Bizi hikmete çağıran birbirinden güzel atasözlerimiz vardır. Fakat atalarımız bu sözleri neden söylemiş? Pek fazla üzerinde durmuyoruz gibi… Meselâ “Ne oldum deme, ne olacağım de!”, “Kime niyet, kime kısmet.” Aklıma ilk düşen iki manidar örnek… Örnekler çoğaltılabilir.
İşte bu atasözlerimize denk düşen, ne anlama geldiğini açık bir şekilde ifade eden bir türbe ve türbemizin trajik hikâyesi. Burada tanıtacağımız türbe, Eyüp Sultan’da, Sultan Reşad Caddesi-Beybaba Sokak ile Camii Kebir Caddesinin kesiştiği noktada, Ferhat Paşa türbesinin karşı köşesinde yer alan Şekerpare Kadın Türbesi’dir. Bugün türbenin içinde iki erkeğe ait sanduka vardır. Bu sandukalar, Sultan İbrahim devri Bâbüssaâde ağalarından Abdurrahman Ağa ile yine Sultan İbrahim devri hazine-i hassa ağalarından Hasan Ağa’ya aittir. Fakat türbenin adı Şekerpare Kadın Türbesi olarak bilinir. Ayrıca kitabesinde de aynı isme rastlanır. O halde bu garip olayın aslı nedir? Şekerpare Kadın’a ne olmuştu? Kabri neredeydi?!..
Bütün mallarına el koyulup sürgüne gönderilmiş
Osmanlı Devleti’nde Sultan I. Ahmet’in kısa süren saltanatının arkasından düzenin bozulmaya başladığı görülür. İşte bu dönemlerde (1640-8) tahtta Sultan İbrahim bulunmaktadır. Şekerpare Kadın ise yabancı uyruklu genç bir cariye olarak girdiği sarayda yetişmiş, harem entrikalarını görmüş, anlamış ve bunların içinde pozisyonunu nasıl güçlendireceğini kavramış, güzel ve zeki bir kadındır. Padişahı etkileyebilecek güçte, kurnaz ve hırslı bir genç kadın olduğu çeşitli kaynaklarda yer alır. Onun padişahın musahibelerinden olduğu da bilinmektedir. Musahib veya musahibe hükümdarların sarayda sohbet ettiği kişilerdir.
Şekerpare Kadın, yeteneğiyle hem Sultan İbrahim’in gözdelerinden biri olmuş, hem büyük bir servet elde etmiş, hem de bir konağa yerleştiği gibi ayrıca kendisi için Eyüp Sultan’da bir türbe inşa ettirmiş. Ancak Sultan İbrahim’in saltanatının son yıllarında karışık bir takım entrikaların içinde adının anılması ve Kösem Sultan ile aralarının açılması Şekerpare Kadın’ın sürgün edilmesine, nikâhlısı Musa Paşa’nın ise kellesinin uçmasına yani idamına sebep olmuş.
Sultan İbrahim’in annesi ve Osmanlı tarihinin ünlü ve etkili kadınlarından olan Kösem Sultan’ın, keskin zekâsıyla oğullarını etkisi altına aldığı ve bütün saraya nüfuzunu kabul ettirdiği bilinmektedir. Şekerpare Kadın ile Kösem Sultan’ın aralarının açılmasının sebebi bilinmez. Belki Şekerpare’nin bir takım yolsuzluklara adının bulaşması, Kösem Sultan’ın ise kendinden başka bir kadının hâkimiyetine göz yummak istemeyişi aralarındaki soğukluğun başlıca sebebi sayılabilir. Rivayet o ki bu amansız rekabetin sonucunda Kösem Sultan, oğlu Sultan İbrahim’den ferman çıkararak Şekerpare Kadın’ın bütün mallarına el koydurtup sürgüne gönderilmesini sağlamış.
Bu karar o derece şiddetlidir ki genç kadının konağına kadar gidip bazı zaruri eşyalarını almasına dahi izin verilmemiş ve olduğu gibi saraydan yola çıkarılmış. Hükmün verilmesinde Hezarpare Ahmet Paşa’nın da etkili olduğu yine kaynaklarda dile getirilen bilgilerden. Şekerpare Kadın’ın sürgüne gönderilmesi ile birlikte onun sayesinde terfi eden ancak 5-6 gün sadrazamlığı olan nikâhlısı Kaptan-ı Derya Kara Musa Paşa da gazaba uğramış ve İstanbul’da Yedikule’ye hapsedilerek, Şekerpare’nin sürgüne gönderildiği zamanlarda orada idam edilmiş. 17. yüzyılda başta Sultan II. Osman olmak üzere bazı vezirlerin de Yedikule’de idam edildikleri bilinir.
Eyüp Sultan’daki türbesine de el konularak satılmış
Şekerpare kadının çilesi esas bundan sonra başlıyor. Sürgün yeri İbrim Kalesi olmuş. Burası Mısır’ın en güneyinde, Osmanlı ülkesinin Habeşistan (Etiyopya) sınırındaki son kalesidir. Bütün serveti elinden alındığı için ancak haline acıyanların yardımlarıyla yaşamını sürdürmüş. Şekerpare’nin burada ne kadar yaşadığı da bilinmiyor. Ancak o çağın içinde yaşamış olan Evliya Çelebi, Şekerpare’nin bir süre sonra İbrim’den çıkarak Mısır’a yerleştiğini ve orada öldüğünü bildirir. Ölüm tarihinin ne zaman olduğu ve bir mezarının bulunup bulunmadığı hakkında da bir bilgi yoktur. Şekerpare Kadın'ın mal varlığına el konulduğu sırada kendi adına yaptırdığı Eyüp Sultan’daki türbesine de el konularak satılmış. Abdurrahman Ağa ile yakın dostu Hasan Ağa bu türbeyi ortaklaşa satın almışlar. Türbenin kitabesinden anlaşıldığına göre aralarında çok sıkı dostluk bağı vardır. Ne gariptir ki Hasan Ağa ile Abdurrahman Ağa da -hangi sebepten bilinmez- 1652 yılında öldürülmüş ve buraya defnedilmişler. Sadr-ı Esbak Mustafa Nail Paşa’nın eşi olan Fatma Sultan da (1867) burada gömülüdür.
1957 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yapılan imar hareketinden önce buradaki türbe, senelerce marangoz atölyesi olarak kullanılmış. 1942 yılında türbenin yola bakan kısmındaki sebil de kaldırılmış. Şekerpare Kadın’ın Beyoğlu-Tophane’de Necatibey caddesi üzerinde yer alan ve Sultan II. Beyazıt tarafından 15. yüzyılın sonlarında yaptırılan Beyazıd-ı Cedid Camii’nin kapısına bitişik bir de çeşmesi vardır.
Alman şair ve edebiyatçısı Heinrich Heine bir yazısında, “Her mezar taşının altında bir dünya tarihi yatar” der. Gerçekten mezarlıklardaki binlerce mezar taşı bir vakitler yaşamış ve tarihe mal olmuş kişilerin hatırasını yaşatır. Her ölü tarihte nam bırakmış bir kişi değildir. Fakat o kişi hayatta olduğu yıllarda bir tarih yaşamıştır. Basit bir mezar taşından daha önemli bir mezar anıtı olan türbe ise tabiatıyla içinde yatan kişi veya kişilerin tarih içindeki varlıklarını, hayat hikâyelerini daha ayrıntılı bir şekilde yansıtmaktadır.
Alman şairi Heine’nin sözü, Eyüp Sultan semtindeki Şekerpare Kadın türbesinde bütün canlılığı ile kendisini göstermektedir. Bu türbe Osmanlı tarihinin entrikalarla, karmaşık olaylarla dolu bir döneminde yaşayan Şekerpare Kadın’ın ibret vesikası sayılabilecek trajik hayat hikâyesinin abidesi olarak İstanbul tarihindeki yerini almaktadır.
Nidayi Sevim yazdı