Divanlar ne anlatır?

600 yıllık bir döneme adını verdiğimiz divanlar ne anlatır? Bir şairin divanında neler vardır? Divan için bir şairin tüm şiirlerini içine alan kitap demek yeterli midir? Ali Bal cevaplıyor.

Divanlar ne anlatır?

Türk edebiyatı içinde şiirin yeri diğer edebî mahsullere nazaran daha imtiyazlıdır. Edebî metinler içinde şiire ayrılan yer ile şairlerin genel edebiyat tarihimiz içindeki durumu da böyle bir imtiyazın olduğunu gösterir durumdadır. Zira edebiyat tarihinde ismi geçen sanatçılara baktığımızda en çok şairlere veya şairliği öne çıkan sanatçılara şahit oluruz. Edebiyat tarihimizin 600 yıllık birikimine baktığımızda da “şiir ve şair” öne çıkar. Edebiyatımız âdeta şiir tarihi, şairler geçidi gibidir. Bahsedilen dönem içinde Osmanlı kültür coğrafyasında vücuda gelen Divan edebiyatı da aslında genel itibariyle şiirden oluşmaktadır. Çünkü bu dönemi kapsayan edebiyatımıza da “Divan edebiyatı” denilmesi boşuna değildir. Divan ise başlı başına “şiir” demektir, şairin dünyası demektir.  

Bu minval üzere düşündüğümüzde “divan” kavramının kuşatıcı bir anlamı ihtiva ettiğini görürüz. Peki, 600 yıllık bir döneme adını verdiğimiz divanlar ne anlatır? Bir şairin divanında neler vardır? Divan için bir şairin tüm şiirlerini içine alan kitap demek yeterli midir? Bu soruları çoğaltmak mümkündür.   

Divan edebiyatı çalışmaları daha çok nazım alanındadır. Birçok Divan edebiyatı araştırmacısı çalışma alanı olarak nazmı, yani şiiri seçmiştir. Çünkü edebiyata dâir ne varsa şiirde vardır. Edebî metinlerimizi değerlendirdiğimizde hayal, imge, mecaz, sanat, kurgu, dil, üslûp bakımından da şiirimiz daha üstündür. Şiirimizin sanat itibariyle nesrimizden daha üstün olduğu iddiasını da dile getirebiliriz. Tabii ki bu tez Osmanlı dönemini kapsayacaktır. Tanzimat ile birlikte doğan modern edebiyatımız içinde değerlendirdiğimizde bu tezimiz zayıflayabilir ama yine de edebiyat deyince zihinlerde “şair ve şiir”  ilk sırayı alacaktır.

Divan şairlerinin dünyasını divan tahlilleriyle anlamaya başladık

Divan edebiyatı çalışmaları son yıllarda artmıştır ama yine de bu edebiyatımızın “gazel edebiyatı” veya kalıplaşmış mecazlı ifadelerden oluşan ve monoton bir söyleyişten ibaret edebiyat olduğu algısı, ön yargısı düzeltilememiştir. Bu aslında bir haksızlıktır. Divan edebiyatı, sanıldığı gibi toplumdan soyut, tekrardan oluşan, kalıplaşmış bir edebiyat değildir.  Bu düşünceler ışığında bir divanın muhteviyatına bakmak icap eder.  

Edebiyata bakışımız, tenkit kültürümüz, edebî metinleri tahlil tecrübemiz, mukayese tarzımız maalesef daha yeni sayılabilecek dönemlerde gelişme göstermiştir. Fuat Köprülü ile başlayan edebiyat araştırmalarımız, benimsediğimiz ilmî metotlar kapsamlı bir mukayeseye ihtiyaç duymaktadır. Köprülü ile başlayan araştırma sahamızda bugün  “divan tahlili”  adıyla yapılan çalışmalar neticesinde divan şairlerinin dünyasını ve divan şiirini tanıma imkânı bulduk. Divan tahlilleri ile divan şiirinin sanıldığı üzere soyut ve hayattan kopuk şiir olmadığını da öğrenmiş olduk. Ali Nihat Tarlan ile başlayan tahlil çalışmaları onun öğrencileri tarafından devam ettirilmiştir. Yapılan bu çalışmaların bile yetersiz olduğunu, metot bilgisi eksikliğinden dolayı divan şiirinin tam anlaşılamadığını Prof. Dr. Tunca Kortantamer şöyle ifade etmektedir: “Modern yaklaşımlar ile eski edebiyatı incelemeye kalkışanlar arasında ise bu edebiyatın dilini, fikri ve duygusal zeminini doğru dürüst tanıyanlar çok az olduğu için ve bilenlerin bir kısmı da hâlâ bazı saplantılardan kurtulamadıkları için çağdaş Batılı anlamda ve seviyede dil ve üslub incelemeleri veya metin tahlilleri yok denecek kadar azdır.” (Prof. Dr. Tunca Kortantamer, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara 1993,s.10)

Divan tahlilleri hakkında M. Ali Yekta Saraç’ın “Divan Tahlilleri Üzerine”  IX. Millî Türkoloji Kongresi’nde (15-17 Eylül 1997, İstanbul)  sunulan kapsamlı tebliği de bu sahada yapılan ilk çalışmalar hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan'ın “Şeyhi Divanını Tedkik” (İstanbul, 1964) ve sonrasında Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu'nun “Necati Bey Divanının Tahlili” (İstanbul, 1971) isimli eserleriyle başlayan divan tahlili çalışmaları sistem olarak aynı ama isim değişikliği ile Prof. Dr. Harun Tolasa'nın “Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası”  isimli çalışmasıyla devam etmiştir.   

“Tarlan, eserinin ön sözünde bir divanın harici ve dâhilî olmak üzere iki açıdan incelenmesi icap ettiğini söyler. Harici kısmı divanın yazıldığı tarihler, yazı şekilleri, nüsha farklarıdır ki kendisi bunu divanın neşrine tehir etmiştir. Dâhilî tedkik neticesinde ise eserde üç büyük cebhe bulduğunu söyler: 1 ) Dini fikri cebhe (tasavvuf), 2) Hayatı-şahsiyeti ve muhitine dair izler, 3) Sanat cephesi.” (Doç. Dr. M. Ali Yekta Saraç  “Divan Tahlilleri Üzerine”  IX. Millî Türkoloji Kongresi, 15-17 Eylül 1997, İstanbul)   

Bu nazariye ile değerlendirdiğimizde, divan şairinin toplu şiirlerine  “divan”  denir, demek çok eksik ve basit bir tanımlamadır. Bir divanda sanatkârane üslûp, belagat, hikmet, uçsuz bucaksız bir hayal, maddî ve manevî dünya, kültür, tarih, edebî gelenek ve ilmî bilgi velhasıl zahirî ve bâtınî dünyanın izlerini bulmak mümkündür. Divan şairleri toplumdan kopuk değildir. Şairlerin mesleklerine bakmak bile yeterlidir.  

Divan nasıl oluşur?

Evvela bir divan şairinin yetişme tarzını bilmek gerekir. Şiir yazan herkes rastgele bir anlayış ve yetişme tarzı ile divan oluşturamazdı. Divan şairlerinin yetişme biçimi başlı başına ve köklü bir geleneğin ürünüdür. Bir divan şairi, geleneği bilmekle mükelleftir. Binlerce beyit ezberlemeyen, aruz veznini bilmeyen, belagati ve divan şiirinin kaynaklarını öğrenmeyen bir şairin şair olarak kabulü, divan tertibi mümkün değildir. Bu konuda Prof. Dr. Ömer Faruk Akün, TDV İslâm AnsiklopedisiDivan Edebiyatı”  maddesinde oldukça etraflı ve geniş bir perspektiften bakarak görüşlerini ortaya koymuştur. Akün, ilgili maddede “Divan Tertibinde Usul ve Teşrifat” isimli ara başlıkta şu hususlara dikkat çeker:  “Bir divanın nasıl bir tertiple meydana konacağı, şiirlerin onda hangi grup ve sıralar içinde yer alacağı, gelenekçe önceden tayin edilmiş bir protokole tâbidir. Bu önceden ortaya konmuş sınırlama dolayısıyla divan şairi, eserine şiirlerini rastgele veya istediği bir tertiple koyma serbestliğine sahip değildir.”

Divanın teşekkülünde bir hiyerarşiden bahseden Akün, şairin hiyerarşiye uygun düşecek surette bazı nazım şekillerine yönelmesi ve bunlara tâbi olarak konu ve muhtevada bazı mecburiyetler altına girmesi gerektiğini vurgular. Akün, divanların şu sıraya göre tertip edildiğini belirtmektedir:  “Hiyerarşiye göre şair konu bakımından, cemiyetçe benimsenmiş değerler sisteminde en önce zirveyi teşkil eden ulûhiyyet makamından başlayarak diğer üst makamlardan kendisine doğru kademe kademe gelen bir sırayı takip eder. Şairin şahsının merkez olduğu manzumelere gelmeden önceki şiirler muhteva bakımından kendisinden üst makamları temsil eden şahsiyetler etrafında ve dışa yöneliktir.”

Divan şairinin dünyası

Şair,  divanında ilk önce tevhid ve münâcât manzumeleriyle Allah’a yönelir, sonra na‘t ve mi‘râciyyeleriyle Hz. Muhammed’e (sas) olan sevgisini dile getirir.  Bunun ardından dört halife, İslâm ve tarikat büyükleri hakkındaki manzumeleri sırada yerlerini alırlar. Daha sonra hükümdar, sadrazam, vezir, şeyhülislâm ve diğer yüksek mevki sahiplerine yönelir.

Görüldüğü gibi divan tertibi için çerçevesi çizilen bir şiir silsilesi gerekiyor. Akün’ün ilgili maddede belirttiği üzere divan şairinin dünyasında hayata dâir her şeyi görmek mümkündür. Bir şairin şiirlerini belirtilen tertip ve çerçeve içinde toplayan divanlara “mürettep divan” denir. Şiir mevcudu tam bir divan meydana getirmeye yeterli sayıda olmayıp küçük bir hacim tutuyorsa buna “divançe” adı verilir. Mürettep divanın içinde değerler silsilesinden sonra şunlar gelir:

“Arada bazan “hasb-i hâl”, “arz-ı hâl” tarzında manzumelerde bazı dilekleri, bir kısım hayat ârızalarıyla ilgili ifadeleri yer alsa bile esasında hep kendi dışında bulunanı konu edinen bu şiirler dizisinde bunların peşinden kazanılmış zaferlere, bir savaş gemisinin denize indirilmesi, bir çeşmenin açılışı, bir saray veya yalının tamamlanışı, bir cami veya kışlanın tamiri gibi hadiselere; erkândan ve dostlardan kimselerin getirildikleri vazifelere, buradaki terfilerine, tanıdık, dost ve kendi aile çevresindeki şahıslardan bazı kimselerin evlenmelerine yahut doğum ve ölümler gibi günlük hayatın içinden birtakım hadiselere dair söylenmiş tarih manzumeleri gelir.” (Akün, age.)

Hem devlet işlerinin hem de sosyal hayata ait önemli olayların divanlarda yer alması, divan şiirinin halktan kopuk, basit, kalıplaşmış, anlaşılması zor, sadece yüksek zümreye hitap eden bir şiir olmadığını gösterir.

“Araya bazan manzum kırk hadis tercümesi, manzum mektup, sıhhatnâme, arz-ı hâl, hasb-i hâl, sâkînâme (sahbânâme, işretnâme), şehrengiz nevinden manzumeler de katabilen şair, belirtildiği üzere, son kısma da nakledilebilen kısa çerçeveli tarih manzumeleri istisna edilirse büyük hacimli nazım şekillerinin hâkim olduğu ve konuları dışa dönük mahiyetteki manzumeler grubunun yer aldığı bu ön kısma, kendilerine saygı ve takdir duyduğu şairlerin şiirlerine yaptığı terbî‘, tahmîs ve tesdîslerin yanı sıra doğrudan doğruya kendi musammatları ile son verir.” (Akün, age.)

Bu şekilde isimlendirilmesi tesadüfi değil

Edebiyat tarihimizde altı asırlık bir dönemin “Divan edebiyatı” olarak adlandırılması tesadüfî değildir. Bu dönem için başka adlandırmaların olduğu da bilinmekle birlikte yine de en yakışan ve genel kabul gören adlandırmanın “Divan edebiyatı”  olduğu gerçeğini görmemiz gerekir.

“Divan edebiyatı” sözü bunlar arasında en yenisi olduğu kadar en fazla tutulanını da teşkil etmiştir. Mütareke devrinde ortaya çıkan divan edebiyatı tabiri önce Ömer Seyfeddin ve Ali Canip’in kalemlerinde kendini hissettirmeye başlamış, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana ise gittikçe büyük bir yaygınlık kazanmıştır.” (Akün, age.)

Divanlar; ansiklopedik bir hacme sahip olup Allah, Kur’an, peygamber, iman, din, hikmet, hayat, tarih, kültür, sanat, coğrafya, kâinat, fizik ve fizikötesi ne varsa ihtiva eden ve bir insanın yaratılış ve yolculuk hikâyesinin anlatıldığı şiirlerden mürekkep;  aşkın, ayrılığın, hüznün, yalnızlığın, gurbetin, çilenin, sabrın hülasa beşerî ve ilahî duyguların yoğunlaştığı ve içinden gözyaşı damlayan şaheserlerdir.  

Ali Bal

YORUM EKLE

banner36