Çocukluğumuzun esiri miyiz kendi hayatımızın yazarı mı?

“Çocukluğumda yaşadıklarım yüzünden böyleyim.” cümlesi televizyon dizilerinin de etkisiyle son zamanlarda çok sık duyduğumuz bir cümle hâline geldi. Kimimiz meselenin kendisi için de böyle olduğunu düşünmeye başladı bile. Tahmin ediyorum bunları düşünüp geçmişi, kendisine bunu yaşatanları suçlayanlar bundan dolayı sürekli öfkeli ve hüzünlü olanlar, bir türlü “hıncını alamayanlar” da az değildir. Gelin bu yazıda bu işin aslına bir bakalım. Çocukluk yaşantılarımız bizi ne kadar etkiler, bu etki irademizi dışlayacak düzeyde midir, eğer etkiliyorsa bu etkilerle işlevsel bir biçimde nasıl baş edebiliriz? Hatice Rumeysa Işık yazdı.

Çocukluğumuzun esiri miyiz kendi hayatımızın yazarı mı?

Çocukluk çağı travmaları nedir, uzun vadeli etkileri nelerdir?

Çocukluk çağı travmaları yahut olumsuz çocukluk deneyimleri Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Bir yetişkin tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan ve çocuğun ya da gencin (0-18 yaş) sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar” olarak tanımlanır. Bu davranışların yetişkin yaşamını etkileyen uzun vadeli sonuçları olabilmektedir. Bu sonuçlar arasında yetişkin dönem psikolojik rahatsızlıklara yatkınlık, yoğun duygusallık, öfke kontrol problemleri, insan ilişkilerinde zorluklar ve kronik sağlık sorunları sayılabilir. Elbette bunlar her bireyde farklılık gösterebilir ve bazıları için daha belirgin olabilirken diğerlerinde daha az belirgin olabilir, belki de bu uzun vadeli etkiler hiç açığa çıkmayabilir. Zira unutulmamalıdır ki kişinin yetikin psikolojik durumunu etkileyen başta biyolojik yapı, sosyal çevre, destek sistemleri, süreci içsel olarak anlamlandırma şekli gibi pek çok faktör vardır ve kişi olumsuz yaşantılara sahip olsa da bu faktörler koruyucu işlev görerek kişinin etkilenme düzeyini azaltabilir yahut ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla çocukluk çağı yaşantıları bugünümüzün şekillenmesinde etkili olsa da güncel yaşamımızı bütünüyle belirlememektedir.

Güncel zorlukları sürekli olarak çocukluk yaşantılarıyla açıklamak nasıl sorunlar oluşturur?

Çocukluk yaşantılarının üzerimizdeki etkilerini bilmek tedavi arayışı yahut davranışlarımızı anlamlandırıp düzeltmek açısından faydalı olabilir. Bununla birlikte bunlara “takılıp kalmanın” birtakım olumsuz sonuçları vardır. İbrahim Zeyd Gerçik’in Dikta Değil İkna: İletişim Psikolojisi kitabındaki şu cümle bu durumu çok güzel özetler: “Duygu ve davranışlarımın nedeni geçmişimde yaşadığım olumsuzluklardır. Geçmişte yaşadığım olumsuz olaylar beni etkilemeye devam edecektir.’ inancını benimseyen kişi sürekli geçmişi zihninde taşıdığı için anını yaşayamaz. Kendisine olumsuzluk yaşatan insanlara karşı duyduğu öfke, ilişkilerinde insanlara güven duymamasına ve olaylara karamsar bakmasına yol açar. Güvensizlik ve karamsarlık kişide sürekli stres tepkisi başlattığı için kişinin sağlığı, hayat ve ilişki kalitesi bozulur.” Dikkat edilirse yetişkin yaşamında asıl sorun olan şey kişinin yaşadıklarından ziyade yaşadıklarını anlamlandırma biçimi olmaya başlar. Dolayısıyla tedavide sanılanın aksine tek çözüm “çocukluğa inmek” değildir. Hatta bunun son seçenek olması güncel psikoterapi yaklaşımlarında daha çok tercih edilen bir usuldür.

Zorlayıcı çocukluk çağı anılarıyla baş etme

Güncel psikoterapi yaklaşımları kişilerin yaşadıklarıyla ilgili yorumlarıyla çalışmayı önceler. Takdir edersiniz ki yaşadıklarını büyük talihsizlik olarak yorumlayıp kendisine acıyan biriyle “Zordu ama geçmişte kaldı, şükür ki o günler geçti şimdi önümüzde yaşanacak güzel günler var.” diye düşünen biri arasında duygu ve davranışlar dolayısıyla yaşam tarzı açısından büyük fark olacaktır. Aşağıda bu düşünce ve anılarla baş etmede yardımcı olacak çeşitli yolları göreceksiniz. Faydalı olmasını umarım.

Düşünce süreçlerimizi fark etme

Öncelikle bu düşüncelerin -anılar yahut “Şöyle olduğu için şöyle oldu.” tarzı ısrarlı düşünceler- zihnimize hangi durumlarda geldiğini fark edelim. Bir zorluk yaşadığımızda mı? İstediğimiz bir şeyi elde edemediğimizde mi? Travmatik anıyı hatırlatan kişilerle, ortamlarla karşılaştığımızda mı? Sonrasında bize nasıl hissettirdiğini ve davranmaya ittiğini fark edelim. Bu farkındalık davranışlarımızın kontrolünü ele almanın ilk adımıdır. Sonrasında bu düşüncelere nasıl yanıt verdiğimizi fark edelim. Bu genelde üç şekilde olur. İlki geldiklerinde oturup uzun uzun bunlar üzerine düşünmek, hayıflanmaktır. Bu duruma psikoloji literatüründe zihinsel geviş getirme anlamında ruminasyon deniyor. Ruminasyon olumsuz duyguları yoğunlaştırır ve sonrasında genelde kişileri bu duygulardan kurtulmak için aşırı yeme, uyku, alışveriş, dizi izleme, müzik dinleme gibi dürtüsel davranışlara iter. İkincisi sıkıntı hissetmemek için bunları hiç düşünmemeye çalışmaktır. Bu durum bilişsel kaçınma olarak adlandırılıyor. Bilişsel kaçınma neticesinde de genelde duyguları mızı baskılayabilir ve sanki hiçbir şey hissetmiyormuşuz gibi davranabiliriz. Ama genellikle bilişsel kaçınmanın sonucu da dürtüsel davranışlardır ve yaşama yayılmış bir duygusuzluk hâlidir. Üçüncüsü ise bu düşüncelerin zihnimize gelip gitmesine çok fazla aldırış etmeden ne yapıyorsak onu yapmaya devam etmektir. Buna kabul diyoruz. Bu düşüncelerin varlığını kabul etmek -onları onaylamak değil sadece var olduklarını kabul etmek- onların duygu ve davranışlarımız üzerindeki olumsuz etkisini büyük oranda azaltacak ve bize davranışlarımızı seçme hakkı doğuracaktır. Bununla birlikte elbette sadece düşünceleri kabul etmek yeterli değil, kabul etmemiz gereken başka bir şey daha var!

Radikal kabul

Radikal kabul yaşadığımız zorluklarla yüzleşmek ve onları kabul etmektir. Tanıdık bir ifadeyle “kadere razı olmak”. Radikal kabulü kolaylaştırmak için öncelikle yaşadıklarımızı kabul etmemenin yani “kaderimizle savaşmanın” bize neler kaybettirdiğine bakabiliriz. Ömür geçiyor biz ne noktadayız, bunları düşünüp dururken neleri kaçırdık? Bunları fark etmek bizde derin bir acı oluştursa da kendimize çeki düzen vermek için ciddi bir motivasyon açığa çıkarır. Yaşadıklarımızı kabul etmek, onlara razı olmak için ikinci olarak bizi derinden etkileyen ve kabulümüzü kolaylaştıran ifadeleri söyleyebiliriz. “Evet ben zor bir çocukluk geçirdim, evet şu şu olayları yaşadım belki hâlâ yaşamaya devam ediyorum ama kabul etmeliyim ki bu dünyada kimseye gül bahçesi vaad edilmedi. Dünya bir sınav yeri, herkesin bir sınavı var bana da böyle bir sınav verildi. Evet istesem de istemesem de elimdeki hayat bu ve ben bu hayatla savaşmak yerine onu kabul edip onunla ne yapacağıma bakacağım.” Bu kolay olmayabilir, yaşadığınız acı hemen geçmeyebilir ama unutmayın kaderle savaşmak çok daha zordur. Kendinize hatırlatın “bu dünya bir sınav yeri benim de sınavım bu.” Varoluşçu psikologlar geçmişe bakmanın üç yolu olduğunu söylerler: Hüzünle bakıp kahretmek, bir şeyler inşa ettiğini görmek ve hesap çıkarmak. Hüzünle bakıp kahretmenin nasıl olumsuz sonuçları olabileceği üzerinde biraz durmuş olduk. Şimdi geçmişi anlamlandırma ve ders çıkarma zamanı!

Yaşananları yeniden çerçeveleme

Travmatik anılar çoğu zaman onları anlamlandırdığımızda bizi rahatsız etmeyi bırakırlar. Evet, ciddi zorluklar yaşadınız belki hâlâ hatırladığınızda boğazınız düğümleniyor. Peki, tüm bunları neden yaşamış olabilirsiniz? Yaşadıklarınız bugün sizde nasıl değerlerin oluşmasına vesile oldu? Sahip olduğunuz gibi değil de istediğiniz gibi bir hayatınız olmuş olsaydı sizde neler eksik olurdu? Peki, istediğiniz gibi bir hayat yaşamış olsaydınız gerçeklerin hayalinizdeki gibi olacağından emin olabilir misiniz? Bu sorular yaşadıklarınızı yeniden değerlendirmekte size yardımcı olabilir. Neden bunları yaşadım sorusunu ünlem ile değil de soru işaretiyle sormaya başladığınızda acı ve isyan duygusunun yerini nasıl hayret ve şükür duygusuna bıraktığını göreceksiniz.

Yeniden çerçevelemede inançların rolü

Olayları sahip olduğumuz dünya görüşüne göre zihinsel bir çerçevenin içine oturturuz. Dolayısıyla travmayı anlamlandırırken Yaratıcı, kader ve ölüm sonrası algılarımız bu çerçeveyi oluşturan ana unsurlar olacaktır. İnancımız kaderle ilgili ne söylüyor, zorluklarla ilgili ne söylüyor? Bir yaratıcıya inanıyor muyuz, inanıyorsak nasıl bir Yaratıcı? Merhametli mi, cezalandırıcı mı? Ahirete inanıyor muyuz, inanıyorsak ahirette bu dünyada yaşadığımız zorluklarla ilgili bizi ne bekliyor? İnanan biri için bu sorulara cevap verilmeden yaşananları radikal bir şekilde kabul etmek güçleşecektir. Dikkat edilirse yaşadıklarımızı anlamlandırmak inançlarımızda da ciddi bir derinleşme sürecini gerektiriyor. Ne dersiniz Müslümanlar için imtihanın tam anlamı da bu değil mi?

Dürtüsel yerine değer odaklı davranış

Yukarıda baş etmenin daha “düşünsel” boyutuna değinmiş olduk. Gel gelelim çoğu zaman davranışları değiştirmeden düşüncelerdeki değişim kalıcı olmamaktadır. Sürekli rahatsız edici düşüncelerle meşgul olmak bunaltı duygusunu ortaya çıkarır. Bunaltıdan kaçıp rahatlama isteği ise çoğunlukla dürtüsel davranışlarla sonuçlanır. Peki, bu davranışlarımızı nasıl değiştireceğiz? Öncelikli adım en başta bahsettiğimiz düşünce süreçlerimizi fark etmektir. Acaba bu dürtüsel davranışa beni iten ne? Ne düşünüyor, ne hissediyor da böyle davranıyorum? Ruminasyon mu yapıyorum yoksa bilişsel kaçınma mı? Bunu fark ettikten sonra ikinci aşama kendimize aslında ne yapmak istediğimizi sormaktır. Eğer şu anda bu bunaltıyı hissetmiyor olsaydım nasıl davranmak isterdim? Şu anda ne yapmak beni olmak istediğim kişiye daha çok yaklaştıracak? Ne yaparsam vicdanım daha rahat edecek? Bu dürtüsel davranışları yaptığımda neler kaybedeceğim, bu beni nasıl biri hâline getirecek? Bu sorular bizi değerlerimize götürecektir. Benim için hayatta önemli, anlamlı olan şeyler neler? Ne uğruna bu zorlukları göğüsleyeceğim. Değerlerimizi keşfetmek bize bir yön duygusu sağlar ve çeşitli bağlamlarda nasıl davranmamız gerektiğini hissettirir. Üçüncü aşamada ise bu zihinsel değerlendirmeleri yaptıktan sonra davranışlarımızı değerlerimiz doğrultusunda değiştirmek ve bunu sürdürmektir. “Şu anda … şeklinde düşündüğüm ve … hissettiğim için … şeklinde davranmak istiyorum ama … davranırsam benim için … götürüleri olacak. Şu anda kendimi … hissetmeseydim … yapmak isterdim. O hâlde zorlansam da değer odaklı davranayım böyle yaparsam şu an zorlanacağım ama uzun vadede pişman olmayacağım ve … gibi getirileri olacak. Buradaki boşlukları doldurmayı deneyerek başlayabilirsiniz.

Çocukluğumuzun esiri miyiz kendi hayatımızın yazarı?

Sonuç olarak diyebiliriz ki ne çocukluğumuzdan tamamen bağımsızız, ne de onun esiri. Acısıyla tatlısıyla iyi ya da “kötü” bir çocukluk geçirdik ve bugün olduğumuz kişi hâline geldik. Yaşadıklarımızın üzerimizde olumsuz etkileri olmuş olabilir ama unutmayalım dünyada herkesin farklı bir sınavı var bizimki de bu. Gerçeklerle savaşmanın hiçbir anlamı yok. Yaşadıklarımız irademizi sınırlandırsa da tamamen elimizden almıyor ve elimizdeki iradeyle yaşamımızın sorumluluğunu almak durumundayız. Sorumluluk almak zor olabilir. Peki, geçmişe takılı kalmak daha mı kolay? Bir ömür bittiğinde “en azından çabaladım” diyebilmenin huzurunu mu yaşamak isteriz yoksa “keşke çabalasaydım”ın pişmanlığını mı? Buna vereceğimiz cevapla bir tercih yapmış olacağız: Ya çocukluğumuzun esiri, ya kendi hayatımızın yazarı!

YORUM EKLE