Aslen İstanbullu bir Yunan olan Dimitri Gutas’ın, bu yüzyıl başında Lütfü Şimşek tarafından Kitap Yayınevi’nden Türkçe’ye de kazandırılan kitabı “Yunanca Düşünce Arapça Kültür”, çok fazla cihetten düşündürücü bir eser.
Yüzyıllardır bilgilerini ortaya yığmakla uğraşan insanlığın bugün geldiği nokta, ağırlıklı olarak bile belli bir kesim ya da ırkın katkısından söz edilerek ele alınamıyor. Öyle çok transfer ve akış olmuş ki milletler arasında, bunların yalnızca bir bölümünü ve tematik olarak işleyen Gutas’ın kitabının bile bir yerden sonra içinden çıkmak imkânsız hâle geliyor doğrusu. İnsanlık sürekli birbirinden devralmış, birikim sürekli el değiştirmiş ama tekelleşmemek şartının kaçınılmazlığıyla.
İslam mütefekkirleri ve hükümdarlarının binli yıllara gelinmeden başlattıkları ve henüz Avrupa’nın hakiki bir karanlığı yaşadığı zamanlardaki ilim hareketleri, halk algısındaki ilerleme şöyle dursun, bilimsel olarak da aydınlatılabilmiş sayılmasa gerek. Yakın yıllarda Fuat Sezgin’in hızlı bir atılımla üst üste birkaç tuğlayı koymasının ardından bu algı hızlanmışsa da eldeki materyalin büyüklüğü ve vüsatinden bahseden makale ve kitaplar, müstahak bir tanıtımın henüz yapılamadığını söylüyor bize. Geçtiğimiz haftalarda Konya’da gezdiğimiz Bilim Merkezi gibi teşekküllerin sayısının bir hayli artması lazım bu İslam bilim tecrübesinin ortaya dökülüp tanıtılması için.
Çeviriler Abbasîler’den önce başlamış
Abbasîler devrinde başlayan yoğun tercüme hareketleriyle devasa bir repertuarı kendi kütüphanesine nakleden Arap Müslümanlar’ın bu hikâyesi ne böyle basit ve kolay ne de bu kadar tek yönlü olmuş.
Bir kere kronolojik olarak çeviri döneminin Abbasîler’den daha önce başladığını ifade ediyor yazar. Süryanice ve Pehlevice’yle de alışverişin Yunanca gibi çok olduğu bir dönem bu ve Emevîler’in geç devirlerine tekabül ediyor. İki çeviri hareketi birbirinden farklılık arz etmeleri bakımından ayrıca tetkike tâbi tutulmalıysa da bu öncül çeviriler, Abbasî tercüme hareketinin bir şekilde yolunu açmışlar.
Dimitri Bey'in aktardığına göre zaten külliyetli miktarda var olan Süryanice-Yunanca tercümelerle aktarımı başlayan Yunan kültür ve bilim birikimiyle birlikte Suriye, Filistin ve Mısır’daki ilk Müslüman fetihlerinden sonra Arap hükümdarları ve kabilelerinin Yunanca konuşulan bölgelere girmesi, Emevîler dönemi boyunca hem yönetici gruplar arasında hem de günlük hayatta Yunanca’dan Arapça’ya tercümeyi kaçınılmaz kılmış. Hatta Emevîler, Şam’daki hâkimiyetlerinin ilk zamanlarında yönetimde sürekliliği sağlayabilmek için Yunanca bilen memurları (yani Yunanca’yı) muhafaza etmek zorundaymışlar. Emevî dönemi çevirilerinin Abbasî devrindekilerden ayrıldığı mühim bir hususiyeti şöyle belirtiyor yazar: “… bunlar günübirlik ihtiyaçlar temelinde yapılan tesadüfî çevirilerdi. Çevirilerin çoğu (idarî, bürokratik, siyasî ve ticarî belgeler) işe yarasın diye, yeni yöneticiler ile farklı bir dil kullanan halk arasındaki iletişim sorunları çözülsün diye yapılıyordu.” Koordine edilmemiş ve bireysel özellik taşıyan bu tercümelerin, üzerinde düşünülmüş ve planlı bir bilimsel ilgiyle başlanan Abbasî hareketinden farklı olduğunu ifade etmiş Gutas.
Astroloji, astronomi, matematik ve tıp sahasındaki ilk Abbasî tercümelerinin, meşhur olduğu üzere Yunanca’dan değil, esas olarak Farsça (Pehlevice) üzerinden Arapça’ya aktarıldığını söylüyor Dimitri Gutas. Bu Pehlevice birikiminin Yunanca’dan Pehlevice’ye aktarılışı ise İslam öncesine tarihleniyor. Sebebi enteresan: “Sasanîler’in Yunan bilimine duydukları ilgi, kısmen Zerdüştçü imparatorluk ideolojisinden kaynaklanıyordu. Bu ideolojiye göre bütün bilimler aslında Zerdüştler’in kutsal kitabı Avesta’dan doğmuştu.”
Yunanlılar entelektüel bilimleri Persler’den almış
İddianın Pers-Yunan hattında bir başka enteresan boyutu da şöyle: “… çünkü bu kitaplar İskender’in İran’ı yağmalaması sayesinde Yunanistan’da öğrenilebilmişti ve bu nedenle bu kitapların incelenmesi ve çevrilmesi eski Pers biliminin yeniden canlandırılması anlamına geliyordu. İfade edilen bu düşünce zamanla itibar kazandı ve herkesçe kabul edildi.” Bu bölümdeki pasajları birkaç kere geri dönüşlerle okuduğumu itiraf etmeliyim. Yunan birikimi olarak lanse edilegelmiş devasa bir kültürün temellerini Pers kütüphanelerine dayandıran satırları bir Yunan ilim adamından okumak hayli şaşırtıyor insanı. Dahası var. İbn Haldun dahi “Mukaddime”sinde bu görüşü kuvvetlendirecek cihette beyanatta bulunmuş. O da entelektüel bilimlerin Yunanlılar’a Persler’den geldiğini söylerken bunun, İskender’in işgali sırasında İranlılar’ın kitaplarını kendine mal etmesiyle gerçekleştiğini yazmış.
Dimitri Gutas, Abbasî devletinin göğüslediği tercüme hareketinin gelişimini el-Mansur, el-Mehdî, el-Memun ve diğer halifelerin devirlerine ayırarak inceliyor. Hakikaten acayip dipnotlarla dolu pasajlar var bu devirlere ait. Ama mühim bir başka husus, halifelerin gölgesinde ilerleyen çeviriler. Yazar, tercüme hareketlerinin halifelerin azm ü cehdiyle başlayıp yükseldiği iddiasına bolca katkıda bulunmakla birlikte “halifelerin kişisel eğilimlerinin çeviri hareketinde o kadar da belirleyici olmadığını” söylüyor. Temel bir unsur değil fakat yine de önemli. Yani bu, şu demek: “Örnek olarak şahin avcılığına ilgi duyan Mehdî’nin tecrübeli bir şahin avcısı olan el-Gassanî’yi yabancı ve Arapça kaynakları tarayarak bir kitap derlemekle görevlendirmesini gösterebiliriz. Çalışmanın sonucunda ortaya çıkan eser, sonradan bu konuyla ilgili temel kitap durumuna geldi.” Eğer Mehdî şahin avcılığından hoşlanmasaymış, bu kitap da bugün elimizde olmayacakmış. Bundan daha mühimi ise şu: “Öte yandan hangi konu olduğuna bakmaksızın bilgiye ulaşmak için Arap kültürü dışına çıkılmasını teşvik eden bir çeviri kültürü olmasaydı, el-Gassanî’nin kitabı bize şahin avcılığı konusunda sadece Araplar’ın sahip olduğu bilgiyi verebilirdi, başka bir şey değil.”
Abbasîler’le beraber halifenin himayesi altına giren ve mebzul olarak girişilen tercümelerin tarihî ve metod/oloj/ik arkaplanını uzun uzadıya anlattığı paragrafların satır aralarında bize bazı kitaplar, bilim dalları ve âlimler hakkında kısa yolculukları da gösteriyor Gutas. “Dorotheus’un ‘Pentateuch’ kitabı Ömer bin Ferruhan et-Teberî tarafından bir 3. yüzyıl Pehlevice çevirinin 5. yüzyılda gözden geçirilmiş nüshasından çevrildi. Yıldız bilimine talep öyle büyüktü ki Pehlevice’deki kaynaklar kısa sürede tükendi ve Yunanca’ya başvurmak zorunlu oldu.”
Kitabın ve kütüphanenin peşinden koşmakta ideal azmi göstermesi açısından et-Teberî’nin tavrını örnek olarak vermesi çok yerindedir Gutas’ın. Zira Dorotheus’un kitabını Pehlevice’den çeviren Ömer ibn Ferruhan, Yunanca bilmediği için bu kez el-Bıtrîk adında bir âlimi, antik çağın büyük astroloji kitabı Ptolemaios’un “Tetrabiblos”unu Yunanca’dan Arapça’ya çevirmesi için görevlendirmiş. Bu eser kısa sürede Arapça yıldız biliminin en önemli kitabı hâline gelmiş. Bitmemiş; eseri İbrahim ibnü’s-Selt ikinci kez çevirmiş ve Huneyn bu tercümeyi gözden geçirmiş. Kitap hakkında sürekli yorumlar yayınlanmış. Bu birbirini takip eden tercüme-tetkik-tahkik-talik süreçleri Abbasîler’in ilk devrinde Maşaallah, Ebu Sehl ibn Nevbaht ve Ebu Maşer gibi bütün zamanların en parlak müneccimlerinin kariyerlerine vesile olmuş.
Diğer bilim dallarının tercüme yoluyla aktarımı da astroloji gibi cereyan etti, demiş Dimitri Gutas kitabında. Önce siyasî faktörler, ideolojik ve teorik yönelimler ya da pratik ihtiyaçların başlattığı çeviriler, çevrilen eserlerin incelenip kullanılmasıyla o alanda Arapça orijinal çalışmaların yapılmasına zemin hazırlamış.
Bütün bunların yanında yazarın “çeviri hareketi boyunca bilimsel disiplinlerin her birinin gelişim tarihini ayrı ayrı yazabileceğimiz noktanın hâlâ çok uzağındayız” demesi ve buna bir de henüz redaksiyonu yapılmamış, çevrilmemiş, incelenmemiş çok sayıda metin olduğunu söyleyerek katkıda bulunması, hem İslam tarihi hem de bilimler tarihi sahasında alınan mesafenin boyunu göstermesi açısından çok önemli.
Daha yürüyecek çok yol var demek; yürüyene.
Sadullah Yıldız, hayretle okudu