Kaygılar… Ah kaygılar

Ne çok kaygılısın. Kendine olmadık kaygılar üretme konusunda ne kadar mâhirsin. Allah üzerindeki yükleri azaltmak istedikçe sen dünya kadar dert yükleniyorsun. Derdin dünya olunca, dünya kadar derdin oluyor. Bir gelecek kaygısı, bir ölümsüzlük arzusu, bir biriktirme telaşı… Ne oluyorsun?

Gelmesinden emin olmadığın yarınlar için bu günlerini mahvediyorsun. Tıpkı bu gün elde edemediğin şeyler için geçmişini harcadığın gibi. Sen gelecek telaşındayken ömrün ve günlerin senin olmaktan çıkıyor. Şairin:

Bin dokuz yüz seksen yedide

Gelecek yoktu aklımızda

Şimdi gelecek geçmiş oldu

Geçmiş gelmeyecek olsa da[1]

dediği günlerden, aklından geleceğin çıkmadığı günlere geldin.

Allah'ın ayetlerinden öğüt, insanların başına gelenlerden ders, hayvanlardan ibret alman gerekmez mi? “Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”[2]

Hayvanlar bile gereğinden fazla rızık yüklenmezken, “Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline! O, malının, kendisini ebedîleştireceğini sanır.”[3]

Hayvanları rızıklandıran Allah kullarını aç mı bırakır? Senin görevin üzerine düşeni yapmak sadece. Aramak, istemek, çalışmak… Sonuç Allah'a ait. Sen oraya müdahale etmeye kalkarsan o yükün altında ezilirsin. Seni sana havale ediverirse halin nice olur?

Her yönüyle eksik olan sen, rızık konusunda kendi kendini tamamlayacağını mı zannediyorsun? Yanlışa ne kadar meyillisin. İman edip salih amel için çalışanlara vâdedilen özel cennet odalarına kavuşmak için gerekli olan sabrı ve tevekkülü bile yanlış anlıyorsun.

Allah “sabır” diyor, sen pasiflik, donukluk, kötü şartları kabullenmek olarak anlıyorsun. Oysa sabır; direnmektir, kötü şeylere teslim olmamaktır, değişimi gerçekleştirinceye kadar tahammül edilmesi gereken zaman sürecidir, çıkmaz sokaklardan çıkış arayışıdır.

Allah “tevekkül” diyor, “sen üzerine düşeni yaparsan sonuca ben kefilim, senin bittiğin yerde ben yeterim” diyor, sen sonucu kendin belirlemeye yelteniyor, yapman gerekenleri Allah'a yıkmaya çalışıyorsun. Neden hep ters davranıyorsun? Neden haddini aşıp ilahlık taslamaya kalkıyorsun?

Ahiretine taşıyamayacağı kadar servet biriktirmeyi sevenlere, malının kendisini ebedî kılacağını zannedenlere, hevâsını ilahlaştıranlara Allah soruyor:

Andolsun, eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?" diye soracak olsan mutlaka, "Allah" diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?

Allah, kullarından dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”[4]

Hâlâ anlamadın mı? Bi “Elhâmdülillah” de.  Yeri göğü yaratan, ayı ve güneşi emrine amade kılan, gökten su indirip ölü arza hayat veren Allah olacak, “Bunları kim yapıyor?” diye sorulduğunda “Allah” diyeceksin, ama hayatın ve rızkın konusunda belirleyici olanın sen olduğunu zannedeceksin, öyle mi? Akletmeyecek misin? Hâlâ kendini kandırmaya devam mı edeceksin? Sen nasıl bir Allah'a inanıyorsun?

“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?”[5]

 Rasulullah’ın (sav) ne buyurduğunu bi hatırla.

“Dünyada (kimsesiz) bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol!”[6]  

Taşıyamayacağın, yolda bırakmak/atmak zorunda kalacağın ağırlıklar yüklenme. Senden sonra gelenlere de yük etme. Faydalan ve orada bırak. Bırak ki senden sonrakiler de faydalansın. Ama sen ne yaptın; yolcu gibi davranmak yerine hancı gibi davrandın. Önce gölgeyi, sonra ağacı, daha sonra ağacın bulunduğu tarlayı, hatta o mıntıkayı sahiplenmeye kalktın. “Benim” dedin. Benim ağacım, benim tarlam, benim arsam, benim evim… Taşıyabiliyor musun? Götürebiliyor musun?

Sen yolcu olmayı kabul ettiğin sürece, yürüdüğün sürece yollar senin. Sahiplenmeye kalkma! Unutma ki toprak senin değil, sen toprağınsın. Benim zannettiğin toprak senin mezarındır. Sen yola bak, sen yolculuğuna bak, sen yürümene bak, sen aramana bak.

Rızkın Allah'a aittir. “Ben hallederim, ben kazanırım” dersen, seni sana havale ediverir de kendinle uğraşır durursun. Başkaları ile uğraşmaktan daha zordur kendinle uğraşmak. Kendinden kaçamazsın, uzaklaşamazsın. Kaygı işte budur. Kendinle kavga edip durmandır. Allah kaygını azaltmaya çalıştıkça sen çoğaltmaya çalışıyorsun. “Dünya, dünya” deyip duruyorsun. Oysa,“Bu dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka nedir ki?  Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”[7]

Keşke sen de bilseydin ey nefsim!

Dipnotlar:

[1] İbrahim Kiras, Yırtılan Kâğıt Gibi On Yıl

[2] Ankebut Suresi, 60

[3] Hümeze Suresi, 1-3

[4] Ankebut Suresi, 61-62

[5] İnfitar Suresi, 6-8

[6] Buhari, Rikak, 3

[7] Ankebut Suresi, 64