Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Türkler, Miladi 840 yılından itibaren Karahanlılar döneminde toplu olarak Müslüman oldular. Müslümanlıkla birlikte İslam dinine ait adet ve gelenekler Türklerin günlük hayatında yerlerini almaya başladı. Şehirlere inşa edilen camilerde namaz vaktinin geldiğini duyurmak için ezan okunması da işte bu uygulamalardan biriydi.

840 yılından sonra yaklaşık bin yıl Müslüman Türk şehirlerinde okunan ezanlar Anadolu coğrafyasında 1932 yılında alınan bir kararla kesintiye uğradı. İslam diyarlarında Arapça aslına uygun olarak okunan ezanlar, Türkçe olarak okutulmaya başladı.

Devrimlerle başlayan dini adetleri günlük hayattan tasfiye politikası, bir süre sonra ‘dinde reform’ sürecine dönüşmüştü. 1930’lardan sonra İslâm’da reform yapmak niyetleri çoğalmıştı. Ziya Gökalp’ın, “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur /Köylü anlar manasını namazdaki duanın/Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur”  şeklinde ifade ettiği  dinde reform süreci başlatılmıştı.

Dini dönüştürme kapsamında Kemalistler 30 Ocak 1932’de Fatih Camii’nden ilk Türkçe ezanı okutmuşlardı. Aynı yıl Kur’an’ın devlet eliyle Türkçeye çevrilme çalışmaları da başlatılmıştı. Müteakiben Kur’an ve ezana ilk müdahaleler başlamıştı. Bir ses sanatkârı Dolmabahçe’de saz takımı eşliğinde ilk Türkçe Kur’an’ı ahenkle nasıl okuduklarını ve M. Kemal’in de buna nasıl katıldığını anlatıyordu (Kabaklı,1989:226). Nitekim 1932 yılından itibaren Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası getirilmişti (Özdemir,1995:127).

Diyanet İşleri eski başkanlarından Prof. Dr. Tayyar Altıkulaç ezan konusunda yaşananları şöyle anlatır: O tarihlerde hafızlık belgesi veya diploması diye bir şey olmadığı gibi Kur’an kursları da kapalı idi (Altıkulaç,2011:44).

Altıkulaç şöyle devam ediyor: “İlçede adım ‘küçük hâfız’ idi. Kimse adımı söylemez, bu unvanla anılırdım. Çarşı Camii’nde vakit ezanlarını da zaman zaman Türkçe olarak ben okurdum.

‘Tanrı uludur (dört defa),

Şüphesiz bilirim bildiririm tanrıdan başka yoktur tapacak (iki defa), Şüphesiz bilirim bildiririm tanrının elçisidir Muhammed (iki defa), Haydin namaza (iki defa),

Haydin felâha (iki defa),

Namaz uykudan hayırlıdır (sabah ezanlarında iki defa),

Tanrı uludur (iki defa),

Tanrıdan başka yoktur tapacak.’

Ben çocukluk yıllarımda bu ezanı yüzlerce defa okumuşumdur (Altıkulaç,2011:47)”.

Reformistlerin ezanın her kelimesini Arapçadan çevirdikleri halde ‘Haydi kurtuluşa’ anlamına gelen ‘Hayyael felâh’ bölümünü çevirmemeleri manidar olup Kemalistlerin ‘dinin anlaşılması’ iddia ve söylemlerinde samimi olmadıklarını göstermektedir.

Alınan bu kararın ardından ezan tam 18 yıl, neo-ittihatçıların talepleri doğrultusunda “Tanrı Uludur” şeklinde okunmuştur.

Şair Nureddin Durman, Bingöl’de Türkçe ezan konusunda yaşananları şöyle anlatıyor: Türkçe ezanın okunduğu yıllarda köyümüzde ezan hiç Türkçe okunmamış. Anlatıldığına göre Türkçe ezan uygulaması başlarken köyümüze bir yüzbaşı gelmiş, köyün ileri gelenlerinden çok sevilen bir zat olan Molla Hüseyin’in eline üç adet taş vermiş ve demiş ki: “Bu taşları al at, eğer bir daha Arapça ezan okursam karım boş olsun” diye yemin teklif etmiş (Durman,2019:19).

14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelen Demokrat Parti’nin en tarihi icraatlarından biri yaklaşık 18 yıl boyunca devam eden, büyük baskı ve zulümlere sebep olan ezanın Arapça okunma yasağına son vermesiydi.

“Minarede ezan, Kore’de Kurban” şeklinde DP dönemini bir sloganla sonradan yaftalamaya çalışan CHP’liler ise bu önemli beklentinin önünde engel gözükmekten açıkça endişe etmişlerdir. Nitekim DP’nin iktidara gelmesinden bir ay kadar sonra Meclis’e getirilen Ezan Kanunu’na CHP Grup Sözcüsü Cemal Reşit Eyüpoğlu beyaz oy vereceklerini açıklamıştı.

Kanunun görüşmeleri sırasında Meclis’te CHP Grubu adına konuşan Cemal Reşit Eyüpoğlu, “Biz bu kanunun çıkmasına engel olmayacağız. Böylece tasarı partilerin müşterek malı olur” şeklinde görüş belirterek ‘Ezanın Türkçe okutulması mecburiyetinin kaldırılması kanununa’ belirgin bir şekilde destek vermişlerdi.

CHP’lilerce de desteklenmiş Arapça ezan girişimi bir cuma günü Meclis’ten geçmişti. 17 Haziran 1950 günü yürürlüğe giren bu kanun Türkçe ezan okumayı yasaklamadığı gibi Arapça ezan okumayı da mecburi hale getirmemişti.

Demokrat Parti’nin yaptığı değişiklik, halkın gönlünde mahfuz tuttuğu o asıl ezanı minarelerin şerefelerine taşımak olmuştu. Mecliste sürekli alkışlarla kabul edilip yürürlüğe giren kanun telefonla vilayetlere bildirilmişti. Zira o gün arefe idi, ertesi gün Ramazan ayı başlayacaktı.

Ezan günü şahitlikleri

Prof. Dr. İsmail Karaçam o tarihi günden şöyle bahseder: İşte ben şu anda o günün heyecanını vicdanımda duyuyor, o günü sanki yeniden yaşıyorum. Tarih ay olarak Ramazan’a rastlıyordu. Ezan o gün ikindi namazında okunacaktı. Millet o gün vaktinden dakikalarca önce ezanı dinlemeye hazırlanmıştı. Erkekler, işyerlerini, mağaza ve dükkânlarını bırakıp dışarıya çıkmış, evlerde kadınlar pencerelerini açmış, herkes gözünü minareye dikmiş ezanı bekliyordu. Vaktin gelmesiyle birlikte müezzin “Allahu Ekber” diyerek ezana başladı. Erkek-kadın insanların o anki heyecanını, o gözlerden akan hasret gözyaşlarını, feryâd ü figânı edilen duaları hiç unutamıyorum (Karaçam, 2009:66).

Dönemin önemli şahitlerinden Yaşar Tunagür o günü şöyle anlatıyor: O gün Sultanahmet Camii imamı bestekâr Sadettin Kaynak 16 şerefeye 16 güzel sesli müezzin bulup çıkarttı ve kendisinin işaret vermesi üzerine müezzinler sırayla (birinin bırakıp öbürünün okumaya başlaması şeklinde) ezanı tam yarım saatte okudular. Camiye toplanmış olan cemaat dışarıya çıkıp ezanı ağlaya ağlaya dinlediler (Tunagür, 2010).

İhsan Süreyya Sırma da hatıralarında İstanbul’daki Ezan Gününü şöyle anlatıyor: Yaşar Tunagür hocanın mükemmel bir Türkçesi vardı. Bana bir hatırasını anlattı. Ben bunu bir kitabımda da yazdım. Şöyle demişti: “Yıl 1950. Ben Tapu Kadastro memuruyum. Tapu Kadastro binası Sultan Ahmet Caminin karşısında. Bir cuma günü namaz için hazırlık yapıyoruz. Cumaya yarım saat kala bir baktık “Allahu Ekber” diye Arapça ezan okunuyor. Pencereye koştuk. Caddede sokakta meydanda kim varsa durdu çakıldı. Hiç kimse gidemedi herkes dinlemeye başladı. Ezan Arapça okunuyordu. Meşhur hafız Sadettin Kaynak öyle ayarlamış ki 6 minarenin her şerefesine bir müezzin koymuş. Hepsi birden ezan okuyor. O günü unutamam” diyordu (Sırma, 2018:125)

Dönemin şahitlerinden Ali Özek ezan gününü şöyle anlatır: Halk, ezanın Arapçaya çevrilmesini çok büyük bir coşkuyla karşıladı. İlk Arapça ezan okunduğunda ben İzmir Kestanepazarı’ndaydım. Hacı Salih Efendi 70 yaşında vardı. Bu haber yayınlanınca o kadar yaşlı olmasına rağmen Kestanepazarı Camii’nin minaresine çıktı ve Arapça ezanı kendisi okudu. Büyük bir heyecan duyuldu (Özek-Yıldırım, 2012:54).

Erzurum ulemasından Mehmet Kırkıncı Hocaefendi de ‘ezan gününü’ şöyle anlatıyor: 1950’nin 15 Haziran’ında Erzurum halkı ikindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber almıştı. Bütün halk o gün Erzurum sokaklarına döküldü, bir bayram havası yaşıyorlardı. Kadınlar ehram ve çarşaflarıyla toprak evlerin üstüne çıkmış, bu bayramı beklemekteydiler. Herkes kurban edeceği koyun, koç, tosun ne varsa alarak, Tebriz Kapı Mevkii’nden Lala Paşa Camii’ne kadar dizilmişlerdi. Minarelerden Ezan-ı Muhammedi okunmaya başlayınca herkes sonsuz bir sürur içerisinde bıçağını kurbanının boğazına çalmıştı. Biz arkadaşlarla beraber Fetvahane’ye (Müftülüğe) gidince, Müftü Solakzade Sadık Efendi’yi sevincinden ağlar bir vaziyette bulduk. “Ya Rabbi! Ölmeden bu günleri bizlere gösterdin” diyerek Allah’a şükrediyordu (Kırkıncı, 2004:32).

M. Çetin Baydar da hatıralarında 18 yıllık aradan sonra Erzurum’da tekrar aslına uygun bir şekilde okunan ezan gününü şöyle anlatıyor: 1950’nin yaz aylarıdır. DP artık iktidar olmuştur. Yılma Durak’ın babası Hüseyin Efendi Radyo aracılığı ile yazdırılan Anadolu Ajansı haberlerini not etmektedir. Birden Hüseyin amcanın kalemi elinde titrer ve sevinçle haykırır: Ezanı Muhammed’i serbest…. Ezanı Muhammed’i serbest….

Hemen küçücük matbaası baskıya başlar. 100, 200, 300 nüsha...

Az önce gazete alan gazete dağıtıcısı, kısa zamanda geri gelip “Yine gazete ver… Bir gidir ki sorma” der. O tarihte 10 yaşında olan Yılma, bir tomar gazete kapıp çarşılara dalar. Gerçekten de gazete satın almak nedir pek bilmeyen Erzurum halkı, keseyi açıp gazete üstüne gazete almaktadır.

İşte bu keseye davranan bir yaşlı Erzurumlu da “Evladım, öyle bir müjde verdin ki, bu müjdenin karşılığı ancak bir altın olur.Al, ananın ak sütü gibi helal olsun” der (Baydar, 2017:140).

Eski milletvekili M. Cemal Cebeci de o günden şöyle bahseder: Ezan-ı Muhammedi’nin aslına uygun olarak okunmasına müsaade edildiği gün, güzel sesli müezzinler ve hafızlar tarafından minarelerde çifte ezanlar okundu. Sanki Bilal-i Habeşi hayata dönmüş de Türkiye semalarını çınlatıyordu. Halk, huşu içinde ezanı dinlerken, sevinç gözyaşları döküyor bu günleri gösteren Rabbine şükrediyordu (Cebeci,2014:67).

Bütün ülke çapında bu tarihi an böyle kayıtlara geçerken bazı köylerde eski düzenin bekçileri yine yapacaklarını yapmışlardı. Tayyar Altıkulaç bu anlamda bir hatırasını şöyle anlatır: Molla Mahmut, Tüzük köyünde öğle vakti ilk ezanını okumaya başladığında, aksilik bu ya, köye jandarmalar çıkagelmişler. Yani Molla Mahmut suçüstü yakalanmış. Ali Ağa, onu jandarmaların elinden kurtaramamış ve jandarmalar imam efendiyi bir güzel dövmüşler (Altıkulaç, 2011:43).

1932 yılında başlayan ve 18 yıl süren yasaktan sonra, 1939 yılında okuyanlara cezai müeyyide getirilen Arapça ezan meselesi bu şekilde çözülmüştür. Ne var ki o gün Arapça ezana Mecliste destek veren CHP’liler sonraki yıllarda “Demokrat Parti bu değişikle dini istismar etti” şeklinde hoyratça siyaset malzemesi yapmışlardır.

Ezanın özgürlüğe kavuşmasının ardından 10 yıl sonra 27 Mayıs 1960 darbesi ile Demokrat Parti iktidarı son bulmuştur. Türkçe ezanın mecburiyet olmaktan çıkarılması ve böylece tekrar Arapça ezan okunmaya başlanması, Darbeciler tarafından darbe nedenleri arasında gösterilmiş ve darbenin öncüleri tarafından sertçe eleştirilmiştir.

Bu bağlamda, 27 Mayıs darbesinin öncülerinden Albay Alparslan Türkeş, darbe sonrası verdiği bir röportajda, ezanın tekrar Arapça okutulmasını “ihanet” olarak nitelemiş, “Türk camiinde Türkçe Kur’an okunur; Arapça değil” görüşlerini savunmuştur.

Cevat Fehmi Başkut, “Başbakanlık Müsteşarı Albay Alparslan Türkeş ile Görüşme”, başlıklı röportajında Alparslan Türkeş’ten nakille “Türkçecilik bu millete Atatürk’ün en büyük en faydalı hediyelerinden biri idi. Evvelâ ezanı Arapça okutmakla buna ihanete başladılar.” ifadesine yer vermiştir.(Cumhuriyet Gazetesi, 17 Temmuz 1960)

Bugün de hala genelde CHP’lilerin, özelde Kemalistlerin en önemli hülyalarından biri Türkçe ezan ve ibadettir. Bir takıntı düzeyindeki bu arzuları konusunda düğmeye basmak için yeniden iktidara gelmeyi ve bu zulmü yapacak kadar güçlü olmayı beklemektedirler.