‘Şehir uzanmış uyuyan bir anne gibi. Bizler o uyurken evin altını üstüne getiren çocuklar’

‘Şehir uzanmış uyuyan bir anne gibi. Bizler o uyurken evin altını üstüne getiren çocuklar’

Şehrin görünmez köşeleri

Şehrin bilmediğimiz köşeleri var. Rüzgârlar biliyor, belki hayvanlar biliyor, belki akıl sahipleri biliyor. Şehrin bir yerinde buluşan insanlar var, ayrılmak için. Bu dünyaya veda edenler, son kez uzanıp yatmış, bir başka yerinde. Çocuklar oynasın sevinç çığlıklarıyla diye gülümseyen köşeleri var şehirlerin. Bak şurada durdu çocuklar, birazdan maç yapacak. Annesinin gelişini bekliyor bir çocuk, pencere kenarında. İşten çıkarılan insanlar, evdekiler bilmesin diye, her gün şehrin bu köşesinde durup boşluğa bakıyor.

Şehrin çay içilecek bir köşesi, yemek yenecek bir başka köşesi ve bu köşeler arasında yürünecek bir yol hayal edin. O yolun sağına soluna unutkanlıklar, neşeler satan dükkânlar koyun. İnsanlar ödünç alsın, yol kenarındaki bir ağacın dalına konmuş kuşun şarkısından, birini sevmenin iç yakan sesini. Şu tepeye çiçekler ekelim. Çiçeklere bakan insanlar, kırdıkları bir kalbi hatırlasın. Hemen yanında kahve pişirsinler, kalbi kırıklar oturup barışsın orada…

Buradan kıvrım kıvrım ilerleyen bir yolda, evlerin arasında yürü[1]sün. Kaybolsun, yorulsun insanlar. Orada şehrin yorgunluktan bitap düşmüşleri için oturup soluklanacak bir yer olmalı. Bir çeşme olmalı. Bu çeşmeye isim verecek bir şair otursun, şu sokakta. O şairin sevdiği bir kız olsun, yürüyüp gitmiş belki bir başkasıyla. Onunla bir daha karşılaşmaktan korkan biri daha olsun şu otobüs durağında bekleyen. Aynı şehirde birbirini yanından geçip birbirini görmeden yaşayan Leyla ve Mecnunlar için yörüngeler vardır. Şurada bir kız çocuğunun saçlarını tarıyor annesi. Şurada bir kasiyer para üstü verirken kendini de koydu poşete. Dışarıda olmayı özlediği yere doğru baktı, penceresiz duvarları delerek.

Leyla ile Mecnun bir gün aynı vapura biner. Aynı martılara simit atar ve aynı rıhtımda iner. Mecnun bir camiye girer, Leyla bir kitapçıya. Şehrin köşeleri arasında görünmez bir def gerilir. Orada bir gönül teli vardır. Bir köşenin kimyasını diğer bir köşeye taşıyan birileri vardır. Bazen bir deli, bazen bir kedi. İşsiz genç de martılara atmadı bir parçasını simidin oturdu parkta yerken boğazına düğümlendi. Yere düşen kul hakkını alıp uçan bir güvercin onu bir başka köşesi[1]ne bıraktı şehrin. Onu yemeye gelince börtü böcek, dengesi değişir şehrin.

Şehrin hayvanları bilir, nerededir durmaları gereken yer. Orada olmak için, sonra bir başka yerde olmak için, yerini sevmek için her gün uyanırlar. Şehrin çiçekleri, şehrin ağaçları, şehrin daha başka acayip mahlûkları sevmek için o köşeyi elinden geleni yapar. İnsandır inşa eden, yıkan, onaran, örten, dağıtan, toplayan. İnsan şehrin köşelerinde bir oyun oynar. Zamanın peşinden koşan insanlar, kaderinden kaçan insanlar şehrin köşelerinde çırpınan balıklar gibidir. Havada rüzgârın savurduğu, rengarenk yapraklar gibidir insanlar

Şehrin melekleri vardır, şehrin sahipleri vardır. Onları ziyaret eden insanlar için yollarda ritim tutan, bu aşk müziğine eşlik eden evler, köpekler, meczuplar vardır. Bir gün çıkar gelir diye, kimsenin bilmediği bir yol vardır.

Şehrin muhabbet köşeleri, işini severek yapan insanlar için bekleyen yuvalardır. Aşıklar, garipler bir boşluğu iter, bir boşluğu bırakarak arkalarında. El sallayan insanlar köşesini gördün mü şehirde? En çok ayrılık rüzgârı burada eser. Bu rüzgâr mahvederdi şehri, kavuşan insanlar ve sevinç rüzgârları da orada olmasa.

Kavga eden insanlar, şehrin dağlarından kopmuş taşlar gibi, çarpar birbirine. Yara bere içinde susan, kardeşlerini arayan insanlar köşesini gördün mü? İftira edenlerin, gıybet edenlerin kaldırımlarda açtıkları oyukları gördün mü? İnsanlar satmak için evler yapıyor, yaşamak için olmalıydı oysa. Bunu düşündü bir mimar, bir şehri sevmek başka onu ele geçirmek kirletmek başka.

Şehrin en güzel evleri güneşin ışıklarıyla gülümser. Şehrin en güzel evleri, etrafında çocukların oynadığı evlerdir. Şehrin selam verilen, dua edilen mezar taşları olmazsa şehir yaşayan mezar taşları bulur getirir. Selam almayan insanlara dua edin. Bunlar onlardır işte. Yalan söyleyen insanlar köşesi, şehrin ortasında bir çukurdur. Elinde olmadan yolunu çevirir, etrafından dolaşırsın. Kötülük köşesi, bir gün çamur, bir gün yıkık, bir gün yanık, bir gün çürük, sonra fosforlu, pırıl pırıl, bayat, makyajlı yutar kendine geleni. Çıkmaz sokak başka. Şehrin çıkmaz sokakları, sevenleri ayıranların kendi kalplerine kazık çaktığı yerlerdir belki de.

Şehrin melekleri vardır, şehrin sahipleri vardır. Onları ziyaret eden insanlar için yollarda ritim tutan, bu aşk müziğine eşlik eden evler, köpekler, meczuplar vardır. Bir gün çıkar gelir diye, kimsenin bilmediği bir yol vardır. Şehrin yüzü sabahları edilen dualarla yıkanır. Biri çı[1]kıp torunları, çocukları için masal anlattığında, kapandıkça yumurcakların gözleri tatlı tatlı, şehir de uyur böylece. Şehrin insanları şehrin ruhudur, tuğlasıdır, tozudur. Güzel insanlar yetiştiren, şehri onarır. Her şehrin bir ruhu vardır. Onu hisset ve bir parçası olduğunu unutma.

Bülent Ata,

Şehir ve Düşünce Dergisi, Sayı: 6

YORUM EKLE