim devrini karikatürize eden yazarların hemen hepsi, bu adamın yazdığı Zeyl-i Ravzatu’l Ebrâr adlı eseri kaynak edinmişlerdir ki bu eserin sıhhatini şu yukarıdaki olay ortaya koymaktadır.
Hal’ olunan Sultan İbrahim, iki cariyesiyle beraber sarayın bir odasına hapsedilmiş, bu odanın kapı ve pencereleri tamamen örülüp sadece yemek alıp vermek için küçücük bir delik bırakılmıştır.
Sultan İbrahim bu odada on gün kalmış ve bu müddet içinde devamlı bağırıp çağırarak feryat etmiş, küfürle karışık tehditler savurmuştur.
Mahlû’ padişahın tekrar cülûsu için girişilen bazı teşebbüsler dolayısıyla hal’ erkânı, başta Kösem Sultan olmak üzere Sultan İbrahim’in idamına karar vermişlerdir ki Kösem Sultan’ın iktidar hırsıyla evladına kıyması tarihin nefretle kaydettiği bir gerçektir.
Kösem Valide Sultan’ın arzusu üzerine bazı yeniçeri ağalarıyla Sadrazam Koca Mehmed Paşa ve şeyhülislâm, yanlarına meşhur cellat Kara Ali’yi alarak 18 Ağustos 1648 Salı günü Sultan İbrahim’in hap solunduğu odaya giderek kementle boğdurmak suretiyle mahlû’ padişahın işini bitirmişlerdir!
Otuz üç yaşı içinde idam olunan Sultan İbrahim, Ayasofya avlusuna, amcası Sultan Mustafa’nın yanına gömülmüş ve yedi yaşındaki oğlu IV. Mehmed tahta çıkarak Kösem Valide Sultan “Saltanat Nâibesi” olmuştur.
IV. Mehmed çocuk yaşına rağmen babasının idamıyla ilgili yetmiş şahsı tespit ederek bilahare bunların cümlesini ortadan kaldırmasını bilmiştir.
Evlat katili Kösem Valide Sultan ise bir müddet saltanattan sonra günün birinde bir perde ipiyle boğdurulmuştur.