Emily Bronte 'Uğultulu Tepeler' kitap özeti

“Uğultulu Tepeler” acılı bir aşkın romanı. İçerisinde sevgi, nefret ve intikam duygusunu birlikte bulundurması romanı daha başarılı kılmıştır ve eser tüm zamanların en iyi aşk romanlarından birisi olarak yerini almıştır. Tamamına Hap Kitap uygulamasından ulaşabileceğiniz kitabın özet ve ses kayıtlarına dair bilgilendirme içeriğini istifadelerinize sunuyoruz.

Emily Bronte 'Uğultulu Tepeler' kitap özeti

Giriş

Uğultulu Tepeler”, Emily Bronte’nin 1847 yılında yayımlanan ilk ve son romanıdır. Bronte, 1818 yılında dünyaya geldi. 1848 yılında ise hayata veda etti. Kısacık yaşamı boyunca yazdığı tek roman olan bu eser onun edebiyat dünyasına kazandırdığı bir klasiktir.

Toplumun gürültüsünden uzaklaşmak isteyen Mr. Lockwood bir çiftlik evi kiralamaya karar verir. Ev sahibini evinde ziyaret eder ve bu evde karşılaştıklarından çok etkilenir. Orada yaşananları öğrenmeye karar verdiğinde ise acılı bir hikâyeyle baş başa kalır.

Kadınların edebiyatla uğraşılmasına izin verilmeyen bir çağda bir kadın tarafından kaleme alınan ve yazarın çevresindeki kişilerden izler taşıyan bu romanın her bir sayfasında farklı bir duyguyla karşılaşabiliyoruz. Olayların gerçekten yaşanmış olabilme ihtimali tüylerimizi diken diken etmeye yetiyor.

Kitap özetinden bölümler:

Uğultulu Tepeler’de Bir Yabancı

İleride başıma türlü işler açacak komşumla görüştüm ve geri dönüyorum. Toplumun gürültüsünden bu kadar uzak bir yer bulabileceğimi tahayyül edemezdim doğrusu. Mr. Heathcliff ile birlikte yaşamamız için çok güzel bir yer burası. Onu ilk gördüğümde kendimi yeni kiracısı olarak tanıttım. Buraya gelir gelmez ilk işim onu ziyaret etmek olmuştu. Yüzünü buruşturarak beni içeriye davet etti. Onu ilk gördüğüm andan itibaren ona ilgi duymaya başlamıştım. Yaşadığı evin bulunduğu yere Wuthering Heights deniyor. Bu taşra halkının dilinde uğultulu havaları tanımlamak için kullanılan bir tamlama. Uşağı Joseph’e seslendi ve gidip bir şeyler almasını rica etti. Sonrasında oturma odasına yöneldik. Gördüğüm manzarayla onu bir türlü bağdaştıramıyordum. Görünüşü çingeneye benziyordu. Tavırları ise bir köy ağasının tavırları gibiydi. Anladığım kadarıyla o, sevgisini de nefretini de gizli tutan insanlardandı.

Ocağın yanındaki sandalyeye oturdum. Bir çift çoban köpeğiyle baş başa bırakılmıştım. Bir süre sonra gözlerini açtılar ve eteklerimi çekiştirmeye başladılar. Bağırmaya başladım. Evin efendisi beni umursamayan bir tavırla neler olup bittiğini sordu. “Kudurmuş bir domuz sürüsü, bu köpeklerden daha az zararlıdır.” dedim. Ev sahibim bıyık altından gülümsemeye başladı. “Biraz şarap içmelisiniz, sakinleşirsiniz.” dedi. Benim gibi zarif bir insana kaba davranmanın doğru bir davranış olmadığını anlamış gibiydi. Kiraladığım ev hakkında bana birkaç bilgi verdi. Ayrılmadan önce yarın tekrar buraya gelmek istediğimi ona ilettim. Onun çekingenliğin yanında ben ne kadar da girişken bir insan olarak gözüküyordum.

Dün öğleden sonra hava sıcaklığı düştü, ortalık sise büründü. Karın bastırmaya başladığı anda Uğultulu Tepeler’e ulaştım. Asık suratlı uşak beni içeriye aldı ve sıcak bir odaya götürdü. Evin hanımının orada oturduğunu gördüğümde sevindim. Selam verip beklemeye başladım. O ise bana tek kelime bile etmedi. “Ne kötü bir hava var.” dedim. Bunun üzerine dışarı çıkmamın yanlış bir karar olduğunu söyledi. Bir anda ocağın yanında bir delikanlının dikilmiş, bana yan yan bakıyor olduğunu fark ettim. Uşak olup olmadığı konusunda şüpheliydim. Beş dakikanın sonra ev sahibi içeriye girdi ve beni bu sıkıntılı durumdan kurtardı. Yemek hazırlandı ve hepimiz masanın etrafına dizildik. Yemek sırasında kadının ev sahibimin ölmüş oğlunun karısı olduğunu öğrendim. Delikanlı ise adının Hareton Earnshaw olduğunu sert bir şekilde dile getirdi. Bu güzel aile manzarasına uyum sağlayamıyordum. Eve gitmeye karar verdim fakat havanın durumu gittikçe kötüleşiyordu. Çareyi Mr. Heathcliff’ten yardım istemekte bulacağımı düşündüm fakat hiç oralı olmadı. Geldiğim yoldan geri dönebileceğimi söyledi. Bunun üzerine geceyi burada geçirmek zorunda olduğumu, bir sandalyenin üzerine kıvrılabileceğimi ona ilettim. Beni hizmetçi Zillah’a emanet ederek yanımdan ayrıldı ve ben de yatağımı göstermesi için onu takip ettim.

Pencere kenarında üst üste yığılmış kitaplar gözüme takıldı. Kitapların hepsinde tek bir ad tekrarlanıyordu: Catherina Earnshaw. Bazılarında ise Catherina Heathcliff veya Catherina Linton yazıyordu. İçlerinden birini aldım ve yatağa uzandım. Tamamı küçük harflerle kaleme alınmış bir İncil’di. Ardından kapattım onu. Derken bir başkasını açtım. Dördüncüyü tamamladığımda tüm kitaplara göz gezdirmiş oldum. Catherina ismine karşı ilgim gittikçe büyümeye başladı. Karalamaları hecelemeye başladım. Karalamaları okumaya devam ederken uykuya daldım. Düşüme karalamalarda okuduğum satırlar karabasan gibi düştü. Pencereme Catherina geldi. “Tam yirmi yıl oldu.” diye söylendi sürekli. Ne yapsam onu pencereden uzaklaştıramıyordum. Haykırarak uyandım. Kapıya birinin yaklaştığını fark ettim. Gelen Mr. Heathcliff’ti. Beni bu odada gördüğünde hizmetçiye beni buraya yerleştirdiği için bunun hesabının soracağını ve gürültü yapmamamı söyledi. Ona gürültüye sebep olan düşümden bahsetmeye başladım. Bu onu daha da öfkelendirdi. Bundan sonrası için uyumamın mümkün olmadığı sabaha kadar avluda gezeceğimi, sabah olduğunda ise buradan ayrılacağımı ona ilettim. “Köpekler bağlı değildir, avluya çıkmasanız iyi olur.” dedi. Onun sözünü dinledim ve mutfağa yöneldim. Peykenin üzerinde uykuya dalmak üzereyken içeriye uşak Joseph girdi ve piposunu tüttürmeye başladı. Buranın kapısı oturma odasına açılıyordu. Ev sahibimi orada kitap okur vaziyette görünce şaşırdım. Kahvaltıya kalmamı teklif etseler de kendimi dışarı attım. Saat on iki gibi evime vardım. Kâhyam Mrs. Dean’den akşam yemeğimi boyunca yanımda kalmasını istedim. Onu biraz tanıdıktan sonra asıl merak ettiğim konu olan ev sahibimin ailesinden söz etmesini istedim.

Eve Gelen Yabancı

Mr. Heathcliff’in çok parası varmış ama ayrılmak istediği zaman kiracı bulamayacağı için Thrushcross Çiftliği’nden ayrılmıyormuş. Gelini, Mrs. Dean’in ölen efendisinin kızıymış. Hareton Earnshaw ise ölen efendinin yeğeniymiş. Kâhya kadına onunla daha uzun konuşmak istediğimi ilettim. Bir saat sonra elinde örgüsü ve bir tas çorbayla geri geldi. Bana hikâyesini anlatmaya başladı.

Burada çalışmaya başlamadan önceki hayatım Uğultulu Tepeler’de geçti. Bunun nedeni Tepeler’de gördüğünüz delikanlının babasını annemin yetiştirmesidir. Mr. Earnshaw bir gün evden ayrıldı ve üç gün sonra geri geldi. Ev ahalisi olarak onun çevresine toplandık. Yanında Liverpool sokaklarında bulduğu evsiz barksız bir çingene çocuğunu getirmişti. Bana onu temizlememi ve çocukların yanına yatırmamı söyledi. Ona küçük yaşta ölen oğullarının ismi olan “Heathcliff” ismini verdiler. Bir süre sonra Cathy ve Heathcliff’in aralarından su sızmaz olmuştu. Diğer çocuk olan Hindley ise ondan nefret ediyordu. Açıkçası ben de nefret ediyordum. O çocuğun gelmesiyle evdekilerin arası bozulmaya başlamıştı. İki yıl olmadan Mrs. Earnshaw öldü. Artık yeni gelen çocuğa bakma görevi tamamıyla bana kalmıştı. Bir süre sonra ona karşı olan düşüncelerimde değişiklikler olmaya başladı. Hastaydı ve ben onun başından ayrılmamalıydım. Uslu bir şekilde yatıyordu. Kısacası her hastabakıcının karşılaşmak isteyeceği türden bir hastaydı. İyileştiğinde doktorun da beni övmesinin ardından Hindley yandaşını kaybetmiş oldu. Ama ona karşı tam anlamıyla bir sevgi besleyemiyordum. Acaba efendi bu çocukta ne buluyordu, anlayamıyordum. Heatcliff’in evde ona yapılan saldırılar karşısında kin tutmadığını düşünüyordum. Bu konuda aldandığıma siz de tanık olacaksınız.

Efendimiz günler geçtikçe düşmeye başladı. Evde artık eskisi kadar sözü dinlenmiyordu, bu durum onu çileden çıkarıyordu. Heathcliff’e birisi kötü bir şey diyecek diye ödü kopardı. Eve gelen papaz efendinin önerisiyle Hindley’in saldırgan tavırları gerekçe gösterilerek koleje verilmesi kararlaştırıldı. Hepimiz bir aradayken bir Ekim akşamında efendimizin ölümü gerçekleşti. Aramızdan sessizce çıkıp gitti. Hindley cenaze töreni için karısıyla birlikte geldi. Bu bizi şaşırttı çünkü evlenmiş olabileceğini tahmin etmemiştik. Üç yıldır evden uzaktaydı, değişmişti. Cenazeden sonra ayrılmamaya karar verdiler. Karısının Heathcliff’in aleyhinde birkaç söz etmesinin ardından ona karşı olan eski nefreti gün yüzüne çıktı.

Heathcliff’i çiftlikte çalışan sıradan bir insanmış gibi çalışmaya zorlamaya başladı. O ise bu baskıya karşı sessiz kalmayı tercih ediyordu. Bir pazar akşamı Cathy ile ortadan kayboldular. Herkes uykuya daldı ama ben onları beklemeye devam ettim. Heathcliff tek başına çıkageldi. Küçükhanımın gelmediğini görünce onun nerede olduğunu sordum. “Thrushcross Çiftliği’nde kaldı. Bana kal deme nezaketini göstermediler.” dedi. Ardından olayların nasıl geliştiğini anlatmaya başladı: “İstediğimiz gibi dolaşmak için çamaşırlıktan kaçtık. Çiftliğin ışığı dikkatimizi çekti ve oraya yöneldik. Salonu penceresine saksı yardımıyla çıktık. Evdeki çocuklar birbirleriyle kavga ediyorlardı. Gülmemeye çalıştık ama kendimizi tutamadık ve sesimizi duydular. Tam kaçacaktık ama Cathy’yi evin köpeği yakaladı. Ben de onu bırakamadım ve yakalanmış olduk. Bizi ilk başta hırsız zannettiler. Daha sonrasında ev sahibi Cathy’yi tanıdı. Beni ise çingene olarak nitelediler. Elime bir fener tutuşturup yaptıklarımın Mr. Hindley’e bildirileceğini söylediler. Cathy ise orada kaldı. Onun saçlarını taradılar, karnını doyurdular.” Mr. Linton işleri yoluna koymak için öbürkü gün bizim eve geldi. Bu macera Mr. Hindley’i iyice öfkelendirdi. Cathy’nin kontrol altında tutulmak koşuluyla eve dönmesi kararlaştırıldı. Heathcliff’e ise onunla bir tek kelime konuşursa evden uzaklaştırılacağı bildirildi. Kâhya kadın burada ara vermek istedi. Ama ben biraz daha anlatması için direnince anlatmaya devam etti.

Güzel bir Haziran sabahında ailenin son üyesi dünyaya geldi. Hanımım doğumun ardından hastalandı. Yeni doğan çocuğa bakmanın yükümlülüğü bana aitti. Karısı bir gece Mr. Hindley’in kollarında öksürük nöbetine tutuldu ve onun kollarının arasından kayıp gitti. Minik Hareton’dan artık tamamen ben sorumlu olacaktım. Heathcliff’in artık bir iblisten farkı yoktu. Efendi onu bu duruma getirmeyi başarmıştı, bundan keyif alıyordu. On beş yaşına giren Cathy’nin civarlarda eşi benzeri yoktu. Edgar Linton ise ondan çok daha üstün olmasına rağmen onun büyüsüne kapılmıştı. Uğultulu Tepeler’i açıktan açığa ziyaret etme cesaretini pek az sefer gösterebiliyordu. Bir gün efendi evde bulunmuyordu. Heathcliff’te bu durumdan cesaret alıp o gün çalışmamaya karar vermişti, günü Cathy ile geçirmek istiyordu. Ona bu durumu bildirdiğinde bundan hoşnut olmadı. Çünkü o da abisinin evde olmayışını fırsat bilmiş ve Edgar Linton’u eve davet etmişti. Heathcliff bu karar üzerine odayı terk etmek üzere ayaklandı.

Cathy yanıma geldi. “Heathcliff nerede?” diye sordu. “Muhtemelen işinin başındadır.” dedim. Ardından bana içini dökmeye başladı: “Çok mutsuzum. Mr. Linton bana evlenme teklifi etti. Onu seviyorum ve olumlu yanıt verdim. Doğru karar verdim mi bilmiyorum ama ruhumla yüreğim yanlış karar verdiğimi söylüyor. Hindley, Heathcliff’i bu kadar aşağı düzeye çekmeseydi Edgar’la evlenmeyi bile düşünmezdim. Şimdi onunla evlenmek istesem onun seviyesine inmiş olacağım. Onunla biz ruh eşiyiz ve o benim onu ne kadar çok sevdiğimi asla öğrenmeyecek.” Bu sırada Heathcliff’in sessizce odanın dışına kendini attığını gördüm. Konuşulanları yeteri kadar dinlediğini düşünüp ayrılmaya karar vermişti. Cathy anlatmayı sürdürdü. “Onunla evlenirsek ikimiz de dilenci olmaktan öteye gidemeyeceğiz.” Uşağın kapıdan giriş yapmasıyla konuşmamız bölündü. Cathy’ye Heathcliff’in konuştuklarımızı duymuş olabileceğini söylemeye karar verdim. Telaşlandı ve odasına koştu ama onu evde bulamadı. Evden ayrılmıştı. Sabaha kadar onu bekledi ama sonuç alamadı.

Mr. Hindley ise yaşananları öğrendiğinde kardeşine küfürler savurdu. Günler geçiyordu ama ondan hâlâ ses soluk çıkmamıştı. Mr. Linton evimize birkaç ziyaret gerçekleştirdi ve Cathy’nin birkaç günlüğüne Thrushcross Çiftliği’ne götürülmesine karar verildi. Küçükhanımım iyileşme döneminin ardından eve daha geçimsiz birisi olarak döndü. Heathcliff’ten o geceden beridir haber alınamamıştı. Ben dâhil olmak üzere ev halkıyla arasına mesafe koydu. Efendi kardeşinin çiftliğe gelin olarak gitmesini gönülden istiyordu. Edgar Linton’un dileği sonunda gerçekleşti, Cathy’yi Gimmerton Şapeli’ne gitmeye ikna etti. Uğultulu Tepeler’den onlarla birlikte ben de ayrıldım ve buraya geldim. Artık evde kadın hizmetçi istenmiyordu. Bana buyrulduğu gibi davranmalıydım.

Dönüş

Güzel başlayan bir manastır yaşantısı. Dört hafta süren çırpınmalar. En kötüsü de tek bir insan yüzü bile görememek. Az önce ev sahibim ziyarete gelerek beni onurlandırdı. Şu sıralar iyi sayılırım. Kitap okuyamasam da hikâyeyi kaldığı yerden dinlemeye devam edebilirdim. Kâhya kadını yukarıya çağırdım ve anlatmasını rica ettim.

Cathy’yle yeni yuvama gittim. Orada bana beklediğimden çok daha iyi davrandı. Eşiyle beraber mutlu bir yaşam sürüyordu. Ta ki sürpriz ziyaretçi gelene dek. Gelen Heathcliff’ti hepimiz onu şaşkınlıkla karşılamıştık. Şimdiye kadar ki yaşamını nasıl sürdürdüğü hâlâ belirsizdi. Cathy onu gördüğüne çok sevindi ama eşi için aynı durum söz konusu değildi. Yapılı bir erkek olmuştu. Efendim ise onun yanında toy bir delikanlı gibiydi. Cathy geçirdikleri zaman boyunca ondan bakışlarını bir an olsun ayırmıyordu. Bu da efendimi endişelendirmeye yetiyordu. Ona artık Mr. Heathcliff demeliyim. Ayrılırken geceyi nerede geçireceğini sordum. “Mr. Hindley beni Uğultulu Tepeler’e davet etti. Teklifine icabet edeceğim.” yanıtını verdi. Efendimin üzüntüsü bir süre yatışır gibi oldu. Yeni üzüntüsü ise hiç beklemediği bir noktadan gelecekti. On sekiz yaşındaki kardeşi Heathcliff’e âşık olmuştu.

İçini döken İsabella’a hanımımın cevabı ise şu şekilde olmuştu: “O uğursuz bir kuş gibidir. Sana bir hayrı dokunmaz.” Bu mesele Heathcliff’e söylendiğinde onun biraz olsun kendisini umursamaması üzerine genç kız hayal kırıklığına uğramıştı. Günler geçtikçe hanımım ise genç kıza onu tüm kusurlarıyla anlatmaya çalışıyordu. Heathcliff ise gözleri efendime benzeyen bu kızdan tiksiniyordu ama bir taraftan da kız onun varisi sayılırdı. Bense bu süreçte bir mucize gerçekleşmesini ve onun hayatımızdan temelli olarak çıkmasını diliyordum. Tabii efendim de şüphesiz aynı düşü kuruyordu.

Onun çiftliğimize sokulmaması için elimden geleni yapmaya karar verdim. Bu olaydan sonraki ilk seferde çiftliğe geldiğinde onu genç hanımımla oynaşırken yakaladım. Bağrışmalar üzerine hanımım da olaydan haberdar oldu. “İsabella’yı rahat bırakman konusunda seni uyarmıştım.” dedi. “O istedikten sonra kimse onu öpmeme engel olamaz. Sen benim hayatımı cehenneme çevirdin. Bana karışmaya hakkın yok.” diye karşılık verdi. İkisi de ocağın birer köşesine oturdular. Ben de bu sırada efendime olanları haber vermeye gittim.

Evden gittikten sonra efendim eşini karşısına aldı ve konuştular. “Bir seçim yapman gerek. Ya ben ya o.” Hanımım konuşacak durumda değildi, zor soluk alıyordu. Gözleri tavana dikildi, ölmüş gibiydi. Mr. Linton telaşla, “Dudaklarında kan var.” dedi. Dayanamadım ve onun numara yaptığını söyleyiverdim. Bu sözler üzerine Cathy ayaklandı ve koşarak odasına kapandı. Efendim ise bu olaydan sonra başını kitaplarından kaldırmadı. Kardeşiyle konuşma girişiminde bulunduysa da onun kaçamaklı yanıtları sonrasında bir sonuca varamadı.

Günler geçiyordu. İsabella günlerini gözü yaşlı bir şekilde parkta dolaşarak geçiriyordu. Üçüncü günün ardından Cathy odasının kapısını açtı. Biraz su ve bir tas çorba getirmemi istedi. Götürdüğüm şeyleri çabucak yiyip içti. Sonrasında evdeki herkesi kendine düşman görmeye devam etti. İlerleyen günlerde onu odasında ziyaret ettiğimde tuhaflaşmıştı. Aynadaki yansımasını başka bir kişi zannediyordu. Bedeni baştan ayağa titriyordu. “Uğultulu Tepeler’de olduğumu zannettim. Bir anda Heathcliff’ten koparılıp buranın hanımı oluverdim. Nasıl bir uçurumun içindeyim anlıyor musun? Neden böyle bir insan oldum.” dedi. Dışarısı zifiri karanlıktı ama Uğultulu Tepeler’in ışıklarını gördüğünü söylüyordu. Mr. Linton kapının önünden geçtiği sırada onun sesini duydu ve içeriye girdi. Karısının ne hâle geldiğinin görünce dili tutuldu. “Kendini ne hâle getirdin sevgilim.” diyebildi. Karısı, “Sen beni yeniden yakalamadan ruhum Uğultulu Tepeler’e ulaşacak.” diye cevap verdi. Odadan çıktım ve doktor çağırmaya gitmenin doğru olacağına karar verdim.

O gece efendimle beraber gözümüzü bir an olsun kırpmadık. Herkes işinin başındaydı. Sadece İsabella ortalıkta gözükmüyordu. Genç bir hizmetçi alelacele gelerek çevreden aldıkları duyumlara göre onun Heathcliff’le kaçtığını bildirdi. Efendim kardeşinin kendisini abisi olarak görmediğine karar verdiğini söyledi. Bir daha ne onun hakkında bir şey sordu ne de adını andı.

Sonuç

“Uğultulu Tepeler”, sevgi ve nefretin doğurduğu zulüm ve intikamın romanı. Evlatlık çocuğu uğruna öz oğlunu evden uzaklaştırabilen bir babanın romanın kopuş noktası olduğunu söyleyebiliriz. Baba, Hindley’in öfkesini yaratıyor. Onun öfkesi sonucu ise Heathcliff bambaşka bir insana dönüşüyor. Heathcliff’in intikamı roman boyunca adım adım gerçekleşiyor. Bu süreçte bir ailenin çöküşü de söz konusu.

Romanda yazıldığı dönemin izleri görülmekte. Mrs. Dean, Earnshaw ailesinin uşağı. Beylerinin ve hanımlarının etkisinden roman boyunca çıkamıyor. Orta sınıfın yükseldiği Victoria Dönemi’nde yazılan romanda sınıfsal farklılıklar hissediliyor. Bir diğer dönem izinin mirastaki uygulama olduğunu söyleyebiliriz. Babası Catherina’nın doğduğuna ilk başta sevinmiyor çünkü kız çocukları varis olarak görülmüyor. Ölümüne yakın yaptığı hatanın farkına varsa da durumu düzeltmeye ömrü yetmiyor.

“Uğultulu Tepeler” acılı bir aşkın romanı. İçerisinde sevgi, nefret ve intikam duygusunu birlikte bulundurması romanı daha başarılı kılmıştır ve eser tüm zamanların en iyi aşk romanlarından birisi olarak yerini almıştır.


Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.

 

YORUM EKLE