15 Ağustos 2013’te yol almıştı yüce Dost’una doğru Hüseyin Kartal. Yaşasaydı altmışlarında olacaktı şimdi. Memleketin Müslümanca kültür ve edebiyat denizine unutulmaz ırmaklar bağlamış olanlardandı o. Romanları vesilesiyle tanışıp sevdiğimiz ve kendisinden razı olduğumuz bir mümindi. Bugün biz, onu, vefatından iki yıl önce çıkarmaya başladığı Ezcümle dergisinde kaleme aldığı birkaç yazısıyla anmaya ve dolaysıyla da derdini anlamaya çalışacağız, becerebilirsek tabi.
Ezcümle’nin sayılarına ulaşma konusunda bana ilk elden hemşerisi sevgili Murat Acar yardımcı olur diye düşündüm. Beni yanıltmadığı için kendisine müteşekkirim. Aynı zamanda sayfa düzeni, kitap, dergi vs. kapak tasarımı işleriyle iştigal eden Murat Acar ağabeyden aldığım bilgiye göre, rahmetli Hüseyin Kartal, ilk iki sayısından sonra sadece editör yazılarıyla yetinmiş Ezcümle’de. Şu halde bize düşen de, o ilk iki sayıda yayımladığı “Cahit Zarifoğlu ve Ölü İnsanlar Kenti” ile “Pabucumun Doktoru” başlığındaki biri gezi notları, bir diğeri de öykü olan yazılarına eğilmek olacak.
Böyle berber dükkânına can feda
“Cahit Zarifoğlu ve Ölü İnsanlar Kenti” (1. sayı) başlığını verdiği gezi yazısında, bir vesileyle ziyaret için geldiği ve sevdalı olduğu İstanbul’da, hem insanları hem de kenti seyre koyulduğunu anlatır Kartal. Kentin güzelliğinin içinde kendilerini mezardan kalkmış ölüler haline getiren insanlara hayret eder durur. Üzülür. Yüzlerin mosmor kestiğini, adeta balmumuyla mora boyandıklarını hisseder. Bunu, yani bu hali, bu gelişinden iki yıl evvel de fark ettiğini ama bu defa tam anlamıyla teyid ettiğini vurgular. Bu gördüklerinin yalnızca düşünce ve duygu planında kalmasını uygun ve dahi doğru bulmaz. Onun için yazılması, bunları bir gören olarak kendisinin yazması gerektiği kanısına varır. Hatta ilk yazısını yayımlayan rahmetli Cahit Zarifoğlu hayatta olsa idi onun da bu ahvali yazmasını öğütleyeceğinin kabulüyle şöyle bir serzenişte bulunur: “Buradan, İstanbul’da yaşayanlara sesleniyorum. Farkında değilsiniz, lütfen bu uyarımı dikkate alınız. Mezarlardan kalkmış ölüler gibi yaşadığınız bu güzel kenti, Ölü İnsanlar Kenti’ni daha yaşanabilir bir hale getirmeniz için ne gerekiyorsa onu yapınız.” Bu sözleri, aynı zamanda yazısının da son cümleleri oluyor.
Yazısında sadece yukarıdakilerden açmıyor elbette. Başlıktan da anlayacağınız üzere bir Cahit Zarifoğlu bahsi var. İstanbul’a bu gelişinde tevafuk eder ve Zarifoğlu’nu, mezarı başında dostlarıyla birlikte anmak nasip olur. O dostlar kimler mi? Tabi ki de Asım Gültekin, Bünyamin Yılmaz, Özcan Ünlü, Nurettin Durman ve –Zarifoğlu’nun oğlu- Ahmet Zarifoğlu’dur onlar. Rahmetliye, Küplüce Mezarlığı’ndaki mezarı başında selam ve dua’dan sonra, oradan aşağıya doğru süzülerek fazla uzakta olmayan Nurettin Durman’ın berber dükkânına geçerler. Yirmi yıl kadar önce İmza dergisinde tanıştıklarını ifade ediyor Durman’la. Herkes gibi o da hayranlıkla seyre daldığı dükkân için şu cümleleri sarf eder: “Böyle berber dükkânına can feda. Mübarek kitabevi gibi. Üst üste dergiler, dergiler… Ve kitaplar… Kendimizi rahat ve huzurlu hissediyoruz.” Oradan biraz aşağılarda daha geniş bir çardak bulan dostlarıyla ikram edilen çayların koyuluğuna inat kopkoyu muhabbete dalarlar. Özellikle Asım Gültekin’in soruları üzerine İmza, Vahdet ve Mektup dergileri ile Vakit ve Zaman gazetelerinin ilk çıkış günlerini tatlı üslubuyla anlatır etrafındakilere. Asım Gültekin, sözlerinin başında “Hüseyin Kartal Hocamız” diyerek zaten ortama bir ciddiyet hali getirrmiş. Kartal da tam bu ciddiyetin oluştuğu noktadan sözü derinlerden bir daldırmış bir çıkarmış.
Bu cebren ve hilesiz muhabbet ortamından ötürü Üstün İnanç’la olan randevusunu gerçekleştiremez ve çok büyük özürlerle başka bir zaman için helallik alıp dualaşırlar. Tabi o başka zamanın gelmeyeceğini ilerleyen zaman gösterecektir ve Hüseyin Kartal, Azrail aleyhisselam ile olan randevusunda bir kaçamak yapamayacaktır.
Diğer sayılarda da öykülerini esirgemeseydi…
“Pabucumun Doktoru” (2. sayı) adlı öyküsünde de gariban bir genç olan Salih’in doktorluk serüveni vardır. Okul günlerinde harçlığını çıkarmak için sabırla yürüttüğü çay ocağı çıraklığı vazifesinden, patronun hakaretlere boğarak haksızca işine son vermesi üzerine simitçiliğe geçiş yapar Salih. Tabi çaycılık süreci hakikaten sancılı geçer. Çay ocağında hem çaycılığını aksatmayıp hem de derslerine çalışmak istemesi, patronun hoşlanmayacağı bir davranış olarak gündeme gelir. Patronu, onun doktor olacağına, hiçbir şekilde ve zamanda inanmaz. Olsa olsa ancak ‘pabucunun doktoru’ olacağını söyler alaya alarak. Salih, bu sözleri içine atarak günlerini geçirir ama amacına ulaşmak için gayret üstüne gayret gösterir.
Çay ocağından ayrıldıktan, daha doğru ifadeyle kovulduktan sonra kendine güzel bir tezgâh edinir ve simit satmaya koyulur. İşini düzgün, temiz ve güvenilirce yapınca bol müşteri kazanır. Günler böyle geçer… Ve zaman olur, vakit gelir, doktor olur Salih. Hikâye bu ya, kendini işten kovan patronu, geçirdiği bir kaza sorasında onun olduğu hastaneye getirilir. Kendinde değildir ilk günlerde patronu. Salih, elinin uzandığı, gücünün yettiği her bir şeyi esirgemeksizin yapar, eder. Patronun hanımı, bu genç doktoru hayret ve hayranlıkla izler. Tabi onu tanımaz, etmez. Neden sonra kendine gelip iyileşmeye başlayan patron efendi, karşısında sağlığına kavuşması için inanılmaz mücadele içinde olan doktorunun eski elemanı, acımasızca, düşüncesizce hakaret ederek işinden ettiği ve hatta alacağını bile vermeden gönderdiği Salih olduğunu görünce utancından, pişmanlığından yerin dibine girer adeta. Tutamayıp da hastane odasını kaplayan hıçkırıklarının sebebini ise yalnızca Salih ile kendisi bilecektir.
Hüseyin Kartal, hayatın tâ içinden alarak sunduğu bu öyküsüyle iyi dersler veriyor anlayacak olanlara. Gönül isterdi ki, derginin diğer sayılarında da böylesi öyküler yazıp ibretler okyanusuna damlalar akıtmış olsaydı Kartal. Ama nasip işte. Gerisinde koca koca romanlar bırakan bu güzel âdemden küçük küçük öyküler okumak da fena olmazdı.
Hüseyin Kartal’ın ruhaniyetinden yola çıkarak ve belki hakkımız da olmayarak bir isteğimiz olsa: Mahir kalemlerimiz, henüz aramızdalar iken lütfen cimri davranmasınlar, lütfen esirgemesinler güzellikleri, hoşlukları, hoşnutlukları okuyucu kardeşlerinden. Mürekkeplerinden sızan her bir renk, kendileri için selamet olsun, rahmet ve mağfiret olsun.
Ezcümle, razıydık Hüseyin Kartal’dan, Rabbimiz razı olsun asıl. Severdik Kartal’ı, Rabbimiz sevsin asıl. Son sözümüz ve arzumuz; Rabbimizden, aramızdan aldıklarının yerine daha iyilerini getirmesi ve göndermesi olsun. Âmin…
Fatih Pala