İlâhî risalenin insanlara iletilmesi kadar canlı bir varlık üzerinde temsil edilmek suretiyle görünür kılınması da hikmetlerinden biridir İslâm’ın. Yarattığı varlığı en iyi bilen Allah Teâlâ, insanın marifetullah yolculuğunu değerli kılabilmesi adına dinin cümlesine hâkim olmaları bakımından peygamberler göndermiştir.
“Müjdeleyen ve uyaran peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı tutunacak bir delilleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”[1] ayetinde buyurulduğu üzere elçiler vasıtasıyla inkarcıların önüne geçilmiş ve insanoğlunun tabi tutulduğu imtihanlara cevap anahtarı sunularak müphem noktalar vuzuha erdirilmiştir. Bu durum insan hayatı ve inşa edilen medeniyetin sürekliliği noktasında birçok maslahat barındırmakta, adeta aşkın bir nizamın ilkelerini gözler önüne sermektedir. Kelâmî ekoller arasında bilhassa Mâturîdî çizginin benimsemiş olduğu bu bakış açısı ile beşeriyet, dünya üzerindeki arayışını aklın ve vahyin kesiştiği nübüvvet kurumu vasıtasıyla tevhidin künhüne vakıf olmak suretiyle idrak edebilmektedir.[2]
Rehbere ihtiyaç duymanın mahiyetine dair
İnsan her ne kadar bilinç, kudret ve irade ile donatılmış olsa da bahşedilen bu yetileri sınırlı niteliklerdir. Muğlak kalan yahut gücünü aşan konularda yolunun aydınlatılması hususunda bir danışmana ihtiyacı vardır. Bu bağlamda vahyin hakikatine varmanın anahtarı olan peygamberler, emir ve yasakların keşfedilmesinden hayatın lezzetini özümsemeye, insanlar arası ilişkilerden ticaret hukukuna, ibadetlerin keyfiyetinden takvanın ölçüsünün izahına kadar birçok noktada insanlara kılavuzluk etmektedir. Bu numune-i imtisal hâlini takip etmek, Müslümanca yaşama gayreti edinen her kalp için Yaratıcısı’nı daha iyi tanıma yolunda atılacak adımların başında gelmekte olup “usta-çırak” ilişkisinin kulca bir duruşunu izhar etmektedir. Zira Allah Teâlâ ile kulu arasında altından bir zincir vasfı taşıyan nebîler, insanın benliğine dair toz bulutlarını aydınlatan, silikleşen dünyevî ve uhrevî misyonunu en kâmil hâliyle yaşamanın imkânını ortaya koyan, güzelin ve çirkinin ayırt edildiği ulvî bir mahallin sahibi olan kimselerdir.
Hakikatin doğrudan iletildiği kanal
Peygamberler, her biri farklı bir meslek, mizaç ve kıssa sahibi olmalarıyla, ümmetlerine birçok şeyin keyfiyetine dair yol gösterici olmuşlardır. Bu bağlamda insanoğluna bahşedilen bu elçilik nimetindeki hikmetleri göz ardı etmek, sefihlik olarak nitelenmekle birlikte kulluk bilincine de muarız bir durum kabilinden değerlendirilmektedir.[3]
Allah’ın yeryüzüne dinini anlatacağı bütüncül meziyetlere sahip rehberler gönderip insanlığa temsiller sunması şüphesiz lütfunun ve rahmetinin nişanesidir. Zira Peygamberler, evrensel iyinin dahi ne olduğunun halen tartışıldığı bir sistemde hakikatin doğrudan iletildiği bir kanaldır. Şefkat tezahürü olan bu durum Kur’an-ı Kerim’de: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” [4] şeklinde zikredilmektedir.
Öte yandan bu müessese gerek üstün bir ahlâk düzeninin inşası gerekse erdem ve fazilet sahibi insanlar yetiştirmek için öncülük etmekte, letafet sahibi bir toplumun bina edilmesine örneklik teşkil ederek katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda İbn Sînâ (v. 428/1037), nübüvvetin gerekliliğini ve kula temsil gücünü insanın psikolojik ve sosyolojik yönüne atıfla açıklamaktadır. Ona göre insanın hayvandan farkı bu bağlamda ortaya çıkmakta, başkalarıyla müdrik bir etkileşim hâlinde olmasına binaen ilişki örüntülerini dengeleyecek üst bir merciye gereksinim duymasından kaynaklanmaktadır. Zira ona göre insan şehevî güçlere sahiptir ve de bu durum zaman içinde isabetli kararlar almasının önüne geçmektedir.[5] Dolayısıyla her birey, insanüstü bir sisteme ve bu düzenin taşıyıcısı halifelerin varlığına muhtaç bir konumdadır. Zira vakıa bunu doğrular niteliktedir; ne tamamen hukuksuz bir düzen ne de diktatörce bir tavır âlemdeki nizama müspet bir katkı sunmamaktadır.
Temsilden doğan rahmet
İman esaslarının yapıtaşlarından birini oluşturan peygamberlerin insanlardan seçilmesi bahsi ise çırağın ustasını örnek alıp tatbik etmesindeki mümkünata işaret etmesi sebebiyle önem arz etmektedir. Öyle ki peygamberlerin melek taifesinden veya bambaşka bir formda seçilmeleri de aklen olasıdır, ancak insan olmaları itibariyle bu hususta mahlukata iletilen çağrının uygulanabilirliğine vurgu yapılmaktadır.
Enbiya Suresi’nde bu durumu sorgulayan müşriklere hitaben; “Biz, senden önce de kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz. Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.” buyurulmaktadır. Nitekim insanı en iyi anlayabilecek canlı ancak aynı arzulara sahip aynı zaafları barındıran ve aynı düzenin tâbîsi bir başka insandır.
Peygamberlerin temsil yönü yalnızca dinin açıklanması noktasında değildir. Nimet anında nasıl davranılması, imtihanlara nasıl sabredilmesi yahut şükrün edası gibi birçok hususta muhtelif davranış örüntüleri sunulmakta, her bir elçi tevhidin süslediği bir hayat düsturu aktarmaktadır. Binaenaleyh, hayatın her alanına dair pek çok yol tayin eden peygamberleri tanımak, takındıkları tavırları adeta bir nakış gibi kıymetle gözetip benimsemek, imtihanların kazanılması hususunda rehberliklerine danışmak oldukça elzemdir.
Büşra Çakırhan
İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi-KELAM ANABİLİM DALI
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi-PSİKOLOJİ
[1] Nisa Suresi 165
[2] Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Tebsıratü’l-edille, Nşr. Hüseyin Atay-Şaban Ali Düzgün, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2003, c. 2, s. 12
[3] Ebu Mansur el-Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, Thk. M. Basellum, Beyrut, Darül-Kütübi’l-İlmiyye, 2005, c. IV, s. 227
[4] Al-i İmran Suresi 164
[5] İbn Sînâ, Kitabü’ş-Şifa, Thk. Hasanzade Amuli, s. 487-489