Giriş
Franz Kafka’nın bir solukta okunarak uzun soluklu bir düşünce dünyasına yönlendirecek 1912 yılında yazdığı eseri, İngilizceye “Metamorfoz”, Türkçeye ise “Değişim” ve “Dönüşüm” isimleriyle çevrildi. Ahmet Cemal gibi kimi çevirmenler ise kitabın isminin aslında “Başkalaşım” olduğunu söyler.
Kafka’nın eserlerinde görülen burjuva yaşamının suni ilişkileri, gizli kalmış korkular ve eserlerinin çoğunda hâkim olan karamsar hava bu eserinde de vardır. Duyguların yerini alan mekanikleşme, ekonomik sömürünün insan yaşamına ve psikolojisine etkileri incelenmiştir. “Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu.” cümlesiyle başlayan eser, bireyin tragedyasını böcek benzetmesi üzerinden anlatmıştır. Kitabın çevirisinde “Ungeziefer” kelimesi “Böcek” olarak çevrilmişse de bu tam olarak anlamı karşılamamaktadır. Çünkü Orta Almanya’da Ungeziefer “Kurban edilmeye uygun olmayan kirli hayvan”, “Haşere”, “Bokböceği”, “Hamamböceği” anlamlarına gelmektedir.
Nitekim Kafka burada bir böceğe dönüşmekten çok, tiksinti uyandıracak bir dönüşümü vurgulamak istemiştir. Anlatılmak istenen yazar tarafından açık bir şekilde belirtilmediği için esere, birçok farklı yorum getirilmiştir. Bu yorumların çoğu: Toplumun farklı olanı kendi gibi olmak isteyeni itelediği ve kişiyi yaşamdan kopartarak yalnızlığa, karamsarlığa ve çaresizliğe sevk ettiği görüşünde toplanmaktadır. Hayatın ve ekonomik sömürünün ürünü yozlaşmış ilişkilerden kurtulmanın tek yolu belki de bir böcek olmaktır. Bu böceğin de tek kurtuluş yolu ölmektir. Kafka, eserlerinde ölümü sık sık bir kaçış olarak ele almıştır. Gregor Samsa’nın özgürlüğü de bunda gizlidir. Varoluşçuluğa yaptığı göndermeler ve okuyanın kendi dünyasından yansımalarla yorumlayacağı “Dönüşüm”, dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biridir.
Kitap özetinden bölümler:
İçsel Devinim
Gregor Samsa huzursuz düşlerinden uyandığı bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırhı andıran sertlikteki sırtının üzerinde yatıyordu ve başını azıcık yukarı kaldırdığında kubbemsi, kahverengi, yay biçimindeki sertliklerce bölümlenmiş karnının üzerinde neredeyse kaymak üzere olan yorganını gördü. Daha sonra acınacak denli ince bir sürü bacağına hayretle bakarak “Bana ne olmuş böyle?” diye düşündü. Bunun bir düş mü yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışarak bakışlarını, kumaş örnekleriyle kaplı -Samsa bir satış temsilcisiydi- masasının üzerindeki çerçeveli resimden pencereye kaydırdı. Dışardaki can sıkıcı hava onu büsbütün hüzünlendirmişti. Biraz daha uyumanın tüm bu saçmalığa son vereceğini düşündü. Fakat bunu yapması pek mümkün değildi. Çünkü Gregor sağ tarafına dönerek uyumaya alışıktı ve sağ tarafına doğru yaptığı her hamlenin sonucunda tekrar sırtüstü konuma yuvarlanıyordu. Belki bunu yüz kere denedi ve en sonunda duyduğu boğuk bir acı üzerine uğraşmayı bıraktı. Bacaklarını görmemek için gözlerini kapayarak: “Tanrım! Benim ne yorucu bir mesleğim var böyle!” diye düşündü. “İş yerindeki yorgunluk yetmiyormuş gibi bütün günüm de yollarda geçiyor. Tren yakalama, ayaküstü atıştırılan yemekler, sürekli değişen çıkarcı insan ilişkileri… Hepsinin ama hepsinin canı cehenneme! Hele erken kalkmak yok mu, işte o en kötüsü! Uykusunu alamayan insan ancak aptallaşır. Başka satıcılara bak bir de haremdeki kadınlar gibiler. Beyefendiler öğle üzeri kahvaltıya oturuyor. Ah, ah… Annemle babam olmasa babamın patrona olan borçları olmasa… Bir saniye katlanır mıydım buna? Elbette hayır! Borçları öder ödemez patronun karşısına geçip içimden geçen her şeyi söyledikten sonra istifayı basıcam! Ama şimdi kalkıp işe gitmem gerek.” Gregor, dolabın üstündeki saate baktı. Saat altı buçuğu geçmişti. Bütün mobilyaları yerinden oynatan alarm sesini duymamış olabilir miydi? Bir sonraki yedi trenine yetişebilmesi için deli gibi acele etmesi gerekiyordu ama kendinde o enerjiyi bulamıyordu. Üstelik işe gitse bile patronunun azarından kurtulamazdı; çünkü patronun dalkavuğu, kişiliksiz büro hizmetlisi, onun işe geç kaldığını çoktan patrona yetiştirmiş olmalıydı. Peki, hasta olduğunu söylese? Ama bu son derece kuşku uyandırıcı olurdu; çünkü Gregor, beş yıllık çalışma hayatı boyunca bir kere olsun hasta olmamıştı. Tüm bu düşünceleri aceleyle kafasından geçirirken yatağının başucundaki kapı dikkatlice çalındı. “Gregor, İşe gitmeyecek misin? Saat yediye çeyrek var, oğlum.” Bu yumuşacık ses annesinindi. Gregor, annesine yanıt vermek için yeltenecek oldu ama çıkardığı sesten irkilince duraksadı. Sanki eski sesine acı dolu bir ciyaklama eklenmişti. Bu ciyaklama sesi sözcüklerin özelliklerini bozuyor, dinleyen kişi ne söylendiğini anlamak da zorluk çekiyordu. Bu nedenle kısaca: “Evet anne. Kalkıyorum.” demekle yetindi. Ahşap kapı, Gregor’un sesindeki değişikliğin anlaşılmasına engel olmuş olacaktı ki annesi başka bir şey sormadan kapıdan uzaklaştı. Gelgelelim bu sefer de dikkatler Gregor’un bu saatte neden evde olduğuna çevrildi ve yan kapılardan birine babası zayıfça ama yumrukla vurmaya başladı: “Gregor, Gregor!” Diğer yan kapıdan da kız kardeşinin alçak sesini duydu: “Gregor, iyi misin? Her şey yolunda mı?” Her iki tarafa: “Hazırlandım, geliyorum.” diye yanıt verirken sözcüklerin arasındaki duraklamalarıyla sesindeki pürüzleri ayıklamaya çalıştı. Babası kahvaltı masasına dönmüştü ama kız kardeşi hâlâ kapıdaydı ve içeri girmek istiyordu. Gregor, iyi ki odanın kapısını kilitlemişim, diye düşündü ve ardından böyle yatarak bir sonuca ulaşamayacağına, bir an önce kalkması gerektiğine kanaat getirdi. Sesindeki değişikliğin, güçlü bir soğuk algınlığının habercisi olduğundan şüphesi yoktu. Vücudunda hissettiği bu tuhaf değişiklik ise daha önceleri de hissettiği gibi yanlış yatmaktan kaynaklanan bir huzursuzluk, bir kuruntu olmalıydı. Tek yapması gereken yataktan kalkmak ve işe gitmekti. Yorganı üzerinden atmak çok kolay oldu, gövdesini şişirmesiyle yorgan kendiliğinden düşüverirdi. Ama gerisi, hele doğrulmak çok zordu çünkü bunun için kol ve ellere ihtiyacı vardı; oysa bunun yerine durmadan çeşitli yönlere doğru hareket eden, idare edemediği bir sürü küçük bacağı vardı. Gregor, önce gövdesinin alt bölümüyle yataktan çıkmayı çalıştı. Son derece güç ve yavaş olan bu hareketi defalarca denedi ve en sonunda çılgına dönmüş bir hâlde hiçbir şeye aldırış etmeden tüm gücüyle kendini ileriye doğru itiverdi. Yanlış yönü seçtiğinden yatağın ayakucundaki demire çarpınca duyduğu şiddetli acı, ona gövdesinin bu bölümünün en hassas yeri olduğunu öğretti. Bu nedenle önce gövdesinin üst bölümünü yataktan çıkarmak için başını dikkatle yatağın kenarına doğru çevirdi. Ağır ve geniş gövdesi de yavaşça başının döndüğü yöne doğru ilerledi. Ancak kendini baş aşağı bıraktığı takdirde yaralanmaktan korktu. Yatakta kalmak, bilincini kaybetmekten çok daha iyidir diye düşünse de daha sonra bacaklarının başlarına buyruk bir şekilde hareket ettiklerini görünce şu an için başına gelebilecek en kötü şeyin yatakta kalmak olduğuna karar verdi. Kendini yataktan atmak istiyor bir yandan da üzüntü anında verilen kararların doğru kararlar olamayacağını hatırlıyordu. Ve kısacık bir süre, adeta bütün bu kaosun geri çekilmesini bekliyormuşçasına, kısa ve yavaş soluklarla yatakta öylece hiçbir şey yapmadan durdu. Bu kısa dinlenmenin ardından gövdesini, uzunlamasına yataktan dışarıya doğru sallandırmaya başladı. Sırt kısmı sertti, düşmesi hâlinde bir şey olmaz gibi duruyordu. Asıl korktuğu şey düştüğünde çıkacak olan ve evdeki herkeste korku değilse bile merak uyandıracak olan gürültüyü nasıl gidereceğiydi. Cesaretini toplayıp gövdesinin yarısını yataktan dışarıya sarkıttığında bu iş artık ona oyun gibi gelmeye başlamıştı. Aslında güçlü iki yardım etse bu iş çok daha çabuk biterdi. Peki, Gregor gerçekten onlardan yardım ister miydi? Aklına gelen bu fikir, içinde bulunduğu çaresizliğe rağmen onu gülümsetti. Artık bir karar vermesi gerekiyordu çünkü tam beş dakika sonra saat yediyi çeyrek geçecekti derken evin kapısı çalındı. Gregor: “Mağazadan gelmiş olmalılar.” dedi kendi kendine ve bir an için ortalık tamamen sessizleşti.
Sayın Yetkili Temsilci
Gregor, konuşmalardan gelenin mağazanın yetkili temsilcisi olduğunu anlamıştı. Neden her şeyin kuşkuyla karşılandığı bir şirkette çalışıyordu sanki? İşine birkaç saatçik geç gittiği için vicdan azabından deliye dönerek yataktan çıkamayacak olan sadık çalışanlar da olamaz mıydı yani? Bilgi edinmek için illaki yetkili birinin gelmesi ve çalışanı bütün aile üyelerinin karşısında sorgulaması mı gerekiyordu? Doğru bir karardan çok bu düşüncelerin verdiği heyecanla kendini yataktan atıverdi. Düşüş, halı sayesinde yumuşatıldığından çok da yüksek olmayan bir çarpma sesi işitildi. “Bir şey mi düştü?” dedi yetkili temsilci soldaki odadan. O sırada sağdaki odadan kız kardeşi Gregor’a fısıldayarak temsilcinin geldiğini haber veriyordu. “Gregor,” dedi bu kez de babası, “Sayın Yetkili Temsilci burada ve neden işe gelmediğin konusunda seninle konuşmak istiyor. Kapıyı aç hadi.” Babasının konuşması biter bitmez “Günaydın, Bay Samsa.” diye seslendi yetkili temsilcisi. Annesi araya girerek: “Sayın Yetkili Temsilci, oğlum işine büyük önem verir, tek düşündüğü şey işidir. Akşamları bile dışarı çıkmaz. Ya bizimle birlikte masanın başında oturur ya da gazete okur veya tren seferlerini ezberler. Sabah inkâr ettiyse de onun hasta olduğundan eminim.” dedi. Gregor, konuşulanları kaçırmamak için kıpırdamıyordu bile. Yetkili temsilci, “Bakın hanımefendi ben de onun hasta olduğunu düşünüyorum aksi takdirde başka açıklama bulamıyorum.” dedi. “Gregor, sayın yetkili temsilci odaya girebilir mi?” diye sabırsız babası kapıya vurmaya başlayınca “Hayır!” dedi Gregor. Dışarda oluşan utanç verici sessizliği kız kardeşinin ağlaması bozdu. İyi de kız kardeşi şimdi ne diye ağlıyordu? Yetkili temsilciyi içeri almadığı için mi; işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için mi; patronu ailesinden eski borçlarını isteyeceği için mi? Bunlar yersiz kaygılardı çünkü Gregor işine dönecekti. Yetkili temsilciyi içeri almaması işten kovulması için bir sebep değildi ya. Gregor’u böyle ikna edeceklerine şimdilik rahat bırakmak yerine ortadaki bu bilinmezlik onları ısrarcı davranmaya itiyordu. “Bay Samsa beni duyuyor musunuz?” diye seslendi yetkili temsilci, “Artık sizden bir açıklama bekliyorum. Kendinizi odaya kapatmışsınız ve evet, hayırdan başka cevap vermiyorsunuz. Hem işinizi hem ailenizi sıkıntıya sokuyorsunuz. Sizden ciddi olarak derhal makul bir açıklama rica ediyorum. Patron bana bu sabah size emanet edilmiş olan tahsilatları kastederek sizin neden işi savsaklamış olabileceğinizle ilgili bir açıklamada bulunmaya çalışsa da ben buna ihtimal vermedim. Fakat şimdi, sizin yanınızda olmak konusundaki bütün istek ve arzumu kaybediyorum. Son zamanlarda da veriminiz bir hayli düştü. Evet, iyi işler çıkarılacak bir mevsimde değiliz ama hiç iş çıkarılamayacak bir mevsim de yoktur. Bunları sizinle baş başa konuşmayı düşünmüştüm ama sizin bu anlamsız inadınız bana başka seçenek bırakmadı.” Gregor bir an için her şeyi unutarak yüksek sesle: “Sayın Yetkili Temsilci, böyle konuşarak ailemi üzmeyin lütfen! Bana yönelttiğiniz suçlamaların bir nedeni yok. Biraz başım dönüyor ve yataktan kalkmakta zorlanıyorum fakat söz veriyorum kendimi hemen toparlayacak ve sekiz treniyle yola koyulacağım. Lütfen… Lütfen şimdi siz gidin ben de birazdan işte olacağım. Yataktan hemen kalkıyorum ama bu kolay değil. Siz gidin lütfen. Selam ve saygılarımla beraber bunları da patrona iletin!” dedi. Tüm bunları bir çırpıda söylerken bir yandan da dolaba yaslanarak doğrulmaya çalışıyordu. Aslına bakılırsa Gregor kapıyı açmak istiyordu; eğer onun bu hâlinden korkacak olurlarsa sorumluluk üzerinden gidecekti ama olup biteni sakince karşılarlarsa o zaman da acele ettiği takdirde saat sekizde gerçekten de tren istasyonunda olabilirdi. Babası, kız kardeşini doktor, hizmetçi kızı da çilingir çağırmaya gönderdi. Dış kapının kapandığı duyulmamıştı; herhalde büyük bir felaketin yaşandığı evlerde bırakıldığı gibi kapı açık bırakılmıştı. Dışarısı da tümüyle sessizleşmişti. Kim bilir belki kulaklarını kapıyı dayamış içeriyi dinliyorlar belki de masada oturmuş fısıldaşarak konuşuyorlardı. Gregor sandalyeyle birlikte yavaşça kapıya doğru süründü. Kapıya varınca sandalyeyi bırakıp kapıya doğru atıldı ve dikeldi. Önce kilitteki anahtarı ağzıyla açmaya çalıştı. Ne var ki gerçek dişleri olmadığı için bu girişimi işe yaramadı fakat dişleri olmamasına karşın çenesi oldukça kuvvetliydi. Ağzından akan kahverengi sıvıya aldırış etmeden anahtarı çenesi yardımıyla hareket ettirmeye başladı. Çabasının içeridekiler tarafından büyük bir destek ve merakla beklendiğini hayal ediyor kilidin çevresinde anahtarla dönüyordu. Sonunda gerisin geri oturan kilit dilinin çıkardığı tiz sesle birlikte derin bir soluk aldı ve kapıyı iyice açmak için başını tokmağa dayadı. Kapı ardına dek açıldı. Sırtının üzerine düşmeden durmaya çalışırken yetkili temsilcinin yüksek sesle “Oh!” diye inlediğini duydu, elini ağzına bastırmış sanki biri onu çekiyormuşçasına geri çekiliyordu. Annesi, önce babaya baktı ardından Gregor’a doğru iki adım attı ve yere çöküverdi. Babası ise düşmanca bir ifadeyle yumruğunu sıktıktan sonra elleriyle yüzünü örtüp heybetli vücudu sarsılacak biçimde ağlamaya başladı. Gregor, büyük bir soğukkanlılıkla: “Pekâlâ, hemen giyinip geliyorum. Sayın Yetkili Temsilci, insan bazen çalışamayacak durumda olabilir fakat böyle zamanlarda eski başarılarının hatırlanması, insanı daha da azimli bir şekilde çalışmaya teşvik eder. Lütfen bana yardımcı olun. Biliyorum, gezgin satıcılar pek sevilmez. Hem dünyanın parasını kazandıkları düşünülür hem de işyerinden uzak oldukları için birçok iftiraya maruz kalırlar ama siz, siz sayın yetkili temsilci gerçeğin böyle olmadığını biliyorsunuz. Görüyorsunuz işte ben işimi seviyorum ve bu işe gerçekten ihtiyacım var. Anneme, babama, kız kardeşime ve patronuma karşı sorumluluklarım var. Rica ediyorum iş yerinde benden taraf olun.” Ne var ki yetkili temsilci, daha ilk sözüyle birlikte ona arkasını dönmüştü bile. Gregor, işinden olmak istemiyorsa yetkili temsilcinin bu ruh hâliyle gitmesine izin vermemeliydi. Yetkili temsilciyi yakalamak için yaslandığı kapının kolundan ayrılınca zayıf bir çığlık atarak ince bacaklarının üzerine düşüverdi. Bu küçük ince bacakların üzerinde hareket etmenin çok daha kolay olduğunu görünce acılarının sona ermek üzere olduğuna dair bir hisse kapıldı. Gregor, yetkili temsilciye doğru hamle yapar yapmaz temsilci ani bir hareketle odadan çıkıp merdiven basamaklarını çifter çifter atlayarak gözden kayboldu. Temsilcinin bu kaçışı babasını da şaşırtmış olacaktı ki onu durduracağına ayaklarını yere vura vura ve elindeki bastonla gazeteyi havada sallayarak Gregor’u gerisingeri odasına sokmaya çalışıyordu. Gelgelelim Gregor’un geri geri yürümeyle alakalı hiçbir deneyimi yoktu, bu yüzden babasının sabrını taşırmaktan korkmakla birlikte elinden geldiğince çabuk, gerçekte ise çok yavaş geriye dönmeye başladı. Geniş gövdesiyle dar kapıdan geçmek için kendini zorluyordu. Aslında babası onu böyle zorlayacağına kapı kanatlarından birini açsa bu iş çok daha çabuk biterdi. Gregor kapının ağzına sıkışmıştı. Gövdesinin bir kısmı yara bere içinde kalmış ve beyaz kapıda iğrenç lekeler oluşmuştu. Acı içinde oradan kurtulamaya çalışırken babası arkadan öyle kuvvetli vurdu ki kanlar içinde odanın ortasını boyladı. Beraberinde kapı sessizlikle beraber üzerine kapatıldı.
Bundan Sonra
Gregor, baygınlığa benzer ağır bir uykudan akşamın alacakaranlığına uyandı. Sokak lambalarının solgun ışığı, odanın tavanında kâh oraya kâh buraya vuruyordu. Değerini ancak kavrayabildiği duyargalarıyla beceriksizce etrafı yoklayarak kendini yavaşça kapıya doğru itmeye başladı. Sol tarafı gerilmişti, bacaklarından biri de sabahki olaylar sırasında yaralanmıştı. Kapının önünde beyaz ekmek parçalarının yüzdüğü şekerli sütle dolu bir kâse durduğunu görünce sevinçten neredeyse gülecekti çünkü çok büyük bir açlık duyuyordu! Ama sütü tatmasıyla geri çekilmesi bir oldu, bunun tek sebebi nazik durumdaki sol tarafının yemek yeme sırasında güçlükler yaratması değildi elbet, sütün tadını da beğenmemişti. Tiksintiyle uzaklaşıp odanın ortasına süründü ve kapı aralığından oturma odasındaki lambanın ışığını izledi. Normalde günün bu saatinde, babası öğleden sonraları yayımlanan gazeteyi yüksek sesle okurken şimdi evde tek ses bile işitilmiyordu. Evin içindeki bu sükûnet ailesinin ne kadar huzurlu bir hayat sürdüğünü düşündürttü. Peki ya şimdi bütün bu huzur sonlanacak olursa? Gregor böylesi düşüncelere kapılıp gitmemek için odanın içinde aşağı yukarı sürünmeye başladı. Sabahtan beri kapıyı açması için her şeyi yapmışlardı. Oysa şimdi kapılar açık olduğu hâlde kimse yanına gelmiyordu. Zemine yapışık yatmaya mecbur kaldığı bu yüksek tavanlı oda içini ürpertiyordu. Hafif bir utanma duygusuyla kanepenin altına seğirtti. Gövdesinin kanepenin altına tamamen sığamayacak kadar geniş olmasına üzülse de burada kendini oldukça güvende ve rahat hissediyordu. Açlık yüzünden ikide bir bölünen yarım yamalak bir uykunun yanı sıra kaygı ve belirsiz umutlarla beraber geçen gecede, sakinliğini koruması ve içinde bulunduğu durum nedeniyle ailesinin başına sardığı sıkıntıları çekilir kılmak üzere onlara karşı sabır ve büyük bir anlayış göstermesi gerektiği sonucuna vardı.
Sabahın erken saatlerinde kız kardeşini hol tarafındaki kapıdan heyecanla içeri bakarken gören Gregor, kanepenin altından dışarıya fırlayarak kız kardeşinin ayaklarına kapanıp yiyecek bir şeyler istememek için kendini zor tuttu. Kız kardeşi, yerdeki dolu süt kâsesini fark edip dışarı götürdükten sonra eski bir gazetenin üzerinde yarı çürümüş sebzeler, üzeri donmuş beyaz soslu kemikler, bir iki kuru üzüm ve badem, bir parça peynir, kuru ekmek, üzerine tereyağı sürülü bir dilim ekmek ve içi su dolu bir kâse getirdi. Gregor’un rahatça yiyebilmesi için de odadan alelacele çıktı. Hatta kapıyı anahtarla kilitledi. Hemen büyük bir açgözlülükle yerinden çıktı. Yaralarını iyileşmiş hissetmesine şaşırdı. Çünkü bir aydan uzun bir süre önce bıçakla hafif kestiği parmağın düne kadar acıdığını anımsıyordu. “Artık daha mı az duyarlı olmaya başladım?” diye düşündü ve ardından iştahını kabartan peyniri, sebzeleri ve sosu süratle yiyip bitirdi. Buna karşın taze yiyeceklerin tadını beğenmedi hatta kokusuna dahi dayanamadı. Karnını doyurduktan sonra tembelce bulunduğu noktaya çöktü. Bir süre sonra kız kardeşi geldi ve sanki ona kaçması için zaman tanımak istermişçesine anahtarı yavaşça döndürdü. Gregor, bu sesi duyar duymaz aceleyle kanepenin altına kaçtı. Gelgelelim yediği yemeklerden sonra vücudu hafifçe tombullaştığından, daracık yerde zar zor nefes alabiliyordu. Küçük boğulma nöbetleri eşliğinde, kız kardeşinin bir süpürgeyle yemek artıklarını ve Gregor’un hiç dokunmadığı yiyecekleri süpürüşünü izledi. Kız kardeşi gider gitmez kanepenin altından dışarı çıktı. Yemeğini bundan sonra hep böyle alacaktı.
Sonuç
“Dönüşüm”, Franz Kafka’nın ilk olarak 1915 yılında yayımlanan uzun öyküsüdür. Poetik bir metafordan çok varoluşçu bir sorgulamayla kendini böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa’nın hayatının konu alındığı öykü, yazarın en bilinen eseri sayılabilir. Böcek metaforu yazarın anlatmak istediklerinin sembolüdür. Franz Kafka, yayınevine yazdığı mektupta kitabın kapak resminin böcek olarak tasarlanmasının doğru olmayacağını, doğrudan böcek resminin romandaki karakterini anlatamayacağını belirtmesine rağmen “Ungeziefer” kelimesi doğrudan böcek olarak çevrilmiştir. Kafka, burada tiksinti verici bir dönüşümü vurgulamak istemektedir.
Başkarakter Gregor Samsa, ailesinin geçimini sağlayan ve işinden memnun olmamasına rağmen ailesi için türlü fedakârlıklalar bu işi sürdüren biridir. Onun bu fedakârlığı aile içinde yer yer takdir edilse de çoğu zaman olağan karşılanır. Gregor, böceğe dönüştükten sonra tüm bunları daha iyi gözlemle fırsatı bulur, çünkü artık dünyaya bir böcek olarak bakmaktadır. Onun için hiçbir şey eskisi gibi değildir. Eve gelen alt kiracılar kadar değer görmediği bir evde, yaşamını bir böcek gibi sürdürmesi yetmezmiş gibi insanlara özgü düşüncelerle, psikolojik çıkmazlarla da savaşmaktadır. Gregor, artık daha fazla yaşamasının hem ailesi için hem de kendi için iyi olmayacağını düşünmektedir. Nitekim yazar Franz Kafka’nın diğer eserlerinde de olduğu gibi ölüm, kaçış yolu olarak sunulmuş ve Gregor’un ölü bedeni, evin hizmetçisi tarafından bir bok böceği gibi süpürülüp çöpe atılmıştır. Eserde, toplumun dayattıklarına karşı bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin içinde bulunduğu ruh hâli ele alınmıştır. Gregor’un dönüşümü üzerinden bireyin içine düştüğü yabancılık ve yalnızlık duygusunu işleyen bu öyküyü, Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Elias Canetti; “En yetkin düzeydeki anlatım sanatının tipik örneği.” diye nitelendirir.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.