Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç kitap özeti

Tamamına Hap Kitap uygulamasından ulaşabileceğiniz kitabın özet ve ses kayıtlarına dair bilgilendirme içeriğini istifadelerinize sunuyoruz.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç kitap özeti

Giriş

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” romanı 1910 yılında yayınlanmıştır. O tarihte Halley isimli bir yıldızın dünyaya çarpacağı yolunda bazı söylentiler çıkar. Hüseyin Rahmi de bu iddianın İstanbul halkında meydana getirdiği telaş içerisinde geçen bir aşk hikâyesini kaleme alır.

Romanın başkahramanı İrfan Galip Bey, bilimle yakından ilgilenen bir gençtir. Kadınlardan ise nefret etmektedir. Gazete ve dergilerde bu yoldaki yazılarıyla küçük bir şöhret edinmiştir. Ne var ki bir gün kimliğini tanıtmaksızın kendisiyle mektuplaşmaya başlayan bir kadına âşık olur.

Kitap özetinden bölümler:

Bir mahalle dedikodusu

Bedriye Hanım evinin penceresinden eğilmiş, komşusu Emine’nin tahta kaplamasına heyecanlı bir şekilde vurarak, gel bak sana ne söyleyeceğim diye bağırıyordu. Emine Hanım, az sonra pencereye çıkıp oğlunu yeni uyuttuğunu ve bağırmamasını söyleyip ne olduğunu sordu. Bedriye Hanım dünyaya bir kuyruklu yıldızın çarpacağını söyleyince Emine’nin ne olmuş evime saklanırım diyerek olayı hafife almasının ardından sesleri işiten Emeti Hanım, bahçe duvarının önünde bir küfeyi ters çevirip üstüne çıkarak konuşmaya katıldı. Konuya farklı bir bakış açısı getiren Emeti Hanım, gökteki değil yerdeki kuyruklulardan korkulması gerektiğini söyleyerek bir kuyruklunun da yeğeni Behçet’e çarptığını ve zavallının üzüntüsünden neredeyse kendisini asmak üzere olduğunu anlattı. Bedriye Hanım, şimdi onları düşünecek zaman olmadığını yukarıdaki yıldızın çapması durumunda herkesin tuz buz olacağını söyleyerek karşılık verdi. Bu sırada Emine Hanım’ın kızı içeriden gelip haberi öğrenince korkuyla bunun ne zaman olacağını sordu. Bedriye Hanım, yıldızın bir sonraki mayısta dünyaya çarpacağını ve yıldızın resmini, telgrafçının Fransızca bilen oğlu İrfanın kitabında gördüğünü söyleyerek Mebrure’yi yanıtladı. 

Gürültüler üzerine salıncaktaki Haydar uyanıp ağlamaya başlayınca Emine Hanım pencereden çekilip oğluna ninni söylemeye koyuldu. Derken Emeti Hanım’ın başı bir anda duvarın arkasından kaybolunca Bedriye Hanım telaşa kapılarak ne olduğunu sordu. Emeti Hanım acıyla inleyerek küfenin dibinin çöktüğünü, onun da içine düştüğünü ve çıkamadığını söyledi. Oğlu mektebe, kızı da terziye gitmişti, onu çıkarabilecek biri yoktu. Az sonra Emeti Hanım yeniden inleyerek, kızının yemek pişirip taşlığa dizdiğini ve içeri giren kedilerin yemekleri yiyeceğini haykırdı.

Öyle de oldu. Bir müddet sonra da kızı Hayriye geldi. Emeti Hanım feryat etmeye devam ediyordu. Biraz atışmalarının ardından Hayriye annesini küfeden çıkarttı.

Emeti Hanım bir yandan kurtulduğuna şükrediyor, bir yandan da kedilerin yemekleri yemiş olmasına hayıflanıyordu. Neden sonra konu yine kuyruklu yıldıza geldi. Hayriye oldukça korkuyordu ve sürekli ne yapacaklarını düşünüyordu. Artık mahalleli ne yaşarlarsa yaşasın koyuyu muhakkak kuyruklu yıldıza getiriyordu. Herkes bir yerlerden farklı söylentiler duyuyor ve en sonunda yine pencerelerde toplaşıp duyduklarını heyecanla birbirlerine aktarıyorlardı. Hayriye bir rivayete göre yıldızın yalnızca Avrupa’ya çarpacağını, bir rivayete göre ise çarpmayacağını ama her hâlükârda kuyruğunun yaydığı zehirle herkesi telef edeceğini anlattı. Ardından o gece mahallenin kadınlarının Galip Beylerin evinde Yıldız’ın konuşulacağını bir toplantıda bir araya geleceklerini haber veriyordu ki üzerinde durdukları küfe yine aniden çökünce bu defa da ana kız yere yuvarlandılar.

İrfan Galip Bey

İrfan Galip Bey, yirmili yaşlarının başında genç bir yazardı ve İstanbul’daki mekteplerde biraz tahsil görmüştü. Fen bilimleri ve felsefeyi kendi başına kitaplardan öğrenmişti. Memleketin cehalet içinde bulunmasından şikâyetçiydi, halkı aydınlatmak istiyordu. Bunun için bazı gazetelere bilimsel makaleler yazıp göndermişti, fakat anlaşılmalarının zor olduğunu gerekçesiyle kabul edilmemişlerdi. Halk hep pespaye şeyler istiyordu. En sonunda evrim üzerine yazdığı bir makaleyi az sayıda okuyucusu olan haftalık bir dergide tefrika hâlinde yayınlatabilmişti. İrfan bununla çok gurur duyuyordu, fakat etrafta bu makaleden haberdar olan bir kimse bulamıyordu. Hâlbuki kendisi şöhretli birisi olmak hevesiyle yanıp tutuşmaktaydı, acaba bu memleket İrfan’ın parlak zekâsını ne zaman fark edecekti! Böyle ümitsiz anlarında çevresine nefretle bakardı, milletine ait hiçbir şeyi beğenmez, hepsini değiştirmek isterdi.

İrfan, gençliğin en büyük hülyalarından biri olan evlilik hususunda da ümitsizlik içindeydi. Memleketinin kadınlarından biriyle evlenebileceğini zannetmiyordu, ancak medeni bir ülkeden bir kızla evlenebileceğini düşünüyordu. Gerçi kimi zaman sokakta “Bu diğerlerinden farklı olmalı. Şu endama, giyime, yürüyüşe bak!” diye düşünüp bazı kızların arkasına takılsa da kadınlara yaklaşmayı hiçbir zaman beceremezdi. Bütün aşklarını sadece hayal âleminde yaşardı. Bir keresinde cesaret edip bir kıza yaklaşarak kendisinden hoşlandığını belirtecek sözler mırıldanmaya başladı, fakat devam ettikçe sesi kısılmıştı. Sesi tamamen gidince de kadın ona küçümser bir bakış atarak dönüp gitmişti. İrfan, bugünden sonra tam bir kadın düşmanı oldu. Kadınlar aleyhinde yazılar neşretmeye başladı. Ona karşı cevaplar gelmeye başlayınca da bu şekilde adını bir nebze duyurabildi fakat kadınlara karşı kini hâlâ devam ediyordu.

Konferans

1910 senesinde dünyamızın Halley yıldızının kuyruğu içinden geçeği haberi duyulunca herkes telaşa düştü. Durumdan en fazla korkanların kadınlar olduğunu fark eden İrfan kadınlardan öç alma sırasının geldiğini düşünerek civardaki bütün kadınları toplayabileceği konferanslar vermeyi tasarladı ve hazırlığa girişti. İrfan, babasından kalan Aksaray’daki evlerinde ailesiyle beraber yaşıyordu. Toplantı gecesi büyük sofada lambalar yakıldı, iskemleler, minderler hazırlandı. Dünyanın karşı karşıya bulunduğu tehlike hakkında bilgi edinmek için etraftaki bütün mahallelerden yaşlı, genç birçok kadın toplantıya geldi. Kalabalık merdivenlere kadar taştı. İrfan, kadınlara karşı müthiş bir düşmanlık besliyor olmasına rağmen onlara güzel gözükmek için özene bezene giyinmişti.

Sofanın köşesine yerleştirdiği yazı masasının önüne geçip elinde not defteriyle konuşmaya başladı. Kadınların uğultusunu bastırabilmek için epey uğraştı ve nihayet kısmen de olsa bunu başardı. Konuşmasına bilimsel bir nutukla başlayıp gittikçe korkutucu şeyler söylemeyi tasarlamıştı. Konferans esnasında dinleyiciler aralarında fısıldaşmaya devam ediyorlardı. Sesler iyice yükselmeye başlayınca kısa bir ara vermek durumunda kalsa da devam etti. Uzay, yıldızlar, güneş sistemi ve dünyamız hakkında bazı bilimsel izahatta bulunduktan sonra: “Hanımlar!” diye söze devam etti. Bu kadar bilim adamını dehşete düşüren yıldızın beni de telaşa soktuğunu öğrenmeniz karşısında şaşırmazsınız sanırım. Bu sebeple gördüğüm bazı rüyaları size nakletmek istiyorum. Acaba nasıl tabir edeceksiniz?” Kadınlar hep bir ağızdan “Hayırdır inşallah.” deyince bir tarafta çocuk ağlaması başladı. Susturulduktan sonra İrfan Bey sözüne devam etti: “Bu anlatacaklarım her ne kadar rüyadan ibaretse de kuyruklu yıldızlar hakkında okuduğum bir yığın bilimsel eserin zihnimde bıraktığı intibalardan doğduğu için hadiselerin buna yakın şekilde cereyan etmesi muhtemeldir. Fakat yine de çok telaş etmemenizi rica ederim. Ne de olsa bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpması kıyamet demektir. Peki, kıyamet nedir? Nasreddin Hoca’nın dediği gibi ‘Bacı ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet.’ Hepimiz için en sonunda ölüm mukadder olduğuna göre bu Halley yıldızından kurtulsak dahi ölümden yani kıyametten kurtulamayacağımız bir gerçektir. Dolayısıyla bir gün mutlaka vuku bulacak olan bir hadisenin bugün meydana gelmesine karşı lüzumundan fazla telaş göstermek akla muvafık değildir.” Bu sözlerinin ardından da rüyasını nakletmeye başladı. Yıldız dünyaya yaklaştıkça gerçekleşecek hadiselere dair bir yığın hayalle dolu bu lakırdıları anlatırken kadınları heyecana getirecek, onlara korku salacak ayrıntıların üstünde bilhassa duruyordu. Bir noktaya gelince konuşmasını kesti. Bazı hanımlar uyuya kalmışlar, bazı çocuklar da zırıldamaya başlamıştı. Dinleyicilerin uykularını açmak için kahveler, çaylar, tatlılar ikram edilince sofanın içi tekrar uğultuyla doldu. Ne de olsa kadınlar için konuşmak dinlenme, susmak ise yorulmak demekti.

İrfan Bey, kadınların ruhi ahvaline dair çokça incelemelerde bulunmuştu. Çay kahve sohbeti esnasında herkesin kendi kabiliyetlerince konferanstan edindikleri fikirleri birbirlerine ne suretle aktardıklarını keyifle dinlemeye başladı. Söylediklerinin yarısı yanlış anlaşılmıştı. İrfan, kadınların bu coşkunluklarına bol bol müsaade ettikten sonra dedi ki: “Hanımefendiler! Kusura bakmayın. Epeyce başınızı ağrıttım, bu akşamlık bu kadar kâfi. Bir hafta sonra yine teşrif edersiniz ve rüyamın geri kalanını anlatmaya devam ederim. Hem Halley artık tamamen görülmekte olduğundan Avrupa’da bu konuda çıkan neşriyat sayesinde yıldız hakkında daha fazla bilgi sahibi olacağız. Dolayısıyla bir hafta sonra bu konudaki bilinmezlerin azalıp bildiklerimizin artacağını umuyorum.” Hanımlar haftaya tekrar toplanmak üzere oradan ayrıldılar.

Sonuç

Eski İstanbul halkını en iyi tanıyan ve bunu okuyucuya aktaran yazarların başında gelen Hüseyin Rahmi, romanında bu kabiliyetini çok iyi bir şekilde göstermiştir. Bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağı haberi herkeste farklı tepkilere yol açar. Okumuşu, cahili, yaşlısı, genci bunu farklı şekillerde yorumlarlar. Bazısı hiç önemsemezken kimisi delirecek raddeye varır. Eserde bilhassa mahalle kadınlarının konuşmaları çok başarılı bir şekilde yansıtılmıştır. Feriha karakteriyle de feminist düşünce etkili bir şekilde yansıtılmıştır.


Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.

 

YORUM EKLE